1. YAZARLAR

  2. Markar Esayan

  3. Zehirli pastanın çileği: Savaşı kışkırtmak
Markar Esayan

Markar Esayan

Yazarın Tüm Yazıları >

Zehirli pastanın çileği: Savaşı kışkırtmak

20 Ekim 2013 Pazar 23:59A+A-

10 aydır, yani Çözüm Süreci'nin bu son kavşağında hiçbir gencimiz ölmedi.

Bu cümlenin değeri ve anlamının yeteri kadar anlaşılmadığını düşünüyorum. Sanki insan hayatını korumanın ötesinde daha üstün bir meselemiz varmış gibi, bu gerçek nedense hak ettiği önemi görmüyor, ya da bizatihi yapay bir göz boyama gibi itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor.

Biz hatırlatalım tekrar: 10 aydır hiçbir gencimiz ölmedi. Ve bu o kadar somut bir gerçek ki!

Hiçbir ana, baba, eş, çocuk, akrabanın yüreğine ateş düşmedi. Bu Ramazan ve Kurban bayramları evlerde buruk kutlanmadı. Bir yakını 'etkisizleştirilmiş' hiçbir Kürt genç, 'intikam' için dağa çıkmadı. Çıkanlar gelen barışa da güvenerek çıktılar biraz da. Askerler ise şehit arkadaşlarının intikamını almak için bilenmedi.

Bunun için evet, Başbakan Erdoğan'a büyük bir teşekkür borçluyuz. Bu zor meselenin yükünü çeken Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'a ve şu an akıl almaz bir saldırının hedefinde bulunan MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a, evet teşekkür borçluyuz.

Bu tarihi meselede sürecin diğer muhatabı Abdullah Öcalan'a ve barış için tavır alan tüm Kürt aktörlere de teşekkür borçluyuz. Adil olacaksak, bu noktayı da es geçip gidemeyiz. Barış için, Kürt tarafında Öcalan, KCK ve BDP içinde samimi çaba gösteren kim varsa destek olmalıyız. Bu süreç, her şeyden evvel, muhatapların attığı adımları eleştirmek kadar takdir etmeyi de gerektiriyor çünkü.

Eğer 30 yıldır denenen ve sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiren bildik ve kolay yöntemde ısrar edilseydi, Erdoğan zor olana tevessül etmese, büyük bir risk almasa, Ergin, Atalay ve Fidan bu ateşten gömleği giymeyi kabul etmeseydi, bugün en az 400 tane daha yaslı evimiz olacaktı. Hatta Silvan sonrasını düşünürseniz, belki çok daha fazlası.

Bunun hiçbir önemi yok mudur?

Nedir bu savaş arzusu? 30 yıldır savaştık, öldük, öldürdük, elimize ne geçti? Kolayı zaten bu değil mi? Farklı bir şey yapılmaya çalışılıyor; olmazsa içine düşeceğimiz kan gölü orada hazır bekliyor bizi zaten, 'bir şey kaybetmiş değiliz', bu acilcilik, bu öfke, bu tahammülsüzlük neden?

Simülasyon yaşamayacağız, gençlerimiz, insanlarımız feci şekilde ölecekler!

Mustafa Karasu, 'Demokratikleşme Paketi Çözüm Süreci'nin bittiğinin deklarasyonudur' demiş. Yeni bir şey dememiş. Pakette Kürt sorunu için hiçbir şey yokmuş. Paket açıklandığından beri bunu tüm Erdoğan muhalifleri söylüyor. 'Eksikler var' demiyorlar, 'pakette hiçbir şey yok' diyorlar. Ama doğruyu söylemiyorlar. Doğruyu söylemediklerini de biliyorlar. Öcalan ise, son açıklamasında sürece eleştirileri yanında 'Zelzele dinmiştir' diyor, Diyarbakır'da İslam Konferansı' önerisi getiriyor.

Öcalan, 'En güçlü olduğumuz anda, Suriye'de tarihi bir fırsat yakaladığımız bir konjönktürde barış yapıyorsun' diyenlere inat direniyor. 'Ölmeden barışı görmek istiyorum' diyor.

Birisi şu basit sorunun cevabını versin: Şu an savaşı tekrar başlatmak için nasıl bir sebep var? Çözüm Süreci hangi 'ölümcül' gerekçeye dayanarak bitirilecek? İtirazları, talepleri, hakları siyasetle elde etmek için tarihin en müsait ortamına sahip olunmadığını, şiddetin tek yol olduğunu halklara nasıl anlatacaksınız? Bu süreçlerin yıllar sürdüğünü bilirken hem de, bu acelecilik neden?

Bu soruların, şiddete dönülmesi gerektiğini ima eden tek bir cevabı bile yok bugün. O nedenle yeniden şiddete dönenler için kahredici bir ceza bekliyor halkların yüreğinde.

Barışın teminatı oldukları için de, şu anda üzerinde oynanan, kırılmaya çalışılan Erdoğan ve Öcalan'ın barış iradeleri…

Mümkün olan en kışkırtıcı açıklamaları, haksızlıkları, karalamaları yaparak, 'Yeter!' denmesi murad ediliyor sanki. Bu arada 'askerle PKK bir 'karşılaşma' yaşasa ne iyi olur' diye iç geçiriliyor. Pastanın çileği gibi… Ama o pasta zehirli.

Oysa 10 aydır hiçbir gencimiz ölmedi. Halkı bu ilgilendiriyor. Halk, barışın mümkün olduğunu gördü. Barış için ipe un serenleri de görüyor.

Erdoğan birçok başarı elde etti. Liderlik başka bir kararlılık ve cesaret gerektirir. Eğer Erdoğan'ın gözü karalığı, siyasi zekâsı olmasaydı, bugün hala askeri ve sivil vesayetle yaşıyor olacaktık. AK Parti de devşirilecek, halkın teveccühünü kaybedecek ve en iyi ihtimalle bir Anavatan partisine dönüşecekti. Hala beklenti odur. Hükümet, iktidardaki muhalefet partisi olma özelliğini taşımakta rehavete kapıldığı, devlete hakim olduğunu düşündüğü anda Gezi krizi yaşandı.

Bu en iyi sağlama değil mi?

Erdoğan tarihe ancak bu barışı sağlayan bir lider olarak geçmeyi hak ediyor, yarım kalmış bir hikayenin kahramanı olarak değil. Bu olmadığında, 11 yıldır kaydedilen başarılar savaşın gölgesinde kalacak.

Provokasyonlar sadece çatışma, Paris suikastları gibi insan öldürmekle yaşanmıyor; en zoru barış iradesini zayıflatan, savaşın gerekliliğini vaaz eden kışkırtmalara direnmek.

Bu sadece siyasi liderler için değil, hepimiz için de geçerli. Çünkü bu zoru ancak siyasete destek olan halkların ezici barış talebi bozabilir.

YENİ ŞAFAK

 

YAZIYA YORUM KAT