Zulmün şahidi, zaferin habercisi kitaplar...
Nice kitaplar da vardır ki şahitlik görevini icra ederler. Tarihten birtakım izler taşırlar. Hatta bizzat tarihi sunarlar. Ve kim bilir, belki bir gün gelir de tekerrür ettiğine şahit olurlar yazılanların!
Fatih Pala / Haksöz Haber
Yazılan her kitabın bir gayesi, konusu ve alanı vardır. Gelişigüzel ve amaçsız kitap yazılmaz, yazılmamıştır ve yazılmamalıdır da. Kimisi ilmî içeriklidir, kimi düşündürmeyi amaçlar, kimi güzel tablolar çizmenin derdindedir, kimi yaşanmışlıkları, kimi yaşanması gerekenleri, kimi de hayalleri yansıtır okuyucuya.
“Bütün kitaplar tek bir ‘kitab’ın daha iyi anlaşılması için okunur!” sloganıyla yayın hayatını devam ettiriyordu bir vakitler İz Yayıncılık. Tabi ki yazılan her kitap bir boşluğu doldurmanın hesabını yaparak okuyucuların elin, zihnine, gönlüne misafir olur. Ama nice kitaplar da vardır ki şahitlik görevini icra ederler. Tarihten birtakım izler taşırlar. Hatta bizzat tarihi sunarlar. Ve kim bilir, belki bir gün gelir de tekerrür ettiğine şahit olurlar yazılanların!
İşte Mushaflar ve Bombalar, işte Şehit Hama ve işte Hamalı... İlk baskıları İslamoğlu-Bengisu Yayınları’ndan yapılan, sonra Çıra Yayınları’nın diğer bir kuruluşu olan, eski yayınevinin adını alan Bengisu Yayınları arasından çıkan, yakın zaman önce Renk Yayınları etiketiyle ve artık Beka Yayınları bünyesinde olan; rahmetli Ahmet Pakalın’ın yazdığı Baas zulmünün 1982 Şubatı’ndaki kapkaranlık yüzünün okuyucuya yansıyan yüzü... Bunlar birer roman, birer hayat, birer direniş destanı... Nusayrilerin mazlum, mağdur ve Müslüman Suriye halkı üzerinde gezdirdikleri kara bulutlar... Elbet Sorulur ezgi albümünde, “Gün şubatın ilk haftası, yıl seksen iki…” sözleriyle başlıyordu “Ne olur sen bizi affet Hama!” ezgisi.
Mushaflar ve Bombalar’la başlıyor zulümatın çirkefliğine karşı dimdik durabilmenin mücadelesini verme erdemini gösteren yiğitlerin destansı hikâyeleri. Hama, henüz tam olarak işgal edilmemiş ve güç hala Müslümanların elindedir. Romanda öyle sarsıcı kareler var ki; etkilenmemek, duygulanmamak ve zalime/zalimliğe öfke savurmamak elde değil. Bir tanesini sunmakla yetinelim biz:
Yaşlı bir adam, işkenceye alınır. Bedenine yapılmadık eziyet bırakılmaz. Lakin hiçbir şekilde emellerine ulaşamaz işkenceciler. Konuşturmak, isim almak ve Müslümanların her birini yeryüzünden silme derdindedir bu nasipsizler. Ama yüce Allah’ın inayetiyle, sabırla bilenen mümin adamdan tek bir isim bile alamazlar. Sonra akıllarına bir başka işkence formülü gelir, daha doğrusu getirtilir sömürgeci üstadları tarafından. Babasının hasta olmasından dolayı refakatçiye ihtiyacının olduğu yalanıyla kızını getirtirler. Kızı kanalıyla, kızına bir şey olmasın için artık konuşması gerektiğini hissettirme küstahlığındadırlar. Baba-kız arasında geçen şu diyalog, yürekleri ürpertici ve nihayetinde de umut yayıcı nitelik taşır:
Baba: Kızım, bu alçaklar seni bana yem olarak getirdiler. Zaafımdan faydalanıp beni konuşturmayı hedefliyorlar. Ama ben asla konuşmayacağım. Kızım! Onlar kötü emellerini işlemeye koyulduklarında, benim sessizliğimi seni sevmediğime, sana değer vermediğime yorma sakın! Ağzımdan alacakları tek bir mücahidin adı, Hama’daki İslamî Hareket’in sonu olur. Sakın müdahale etmediği için babana lanet okuma!
Kızı: Hayır baba, asla bu olmayacak! Aslında beni buraya çağırdıklarında bu çirkin niyetlerini anlamadım değil. Ama yine de seni yalnız bırakmak istemedim. Ben de şunu söylemek isterim ki; bu aşağılık insanlar benim üzerimde iğrençliklerini gerçekleştirme yoluna koyuldukları anda, sakın bana karşı evlat sevgin ağır basıp da sırlarını ele vermeyesin. Rabbim, yardımcımızdır!
Evet... Böylesi metanete sahip bu müminlerin direngen ruhlarına kim, ne yapabilir ki! Hayatı yalnızca dünyadan ibaret bilenler, ibret almanın semtine bile varamazlar.
Şehit Hama’ya geldiğimizde zulmün lanetli yüzünün ne kadar tiksindirici bir hal aldığını seziyor ve hatta sezmenin de ötesine geçiyoruz. Her karış toprağına; onlarca, yüzlerce, binlerce şehid serili şehirdir artık Hama. Kıpkırmızı lalelerin gövermeye yüz tuttuğu destansı beldedir artık; her ne kadar dünya, kör ve sağır olsa da, kör ve sağır dursa da…
Ve bir kare:
Mücahitleri bir meydana toplar zulmün askerleri. Ya itiraf ya da şehadet... Önlerinde iki seçenek... Ve tabi onlar, en kutlu son’u tercihlerine korlar.
Asker: Bütün tekliflerimizi reddettiniz, bize başka seçenek bırakmadınız. Ya bizimle anlaşın ya da öleceksiniz.
Şeyh Ahmed: Biz, zalimlerle asla bir olmayız, birlik kurmayız. Her şey Allah’ın elindedir, O’nun yolunda ölmek, bizim için şereftir.
Asker: Dönün, yüzünüzü duvara çevirin.
Şeyh Ahmed: Biz, İslam âlimiyiz; kurşuna dönmek âdetimiz değildir, onu göğsümüzde karşılarız.
İşte Hama’yı Hama yapan, Hama’yı şehidler yurdu kılan idrak, kavrayış ve sevda budur. Onlar, bir ölür bin dirilirler. (“Mushaflar ve Bombalar” ile “Şehit Hama” eserlerinin yine aynı isimde bant tiyatrolarının olduğunu hatırlatmakta yarar var. Kitaplarda anlatılanlardan belli kareler işlenen bu bant tiyatrolarını, okumanın yanında dinlemek isteyenlere de duyurmak isteriz.)
Hamalı da ise Nusayri rejiminin vahşet rüzgârlarına daha fazla dayanamayan bir Müslümanın komşu ülke Türkiye’ye göçü konu edilir. Yazar Ahmet Pakalın, bu eserini tamamlayamadan geçirdiği bir kaza sonucu vefat eder. Romanı, daha sonra yayınevi tamamlar. Bir şahidin dilinden, katliamla beslenenlerin hazmedemediklerini, tüm mide bulandırıcılığıyla kustukları günleri okuyoruz satır satır bu eserde.
Şimdi kırk iki – kırk üç sene sonrasına yani bu günlere baktığımızda fazla bir değişikliğin olmadığını ve hatta zulmün katlanarak devam ettiğini, bu yaranın artık kangrene dönüştüğünü görüyoruz. Ve meselenin iç yakıcı ve yürek dağlayıcı yönü ise; sadece seyirci olunması, seyirci kalınması... Baas rejiminin farklı ve daha katı versiyonla acımasızlığını kat be kat çoğalttığını görüyoruz, hissediyoruz, anlıyoruz ve belki de kim bilir, ağlıyoruz bu gelinen noktadaki hâle, hâlimize! Zira şimdi yok edilmeye yüz tutulmuş, hayalet şehre dönüştürülmeye ant içilmiş şehir yalnız Hama değil; onunla birlikte Humus var, Halep var, İdlib var, Şam var.
Arzın ve yüce arşın pek yüce sahibi olan Allah’a (cc), mazlumların kanlarının zalimleri ebediyyen boğması için; uyuyan ve uyuşup donuklaşan ümmetin bir an evvel dirilişe, direnişe, davranışa geçmesi için ve “tevhid, adalet, rahmet ve merhamet güneşi”nin hiç batmamak üzere doğması için duacıyız. Rabbimiz, kabul buyur yakarışlarımızı! Âmin.
Bu duaları yaptığımız şu günlerin biraz evvelinde yani 27 Kasım 2024 Çarşamba gününün sabahında Halep’te başlayıp 8 Aralık 2024 Pazar günü Şam’ın zaferiyle taçlanan Suriye devrimiyle özelde Suriye Müslümanları, genelde tüm dünya Müslümanları ile sevinç içerisindeyiz. Mart 2011’den bu zamana hadsiz, insafsız, vicdansız bir şekilde artarak devam eden Baas-Beşar Esed zulmünün, mücahitlerin yılmayan mücadeleleri ve şanı pek yüce olan Allah’ımızın nusretiyle son bulduğuna iman ediyoruz.
Yüce Rabbimizden niyazımız odur ki sevincimiz, kursağımızda kalmasın. Mücahitler, 2021 senesinde yaşadığımız Afganistan sevincimizde olduğu üzere kendi içlerinde yüce Allah’ın sözünü hâkim kılsınlar. O yüce söz ile yeni bir düzen ve sistem oluştursunlar. Böylece yüce Allah’ın sözüyle, hükmüyle hareket etmeyen başka topraklara da örnek ve ilham olsunlar. Âmin, velhamdulillahi rabbil âlemin.
HABERE YORUM KAT