1. YAZARLAR

  2. SERDAR BÜLENT YILMAZ

  3. Zavallı nasıl kurtulur? Ya da “Başkaldırıyorum O Halde Varım!”
SERDAR BÜLENT YILMAZ

SERDAR BÜLENT YILMAZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Zavallı nasıl kurtulur? Ya da “Başkaldırıyorum O Halde Varım!”

18 Nisan 2011 Pazartesi 22:52A+A-

[email protected]

Zavallılıktan kasttettiğimiz ve zül halinden başka bir şey olmayan ve de bundan dolayı Kitab’ın kurtulunması gereken hal olarak tanımladığı “mustazaf”lık, Zavallı tarafından ne hazindir ki, halini meşrulaştırıcı bir mazaret, dolayısıyla bir mazhariyet olarak görülmektedir. Çünkü Zavallı kendi gerçekliğine yabancılaştırılmıştır. Bu hal zavallılığın zirvesidir; o halde “mustazaf, Zavallıdır”ın altı kuvvetle çizilmelidir.

Zavallı, öncelikle bu zül halinden, zilletten kurtulması gerektiğine inanmalıdır. Peki, ama nasıl? Kafa karışıklığından kurtulamamış, çaresizliğe inandırılmış Zavallı, hücrelerine işlemiş ve davranışının temel belirleyeni olan köle psikolojisinden nasıl kurtulur, kendini yeniden nasıl var kılabilir?

Zavallı sömürge toplumu, kendi durumunu fıkhedemediği müddetçe zavallılıktan kurtulamaz. Müstebitler (sömürgeciler) tarafından elinden alınan iradesi/ “Furkan”ı olmadan, neye karşı çıkacağını, nasıl tavır takınacağını, müstebitin aslında kendisini nasıl ve niçin ve de ne neyini zaafa uğratarak zavallılaştırdığını göremeyecektir. Çünkü Zavallı’nın bu melekesi, müstebitler tarafından ilk zaafa uğratılan, ilk sömürülen, ilk elinden alınan varlığıdır. O halde Zavallı öncelikle zavallılığına, zayıf bırakılmış bir sömürge toplumu olduğu gerçeğine ayılmalıdır.

Furkan”ı elinden alınmış Zavallı’nın, hakikatin bütünlüğüne karşı körleştirilmiş, parça doğrulara ayarlı aydın aklı, bütünlüklü perspektifler geliştiremez. Ruhunu hakikatten alan doğru analojiler kuramaz.

Şeriati, İnsanın Dört Zindanı’nda insanın varoluşla kurduğu anlamlı ilişkinin üç biçimini üç ünlü düşünürden aktarır. Birincisi Descartes’in şüphecilik üzerine kurduğu ünlü sözüdür: “Düşünüyorum, o halde varım!” İkinci örnek Andre Gide’e ait: “Duyumsuyorum, o halde varım!” Son örnek de Albert Camus’dendir: “Başkaldırıyorum, o halde varım!” Şeriati, “başkaldırı”yı varoluşun en üstün biçimi olarak görür ve kabul eder.

Başkaldırmak, varoluşsal anlamı başkaldırıda bulmak… Toplumu bu anlam dünyasına taşımak… Bu ancak entelektüalizm kirlerinden arınmış, kitap ve hikmetin ışığında yürüyen ve de Zavallı’ya temel referanslarını kazandırmayı dert edinen öncü ve devrimci aydının işidir. Zayıf bırakılmış bir halkın aydını, zayıf bırakılmışlığın kirlerinden, sömürünün kodlarından arındığı ölçüde öncü olabilir, halkına istikamet çizebilir.

Rezil diktatörlerin, kan içici müstebitlerin karşısında aydın, halkını başkaldırıya çağıran kişidir. Ancak, aydının sınavı burada bitmez, o aynı zamanda onlara uzun projeksiyonlu bir istikamet de çizmek zorundadır. İstikamet üzere olmayan başkaldırı, akamete uğramaya mahkumdur. İstikametsiz başkaldırı yolunu bulamaz, maceradan maceraya atılır, temiz ve temizleyici nehirler olup kurtuluşa akmalıyken, necis denizlerde bulur kendini.

İstikamet sahibi öncüleri olmayan Zavallı elindeki fırsatları genellikle doğru değerlendiremez. Çünkü bunun için ahireti ıskalamayan sahici bir “kurtuluş projesi” yoktur. Onu selamete çıkaracak, istikamete ulaştıracak hikmete sahip değildir. Rehbersizdir. “Dall” halini yaşamaktadır. Şaşkındır.

Kompartmanlara ayrılmış toplumun, segmenter yaklaşımları aşarak direniş çevresinde bir araya gelmiş olması dahi onun, hakiki bir istikamete, nihai kurtuluşu işaretleyen sahici bir projeksiyona, adalet kurucu bir usule sahip olduğu anlamına gelmez. Hatta bunlara sahip olmayan Furkan’ını yitirmiş zavallı toplum ve aydın için kurtuluşun ön şartı olarak siyasal ve toplumsal birliği sağlama fikri, kimle bir araya geldiğini önemsizleştirdiği oranda bir sapmanın bizatihi kendisi de olabilir.

Başındaki müstebitlere başkaldıran Zavallı’yı bekleyen en büyük tehlike, “zafer sanrısı”dır. Zafer sanrısı Zavallı’nın savaş alanını erken terk etmesine, toplumun önderliğini yeni sömürgecilere terk etmesine neden olur. Oysa Zavallı’nın zaferi ancak zavallılıktan kurtulmasıdır. İstikamet, yani sahih usulden, yani bilinçten yoksun duyarlılıklar, samimiyetler, Zavallı’yı yeni bir köleliğin, yeni efendilerin kollarına iter. İstikamet yoksa gaddar müstebitlere başkaldıran Zavallı, topluma önder olmak yerine toplumun yeni zalimi olur. Endişeyle yola düşen istikametsiz Zavallı genellikle, çölde yönünü şaşırmış bir kervan gibidir. Yarılıp kendisine yol vereceğini sandığı denizlerin içinde boğulur. Zamanı ve toplumsalı anlamak; aynı zamanda bu ikisinin zavallı toplum içinden ürettiği kadim tiplerin çarpılmış suretlerini doğru tespit etmekten uzaktır. Oysa devrim günlerinde en lazım bilgilerden biri budur.

İstikamet yoksa sinsi sömürgecilerin iğrenç planlarına, ayartmalarına, iğvalarına karşı koyamaz; sentezi parçalanır, aklı uçuşur; sonuçta yumuşak tağutizme, Ebu Taliplere, liberal kandırmacalara aldanır. Malik bin Nebi’nin ayrımıyla söyleyecek olursak, totaliter sömürgeciler gider, liberal sömürgeciler gelir.

Zavallının kurtuluş yolu bir sürekli direniştir. Ancak istikametsiz direniş, sahici anlamda kurtuluş getirmez.

Rad 11. ayet değişimi toplumsal özün değişmesine bağlar. Toplumsal siyaset, organizasyon ve idare değişse de öz değişmiyorsa diriltici bir değişimden dolayısıyla zavallılıktan kurtaracak bir “inkılab”dan bahsetmek mümkün olmaz.

-----

Bu makale Özgün Duruş gazetesinin 84. sayısında da yayınlanmıştır.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum