Zincirleri kim çözüyor?
Herkes Kürt meselesinde ve Ermenistan ile ilişkilerde atılan adımların içeriğini konuşuyor ama asıl konu bu adımların öznesi ile ilgili. Soru şu: En azından orta vadede rakipsiz görünen, oyunda düşme eğilimi olsa da gelecek seçimlerde birinci parti çıkacağı neredeyse garanti olan, küresel krizden oldukça başarılı çıkan bir hükümet, kendisini riske sokacak adımları niye atar? Takiye yapmanın düpedüz aptallık anlamına geldiği bir gündem karşısında AKP’nin siyasi ısrarını nasıl açıklamalı? Laik kesimin kendisini ikna etmesi herhalde pek kolay olmayacak ama galiba AKP’nin asıl ‘doğası’ bu... Yani bu partiye asıl kimliğini veren şey dindarlığı değil, reformist oluşu. Şaşırtıcı gelen ise reformistliğin ancak dindarlar eliyle gerçekleşebildiği. Ama kemalizmin siyasi bir muhafazakârlık olarak yaşandığı ve bu muhafazakârlığın ürettiği imtiyazların ‘laiklik’ sayesinde korunduğu bir ülkede, dindarların siyaseten reformcu olmalarından daha doğal ne olabilir?
Ama belki bundan daha fazlası da var... İki gün önceki konuşmasında Erdoğan gayet sağduyulu olmanın ötesinde, ilk bakışta gözden kaçacak derecede sıradan ama pek de alışılmamış sözler etti. Örneğin “hayat bir risktir” dedi. Bu söz, kendisini geçmişin değil geleceğin içinden kurmaya hazır bir siyasetçiyi ortaya koyuyor. Dindarlığı, sağı solu bir kenara koyun, bugün Türkiye’nin kendi kariyerine böyle bakan bir diğer siyasi lideri bulunmuyor. Ayrıca Erdoğan “Türkiye zincirlerinden kurtulacak” da dedi. Bunlar ekonomik veya siyasi değil, herhalde ideolojik ve psikolojik zincirler. AKP beğensek de beğenmesek de, zihniyet olarak daha özgür bir Türkiye istiyor. Bağnaz olmaları beklenen dindarların bunu istemesinden gocunmak değil, sevinmek lazım... Ama eğer bu toplumu tanıyorsanız zaten dindarlığın bağnazlık olmadığını ve bağnazlığın muhtemel nedenlerinden sadece birini oluşturduğunu da biliyorsunuz ve AKP’nin iradesine şaşırmıyorsunuzdur.
Dönelim yukarıdaki soruya: Her şeye rağmen AKP bunları nasıl yapabiliyor? İstemek ve hayal etmek yapmak için yeterli mi? Böyle bir kitle partisinin bu adımları atması, kendi tabanına güvenmesini gerektirir. Bu güven nereden geliyor? Cevap yine bazılarının hoşuna gitmeyecek ama, dindarların milliyetçiliğe ihtiyacı kalmadı da ondan... Resmî hamasete muhtaç olmayan, küresel önem ve anlama haiz bir kimlikleri var ve o kimlikle dünya vatandaşı olmaya doğru gidiyorlar.
***
Bu haftanın flaş konusu ise Ermenistan ile paraf edilen iki protokol... Bu olay sanıldığından çok daha önemli. Eski alışkanlıklarımız bizleri diplomatik sonuçlara bakmaya zorluyor, ama aslında asıl belirleyici olan toplumlar arası süreç olacak. Bu noktadan sonra sınır açılsa da açılmasa da, toplumlar sanki açılmış gibi davranacaklar. Önümüzdeki birkaç yıl içinde iki ülke arasındaki özellikle kültürel alışveriş hayallerin ötesine geçecek. Çünkü insanlar buna aç... Yüzyıllardır içlerine çektikleri ama bir anda kaybettikleri bir kokunun yeniden alınması bu. Şimdiye kadar sınırın açılması bir baskı unsuruydu, bundan sonra açılmaması baskı yaratacak.
Bu süreçte kimin kazandığı sorusu ise epeyce arkaik kalıyor. Soğuk savaş döneminin milliyetçiliğe yaslanmış ulus-devletleri için bu tür sorular anlamlıydı ama bugün bizler için artık değil. Kazanmanın ancak bölgesel olarak tanımlanabildiği bir dönemdeyiz. Türkiye’nin şansı bu inisiyatifi alabilecek bir hükümete sahip olmasıydı. Ermenistan’ın ise fazla bir şey yapması gerekmedi, çünkü onlar neredeyse onbeş yıldır aynı noktadalar ve ilişkilerin başlamasını bekliyorlar.
Konuyla ilişkili olarak iki noktaya değinmeden geçmeyelim: Gelinen noktada Ermenistan’ın ‘artık’ Türkiye sınırını kabul ettiği türünden akıl yürütmelerin hiçbir temeli yok. Çünkü Birleşmiş Milletler’e üye bir ülke olarak Ermenistan bu sınırı zaten kabul etmekte. Kendi anayasasında ne yazarsa yazsın durum bu ve o anayasada yazılan da ancak psikolojik bir malzeme olarak anlamlı. Anlaşılan Ermenistan’ın da ‘taviz’ verdiği izlenimi yaratılmak istendiği için bu değerlendirmeyi sıkça görüyoruz.
Bir diğer ‘taviz’ alanı da soykırım. Denenlere bakılırsa tarih komisyonunun oluşması ve iyi komşuluk kriterlerinin öne çıkması ile birlikte Ermenistan soykırım tasarılarının arkasında durmayacak, soykırımın kabulü talepleri azalacakmış. Burada birbiri ile ilgisiz iki konu var. Ermenistan’ın başka ülkelerdeki soykırım tasarılarının arkasında olmamasında bizzat kendileri için büyük hayır var. Çünkü Ermenistan hükümetinin asıl işi kendi vatandaşlarının somut sorunlarını çözmek olmalı. Öte yandan diğer ülkelerdeki soykırım tasarılarının ardında Ermenistan’ın olduğu epeyce abartılmış bir kanı. Gerçek şu ki Ermenistan ne yaparsa yapsın, dünya Ermenileri bu mesele ile uğraşmayı sürdürecekler. Konunun tarih komisyonu ile yumuşatılması da pek mümkün değil... Komisyon kurarak tarihe yargı getirmek abesle iştigal. Komisyonun varlığı tarihin daha da popüler olmasıyla sonuçlanacak ve toplumsal bilinç kendi mecrasına doğru akacak...
***
Bugünlerde Anadolu’yu gezenler 1915 olaylarına olan yaklaşımın nasıl değiştiğine bizzat tanık oluyorlardır. Toplum hatırlamak istiyor ve psikolojik sınır aşılmışsa, belleği durdurmak imkânsızdır. Peki, AKP bu muhtemel gelişmeye nasıl bakıyor dersiniz? Zaman gösterecek, ama milliyetçiliğin zincirlerinden kurtulmuş olan bir kimliğin çok daha özgürlükçü olacağı açık.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT