Zalim Kaptanla Anlaşmak Gemiyi Kurtarmaz, Şahsiyeti de Bitirir!
Esed’le anlaşma sözlerinin sıkça dillendirildiği bu günlerde adalet ve hakikat derdi olanlarla ulusal çıkar mantığına saplananların ayrışması kaçınılmaz görünüyor.
Hayreddin Karaman Hoca Suriye’de yedi yıllık süreçte olan biteni çok net bir şekilde özetledikten sonra, sorusunun cevabını da içinde barındırdığını ekleyerek yazısını şu soruyla bitirmiş: “Gemiyi kurtarabilmek için zalim kaptanla anlaşma noktasına geldik mi?”
Bu soruya farklı zaviyelerden farklı cevaplar verilebilir. Mamafih biz adalet ve hakikat zaviyesinden bakıldığında zalim kaptana hiçbir zaman gemi teslim edilemeyeceğini; zalime karşı mücadele etme seçeneğinin unutulmasını, geri bırakılmasını getirecek hiçbir yaklaşımın insanların hayrına yol açmayacağını vurgulamakta yarar görüyoruz.
Hayrettin Karaman Hoca’nın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan yazısı (06 Eylül 2018) şöyle:
Esed ile Barışmak mı?
“ABD yönetimi, Suriye’nin İdlib kentindeki gelişmeleri yakından izlediğini vurgulayarak, ‘Eğer Beşşar Esed yeniden kimyasal silah kullanmayı seçerse ABD ve müttefikleri hızlıca ve uygun şekilde karşılık verecektir, bu konudaki duruşumuz nettir’ açıklamasını yaptı.”
Şu tehdide ve tedbire bakın! Kimyasal silahla katliam yaparsa önlenecek, diğer silahlarla yaparsa müdahale edilmeyecek!!!
Esed’in cinayetlerinin baş sorumlusu önce ABD, sonra Rusya ve diğer destekçileridir.
Niçin önce ABD?
Çünkü Suriye halkı yıllarca çektiği zulümden, baskıdan, bir Nusayrî azınlığın yönetime silahla el koyup bir daha bırakmamasından, ülkede servetin adil dağıtılmayıp yöneticiler ve destekçileri arasında paylaşılmasından… bıkıp usandığı, “artık yeter” demenin zamanı geldiğine karar verdiği için sokağa çıktı.
Sokağa çıktı da ne yaptı?
Silah yok, terör yok, vurup kırma ve yağmalama yok…
Bütün istedikleri adil bir seçimle halkın istediği kişilerin yönetime gelmesi ve zulmün sona ermesinden ibaret.
Buna karşı Esed’in ve ipini ellerinde tutanların yaptıkları silahsız insanları tutuklamak, işkence yapmak ve topluluklara ateş açarak öldürmek ve yaralamak oldu.
Türkiye ne yaptı?
Türkiye en üst seviyelerde devamlı görüşmeler ve konuşmalar yaparak halkın istediklerini kısmen de olsa vererek durumu yumuşatmayı ve en az zararla normalleşmenin yollarını bulmayı tavsiye etti. Esed bu makul teklife önce evet diyordu, sonra vazgeçip yanlış olan yolda ısrar ediyordu.
Türkiye’nin önünde iki yol vardı: Ya “Suriye halkının meşru talebinden bana ne, ben çıkarıma bakarım, bu da Esed’le iyi geçinmemi gerektiriyor” diyerek onun yanında yer alacak, halka uygulanan zulme yardımcı ve destekçi olacaktı, yahut da zulme isyan eden halkı destekleyecekti.
Hukuk, ahlak, din ikincisini emrettiği için o da bunu yaptı.
Eğer ABD başta verdiği görüntüyü ve sözleri değiştirmeseydi kısa zamanda Esed bitecek, Suriye’de normalleşme devreye girecekti.
ABD sözünde durmasa, ikili oynasa, gevşek davransa, yanlış ata oynasa bile Rusya devreye girip Esed adına savaşmasaydı ÖSO yine Esed’in işini bitirme noktasına gelmişti.
Şu oldu, bu oldu, sonunda öyle bir noktaya geldik ki, bazı aklı başında kimseler bile “Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmesinin zamanı gelmiştir, Esed yönetimindeki Suriye ile doğrudan görüşmeler yaparak ilişkileri, bütün taraflar bakımından olabilecek en az zararla normalleştirmesi gerekiyor, aksi halde Türkiye de, muhalifler de daha büyük zararla ve daha çetin problemlerle karşılaşacaklardır” demeye başladılar.
Suriye probleminde taraflardan birini veya diğerini destekleyen devletlerin birinci hedefleri maddidir; jeo-strateji ve enerji ile ilgilidir, ama unutmamak gerekir ki, saikler arasında din, mezheb ve ideoloji de vardır.
ABD, Rusya, AB ve diğer gayr-i müslim ülkeler İslam dünyasının uyanmasını, kalkınmasını, birleşmesini, dine dayalı medeniyetlerini ihya edip yeniden yaşamaya başlamalarını istemiyorlar. Maddi çıkarları çatışsa bile bu hedefte birleşiyorlar. Herhangi bir İslam ülkesinde samimi Müslümanlar inançlarına uygun bir düzen kurmak için harekete geçtiklerinde, bu hareket demokrasinin teknik kurallarına uygun olsa bile derhal karşı çıkıyor, hareketi kanlı kansız bastırmak için darbeci askerlerle, krallarla, diktatörlerle işbirliği yapmaktan utanmıyor ve çekinmiyorlar. Bu ülkelerdeki laikleri ve dinsizleri koruyor, destekliyor, iktidara getirmeye çalışıyorlar; dinde reform yaparak Batı’ya boyun eğmeyi tercih eden sözde İslâmî hareketlere gerektiğinde “ılımlı” diyerek hoş bakıyorlar, sahih İslam’a bağlı bir devlet ve dünya düzenini savunanlara radikal, kökten dinci, siyasal İslamcı diyerek karşı cephe oluşturuyorlar. İslam’ı terör dini olarak takdim ve temsil eden marjinal gruplara örtülü destek veriyorlar, böyle gruplar yoksa kendileri icad ediyorlar.
Sonuç olarak hem soru hem içinde cevap bulunan bir cümle kurayım:
Gemiyi kurtarabilmek için zalim kaptanla anlaşma noktasına geldik mi?
HABERE YORUM KAT