1. YAZARLAR

  2. Yıldız Ramazanoğlu

  3. Zor bir konaklama: Sığınma evi
Yıldız Ramazanoğlu

Yıldız Ramazanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Zor bir konaklama: Sığınma evi

31 Mayıs 2011 Salı 00:06A+A-

Salonda oturan gencecik kadınların yüzündeki derin kederi, örselenmişliği görünce burası bir yuva değil diye düşündüm ister istemez, fakat cehennemi bir yangından kurtuldukları, eteklerini tutuşturan alevlerle birlikte kendilerini buraya attıkları da aşikârdı.

Bir sığınma evinde en temel kural gizliliktir. Güvenlik en çok bunun üzerine kurulur çünkü. Bir görüşme talep etmeye, bu incelikleri zorlamaya kıyamazdım normalde; fakat özel bir bülten hazırlamak üzere Ak-der yönetiminden Neslihan Akbulut randevu almışken ona eşlik etmek çok şey öğretti bana.

Kurumun müdiresi (yeni bir ad verelim) Havva Hanım, son derece iyi eğitimli yüksek lisanslı biri. Bu görevin memur zihniyetiyle değil, bütün benliğini adayarak sürekli kalben ve zihnen işin üzerinde olarak yerine getirilebileceğini söylüyor ve en büyük destekçisi her yönden onu destekleyen, sorunlara farklı açılardan da bakmasını sağlayan kocası. Böyle bir görevi üstlenince almadan vermek Allah'a mahsus.

Teknik olarak üç aşamalı bir hizmet söz konusu. Konukların kabulünden önceki süreç, kurum hizmeti ve kurumdan ayrılan kadınların izlenmesi ve gerektiğinde destek verilmesi. Öncelikle her sığınma başvurusuna cevap verilemiyor ne yazık ki. On sekiz yaşın altındaki kadınlar, alkol bağımlısı olanlar, özel bakıma alınması gerekenler, bulaşıcı hastalığı bulunanlar, fuhşu meslek edinmiş kadınlar, 12 yaşından büyük erkek çocuk sahipleri kuruma alınamıyor. Engelli çocuğu olanlar da donanım eksikliği yüzünden kabul edilemiyor. 55 yaş üstü kadınlar ise Havva Hanım'ın söyleyişiyle 'burası darülaceze olmadığından' ve kurumdaki çocukların gürültüsüne dayanamayacakları gerekçesiyle başka kurumlara yönlendiriliyor.

Kuruma gelen kadınlar öncelikle bire bir psikolog eşliğinde sorunlarını samimi ve içten bir ortamda masaya yatırıyorlar. Burada sadece üç ay kalabileceklerinden (gerektiğinde üç aylık periyotlarla uzatılıyor) bu zaman zarfında beden ve ruh sağlığına kavuşmaları için herkes çırpınmak zorunda. Bu yönüyle bende yuvadan, evden çok bir hastane izlenimi yarattı ortam. Yaraların sarılacağı bir şefkat ve şifa evi. En azından şiddete uğrayan bir kadının bu dünyada yalnız olmadığı duygusunu tadacağı, başına gelenlerin sadece ona özgü olmadığını öğreneceği bir yer.

Ziyaret ettiğimiz kurumda konuk kadınların neredeyse yarısının eşiyle barışması sevindiriciydi doğrusu. Fakat öte yandan bu barışmaların çaresizlik duygusuyla olmaması bir hal ve tavır değişikliğinden kaynaklanması yöneticilerin en büyük temennisi. Bazı eşlerin alkolü bırakması ve pişmanlık duyması gibi. Kurumlar barışma sonrasında da aileyi izlemeyi sürdürmeli bu yüzden. Kendisinin yaşattığı kötülükleri görmezden gelip sebep sonuç ilişkisini kuramayan, "sığınma evine düştün!", "evinden çıktın!" gerekçesiyle eşini ve çocuklarını istemediğini bildiren adamlar da az değil. Bu arada kadınların üretkenliklerini harekete geçirmek, bir zanaat öğretmek, para kazanmasını sağlamak, iş imkânları yaratmak, çocuklarıyla bir ev tutmasına, eşya edinmesine destek vermek de kurumun çabaları arasında. Bu aşamada hayır kurumları önemli bir destek veriyor. Çocukların eğitimini sürdürmesi, her şeyin gizlilik içinde sürdürülmesi, bu yüzden ikametgâh bile alınamadan, aile hekiminden yararlanamadan yeni bir hayat kurulma çabası hiç de kolay değil.

Yıllar önce psikolog olarak Duisburg'da sığınma evinde çalışan bir arkadaşımın Almanya'daki sığınma evleri ile ilgili araştırmasından, Avrupalı kadının başına gelenlerden ve azımsanmayacak sayıda Türk kadınının da bu evlere sığındığından söz edince kimi entelektüel dindarlar bu sorunların bizde olamayacağını, böyle kurumların feminist kadınların aileyi parçalamak için icat ettiği şeyler olduğunu söyleyip susturmuşlardı beni. Dayanışma, sevgi ve şefkat içindeki aileleri konuşmalı, onları çoğaltmalıydık öncelikle. Kanayan yükselen aile içi şiddet dalgası arızî görülür, kadın da hal ve tavırlarıyla buna yol açıyor diye düşünülürdü. Sağlam aile şampiyonluğumuza halel gelmesin diye görmezden gelirdik yaşanan trajedileri.

Ezelden beridir kadına yakınları, akrabaları komşuları ve hatta anne babası, içen, şiddet uygulayan, kaba davranan bir eşi varsa bu kişinin kahrını çekmesini, sorunlarını dile getirmemesini öğütler. Kaldı ki kadınlar da ailede haksızlık yapabilir ve sorun çıkarabilir. Nitekim nice kadınlar eşini aşağılıyor, tahkir ediyor kazandıklarını har vurup harman savuruyor. Mesele problemlerin şiddetle çözülmesine özendiren, yüreklendiren insani, hukuki, toplumsal boşluklar ve zihinsel işleyiş. Cinsel kimlikleri güç üzerinden tanımlayan yetişme biçimi.

Sığınma evleri ailenin yerini tutmaz, böyle bir iddiası yoktur, kimseyi suçlu da ilan etmez. Bir kadın şiddete uğramış, sokağa atılmış ya da can güvenliğinden mahrum kalmışsa genelde kendisiyle birlikte bu kötülüklere maruz kalmış çocuklarıyla birlikte sığınacak bir yer aradığında kucak açan bir yuvadır. Bu insanlık durumuna akut cevap vermeye çalışan, cep telefonu kullanmanın yasaklandığı, adresinin sır gibi saklanmak zorunda olduğu yerde kim süresiz kalmak ister ki. Sığınma evinden söz ederken ağırdan alıp meseleyi canhıraş bağlamından koparmak, kadın-erkek, evlilik, ailenin yapısal özellikleri, medyanın etkisi, dinin öngörüleri üzerine ontolojik tartışmalarla boğuntu yaratmak üzüntü verici. Bu evlerin olması bu tartışmaların yapılmasına engel değil. Kaldı ki en mükemmel toplumsal yapıya ulaşsak bile yine de insanın doğası gereği kötülük bir yerden başını çıkaracak ailelerin bile şefkat elini uzatmadığı kimi kadınların böyle bir sahiplenilmeye ihtiyacı olacak. Kurumlara dindar ailelerden gelenler öyle çok ki. Adam karısını ve çocuklarını ağır bir şekilde darp ettikten sonra cemaat sevabını alabilmek için yatsı namazına camiye koşabiliyor. İslam'daki kavvamlık meselesini bir tahakküm, dayatma ve şiddet aracı olarak görenler sadece sokaktaki adamlar değil. İslamî bir radyo programında kadınların ne zaman, ne kadar ve hangi şiddette darp edileceğine dair bir sohbete rastlamıştım bir gün arabada giderken. Peygamberimiz neden örneklememiş böylesine gerekli(!) bir terbiye metodunu acaba? Yeterli şiddet yokmuş gibi âlim olduğu söylenen kişi hâlâ dayağı mazur gösteren, merhametten yoksun bir dille konuşmasını sürdürüyordu.

Geçenlerde Osmaniye adliyesi sicil bürosunda asılı bir yazı dikkatimi çekti, "Adî insan iftira eder, basit insan şikâyet eder, asil insan idare eder" yazıyordu. Tam da insanların uğradıkları haksızlıklar için başvurup adalet isteyecekleri bir mercîin duvarında, "Bu ne iş?" demekten kendimi alamadım. İyi duygularla yazılmıştı belli ki ama yine de başımıza gelenleri sessizce karşılamamızı öğütleyen zihniyetin hak arayanlar hakkındaki düşüncelerini ele veriyordu.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT