‘Zor zamanda karar verebilmek’ kararlılığı..
İnsan hayatında, ‘Tamam mı/ Devam mı..’ ya da, ‘Ya herro- Ya merro..’ gibi, üçüncü şıkkı olmayan bazı hassas karar verme anları vardır. Orada hem size dayatılan bir tek yön ve mecburî istikamet vardır, hem de sizin geri dönüş yolunuz yoktur.
İşte o zaman, nihaî kararı, muhtemel neticelerinin en elverişli olanını elde etmek ümidiyle tercih zorunda kalırsınız.
*
İsveç’in NATO’ya alınmasını engellemek isteyen güç odaklarının, sadece Türkiye aleyhine değil, bütün müslüman dünyasını rencide eden Kur’an yakmak şeklindeki alçaklık ve ahmaklıklarını, İsveç Devleti’nin de körlük ve hamakatiyle himaye etmesi açıktır ki, eski bir hesaplaşmanın devamından başka bir şey değildir.
Bu hesaplaşma, sadece Türkiye’yle değil, bütün Müslümanlara ve müslüman dünyasına yönelik, tarihî arka planı bilinen, uzun vâdeli ve stratejik bir savaşın günümüzdeki yansımasıdır.
Başkan Erdoğan’ı tahrik etmek isteyenlerin hesabı da boş değildi elbette.. Çünkü bütün Müslümanları rencide eden bu saldırganlık elbette Erdoğan’ı da rahatsız edecekti. Bu yüzden, Erdoğan da İsveç’in üyeliğine karşı şartlar koyuyor, bu şartlara riayet edilmemesi halinde, -her yeni üyenin kabulü için, bütün üyelerin rızasının şart olduğu- NATO’ya yapılan bu üyelik -talebine, Türkiye karşı çıkacaktı. İsveç ise, Türkiye’nin itirazlarına güya kulak veriyor gibi davranıp, bazı kanûnî değişiklikler yapsa bile, o kanun değişikliklerini uygulamaya gelince, ipe un seriyordu.
İşte böyle bir diplomatik hesaplaşma atmosferinde, Başkan Erdoğan, Baltık ülkelerinden Litvanya’nın başkenti Vilnius’da yapılmakta olan NATO Liderler Toplantısı’na gelirken, NATO dünyasının karar merkezlerine, ‘Siz Türkiye’yi AB’ye alın, biz de İsveç’i NATO’ya alalım..’ deyince, dünya gündemine, çok etkili biroyun kurucu olarak yeniden çıkıverdi.. Bu durum, bir takım iç ve dış çevrelerde, ‘pazarlık yapılması’ diye eleştirilse bile, siyaset ve diplomasi, esasen, belirli ilkeler çerçevesinde pazarlıklar yapabilmek san’atı da değil midir?
*
Yine hatırlayalım, Amerika’nın, Irak’a saldırısına, Saddam Irakı’na karşı 2003 Baharı’nda 2. Körfez Savaşı’na hazırlandığı günlerde; Amerika, Irak’a Türkiye üzerinden geçme istediğinde, Tayyib Erdoğan, konuyu Türkiye Meclisi’nde yapılan 1 Mart 2003 öncesi günlerdeki gerilimli anları hatırlayalım..
Amerika, Türkiye’den hemen izin istiyordu. Erdoğan ise, topu, Meclis’e atmış ve Türkiye Meclisi de, ünlü 1 Mart 23 Tezkeresi’ne red oyu vererek, sadece Amerika’yı değil, dünyayı da şoke etmişti.
Şimdi de, Erdoğan, ‘İsveç’in NATO üyeliğine alınması’ kararını Meclis’e havale etmiş bulunmaktadır. Mesele bundan ibarettir. Açıktır ki, NATO’nun Rusya’dan ve Rusya’nın da NATO’dan rahatsızlığı yeni bir şey değil ve elden çıkan veya karşı tarafın emrine giren her coğrafya, küçük de olsa, bu stratejik hesaplaşmada, son derece önemlidir.
Esasen, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması da, NATO’ya karşı direnme arzusundan gelmiyor muydu?
Nitekim, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olmasının, Rusya’nın Baltık Denizi’ndeki hareket kabiliyetinin iyice sınırlanacağıda açıktı.
***
Bugün de, Müslüman dünyaya aid olan Türkiye’nin, NATO dünyası içinde bir yabancı madde gibi görülse bile, Türkiye ve Avrupa’nın birbirlerine karşılıklı olarak dayanışma içinde olmalarını zorlayan etkenler ortada.. Bu yüzden, her iki taraf da, birbirine karşı, baş eğdirmeye yönelik davranışları seriliyor, zaman zaman.. Ama, geçmişten kopuk bir değerlendirmenin nelere mal olacağı da unutulmuyor tabiatiyle..
Bu konuların daha iyi anlaşılabilmesi için yakın geçmişe şöyle bir göz atmakta fayda var:
*
Hatırlayalım..
İkinci Dünya Savaşı, Müttefik Devletler ’olarak bilinen Amerika, Sovyet Rusya, İngiltere ve diğerlerinin kesin zaferiyle noktalanmıştı; beşer tarihinde ilk ‘Atom Bombası’nın kullanılması pahasına da olsa..
Almanya, İtalya, Japonya ve onların safındaki diğer Mihver Devletleri ise, kesin olarak yenilmişti.
Ve artık, savaşın galibleri, dünyayı, özellikle de Avrupa’yı paylaşmaya koyulmuşlardı.
Yalta ve Potsdam toplantıları yapılıyordu, galip devletlerin zirveleri cümlesinden olmak üzere..
Amerikan Başkanı Truman ve İngiltere başbakanı Churchill ve Sovyet Rusya lideri Stalin, kurtlar sofrasındadırlar.. Stalin, kapitalist emperyalist sistemin lideri olanlara karşı, büyük lokmayı kendi komünist imparatorluğuna yedirmek dikkatindeydi.
Başlangıçta Almanya ile birlikteyken, sonra bu iki devletin birbiriyle savaşması merhalesine geçilensavaştaStalin, savaşın başında, A. Hitler Almanyası ile 25 Ağustos 1939 günü yaptığı ve Sovyet Rusya ve Hitler Almanyası’nın Dışbakanları Molotof ve Von Ribbentrop anlaşmada öngörülen de fazlasını yutmuştu, savaşın sonunda.. Artık bütün Doğu Avrupa komünist rejimlerin eline geçmişti..
Churchill de, ünlü ‘Fulton’ (Demirperde) konuşmasını yaparak, komünist emperyalizme karşı ‘Soğuk Savaş’ı başlatmıştı..
Stalin ise, eline geçen tarihî fırsatları olabildiğince kullanmak istemekteydi.
Nitekim, İran Azerbaycanı’nı 1941’de işgal eden Stalin Rusyası, Tebriz’de,Kasım-1945’de Rusya himayesinde, Seyyid Cafer Pişeverî liderliğinde Azerbaycan Millî Cumhuriyetiisimli kukla bir rejim; aynı şekilde, 23 Nisan 1946’da da, Mehâbad’da Kadı Muhammed liderliğinde Mahâbâd Cumhuriyeti’ni kurdurmuştu..
Türkiye de süngü ucundaydı.
Stalin, Türkiye’den de,1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin barışa hizmet etmediğini belirterek, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın güvenliğini kendilerinin de koruyacağını, 1877-78 Rus- Osmanlı Savaşı’ndan sonra durumları muallâkta kalan Kars- Ardahan taraflarında da sınır düzenlemeleri yapılmasını istemekteydi; gönderdiği bir gizli ültimatomla...
İsmet Paşa, bu gizli ültimatom’a, yine -güyâ-‘gizli karşılık veriyor ve Stalin tarafından dile getirilen talep ve iddiaları reddedip, gerekirse vatan savunulması için her türlü fedakârlığın yapılacağını, ‘Milletimizin, vatanına karşı vazifesini yerine getirmekten herhangi bir örnek mevcud değildir..’ gibi kararlı cümleler kuruyordu, amma, bu ‘gizli cevabî ültimatom’un sonundaki ‘gizli not’herşeyi âşikar eyliyordu: Çünkü, ‘Bu cevabî notamızdan, büyük dostumuz Amerika Birleşik Devletleri de haberdar edilmiştir..’ deniliyordu o notta..
*
Amerika görür ki, bütün ‘Doğu Avrupa ülkeleri’ gittiği gibi ve Yunanistan’da da komünistlerin ülkeyi ele geçirmek için Rusya desteğiyle başlattığı içsavaş devam ederken, Türkiye de Rusya tarafından yutulmak istenmektedir.
Amerika da, bu fırsatları kaçırmayacaktı, elbette..
Nitekim, 944 Kasımı’nda Washington’da ölen ve savaş şartları yüzünden Türkiye’ye götürülemeyen Türkiye B. Elçisi Münir Ertegün’üncenazesi’nin2. Dünya Savaşı’nda Amerika’nın Okyanus’lardaki efsanevî savaş gemisi olan Missouri zırhlısıyla Türkiye’ye gönderilmesine karar veriyor ve başka savaş gemilerinin refakatinde, bir gövde gösterisi havasında, 5 Nisan 1946 sabahında İstanbul’a vardığında, o gün, resmî tatil ilan olunuyor ve yüzbinler sokaklara dökülüp, ‘Haydi gel, Stalin! Biz hazırız..’ diye, dev tezahürat yapılıyordu.
*
Ve Stalin’in komünist saldırganlığı dinmek bilmeyince, 1949’da, (Kuzey Atlantik Andlaşması Teşkilatı / North Atlantic Treaty Organisation) NATO kuruldu, kapitalist ve de kendilerini, ‘Hür Dünya’ olarak sunan Amerikan öncülüğündeki dünya...
Bu askerî pakt’a Türkiye de üye olmak istiyordu, ama, Türkiye’nin halkı Müslümandı..Halbuki NATO, Kuzey Atlantik bölgesindeki Hristiyan ve kapitalist ülkeler arası bir askerî pakt idi.
Nihayet, Kore Yarımadası, komünist ve kapitalist olarak ikiye bölünüp, komünist Kuzey Kore’ye karşı Güney’i korumak için Amerika liderliğinde açılan yeni cebhede Türkiye de savaşa binlerce asker gönderip, hele de Kunuri Muharebesi’nde pusuya düşürülen Amerikan ordusunu kurtarmak için yüzlerce askerini kurban edince, 1953 yılında, nice tereddütlerden sonra NATO üyeliğine -lûtfen-kabul edilmişti.12 ve 15 derken, şimdi 30 ülke NATO askerî şemsiyesi altında.. Ve asıl komuta merkezi, Amerikan emperyalizminin tekelinde..
Bu askerî yarışın karşı tarafında da Varşova Paktı oluşturulmuştu komünist dünya tarafından.
Ama, Sovyetler Birliği 1991’de dağılınca, Varşova Paktı da buharlaştı ve Rusya şimdi, önceden de olduğu üzere yine tek başına, ikinci bir dünya kutbu konumunda..
*
Evet, bugün de NATO deyip geçilemiyor. Rusya da kendisinin NATO tarafından kuşatılmak istenmesine karşı oluşturuyor dış siyasetini..
Erdoğan Türkiyesi ise, NATO’dan ayrılmak siyasetine değil, NATO dünyasının emir kulu olmamak ve Rusya’ya da, geçmiş tarihi unutmadan, ama, iyi komşuluk ilişkileri kurulabilirse, onu denemek dikkatiyle; Türkiye’de de , NATO dünyasında da alışılmadık bir siyaset izliyor..
Ve mevcud dünya şartları içinde yanlış da değil, bu siyaset..
STAR
YAZIYA YORUM KAT