Z kuşağının din algısı değişiyor mu?
Bengül Güngörmez, genç nesillerin dine yaklaşımına dair yapılan genel kanıları tartışıyor.
Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Açık Görüş
Z kuşağının din algısı değişiyor mu?
Türkiye'de son yıllarda gençlerin dini inanç ve tutumları hakkında birçok araştırma yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Araştırmacılar genelde sekülarist (seküler değil, sekülarist: bu ikisi genelde birbiriyle karıştırılır ancak farklı şeylerdir, seküler dünyevi davranabilir ama sekülarist herkesin dünyevi davranmasını ister, bu yüzden o bir ideolojidir) bir eğitim sisteminden geldikleri için ve Cumhuriyet Türkiyesi'nde onların 'birden' nereden çıktığını bir türlü anlayamadıkları için muhafazakar kesimi araştırılması gereken bir kitle, nesne, kobay olarak görür.
Masa başı araştırmalar
Özellikle Ak Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra sekülarist aydınlarımız ve akademisyenlerimiz insanların niçin dini referansları olan bir partiye oy verdiklerini araştırmaya, muhafazakâr ve mütedeyyin repertuara sahip partilere yönelik ortaya koydukları teveccühün sınıfsal ve ideolojik nedenlerini sorgulamaya ve çoğu zaman da eleştirmeye başladılar. Bazı kesimler ise, tabiri caizse masa başı yaptırdıkları sözde kamuoyu araştırmalarla gençlerin dindarlık düzeylerini ölçme çabasına girdiler. Söz konusu araştırmalarda murat ettikleri sonucu -gençlerin her geçen gün daha fazla dini inançlarını kaybetmeye başladıkları ve ateizme/deizme kaydıkları- hayalini/niyetini çeşitli platformlarda dillendirmeye çalıştılar.
Bu araştırmacılar sıkça ideolojilerini yansıttıkları araştırmalarının bilimsel olduğunu da iddia etmişlerdir. Genelde gençler özelde de Z kuşağındaki gençler, sadece akademik çevreleri değil, aynı zamanda siyasetçileri de ilgilendirmeye başladı. Siyasetçiler Z kuşağından umutla bahsederlerken, herkes kendi siyasi eğilimlerinin bu kuşağa yansıdığını düşünmektedir.
Yüzde 90 dine yakın
Prof Dr. Mehmet Zeki Duman ve bendeniz de gençlerin din ve dindarlık algılarındaki değişimi akademik bir araştırmayla ortaya koymaya çalıştık. Temsil ediciliğinin yüksek olduğunu düşündüğümüz Bursa Uludağ Üniversitesi ölçeğinde yaptığımız araştırma neticesinde, gençlerin dini inanç ve tutumlarını saptamayı hedefleyen kamuoyu araştırmalarının pek de gerçekçi sonuçlar ortaya koymadığını tespit ettik.
Sahadan elde ettiğimiz veriler, gençlerin çoğu zaman kamuoyu araştırmaları tarafından iddia edildiğinin tersine dini inanç konusunda bir hayli yüksek oranlarda müspet bir tutum ortaya koyduğu gözlendi. Örneğin öğrencilerin yüzde 90'ı islam dininin temel esaslarından ve aynı zamanda da imanın şartlarından biri olan Allah'ın varlığı ve birliğine inandığını belirtmiştir. Aynı şekilde öğrencilerin yüzde 88'i Hz. Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna, yüzde 87'si ise Kuran'ı Kerim'in Allah'ın kelamı olduğuna, yüzde 83'ü öldükten sonra Allah tarafından diriltileceğine ve dolayısıyla Ahiret gününün varlığına, yüzde 87'si meleklerin varlığına, yüzde 84'ü kaza, kader, hayır ve şerrin Allah tarafından geldiğine inandığını beyan etmiştir. Bu veriler hiç de düşük oranda değildir. Bu yüzden yeni kuşakların inançsız, Allahsız, kitapsız oldukları söylenemez.
Deizm artmıyor
Bulgularımız, iddia edildiğinin aksine, Z kuşağındaki üniversiteli gençlerimizin büyük çoğunluğunun güçlü bir dini inanca sahip olduğunu, dolayısıyla da gençler arasında ateizmin veya deizmin aşırı derecede artmadığını ortaya koymuştur. Gençlerin dinin itikat boyutuna inançları oldukça güçlüdür. Toplamda ancak yüzde on - on beş arası bir kesimin dini itikatının olmadığını ya da zayıf olduğunu söyleyebiliriz ki bu da her toplumda rastlanabileceği gibi son derece normaldir. Her sistem her büyük düşünce ve her din mutlaka muhalifini de beraberinde yaratır. Her dinin inananları olduğu gibi inanmayanları da vardır.
Demek ki bazılarının iddia ettiği gibi gençlerimizin inançsız olduğunu söylemek, toplumca dini bakımdan uçuruma doğru gittiğimizi dair felaket tellallığı yapmak yanlış olur. Bununla birlikte bizim araştırmamızın elde ettiği veriler gençlerin dine inanma ve dinin pratiklerini yerine getirme tarzlarının ailelerininkinden farklılaştığı sonucuna götürüyor. Üniversiteli gençlerimizin dini inanç (itikat) boyutunda gösterdikleri yüksek oranın, dinin ameli (pratik) ibadet boyutunda daha düşük çıkmıştır ki, bu din sosyolojisinde yapılan araştırmaların kahir ekseriyetinin de ortaya koyduğu bir gerçektir. Özellikle de modernleşen, kentleşen, liberalleşen, bireyselleşen toplumlarda sekülerleşmenin de bu süreçlerle at başını gittiğini, bireylerin ibadet konusunda daha esnek bir tutum gösterdiklerini söylemek mümkündür.
Modernler ve ritüeller
Bununla birlikte ben bunu da çok anormal bulmuyorum çünkü modern kent hayatında, modern çalışma ve okul hayatında söz konusu dini ritüelleri gerçekleştirmek pek de kolay değildir. Kişinin günde en az beş kere abdest alması, namaz kılacağı sükun içinde bir ortam ve mekan bulabilmesi, işyeri ve okulun çalışma zamanının dini ibadetlere göre ayarlanabilmesi modern kent hayatında kolaylıkla gerçekleştirilebilir şeyler değildir. İbadet etmeyi bırakın modern hayatın çalışma hızına, akışına yetişmek dahi kolay değildir. Eğitim konusuna özel bir önem veren ailelerin kurstan kursa koşan çocukları, iş dünyasının ağır şartlarında hayatlarını sürdüren gençler, uzun çalışma, toplantı saatleri sonrası trafikte, alışverişte akan zaman kişinin ailesine ayırdığı zamanı dahi köreltmiş neredeyse yok etmiştir.
Yine araştırmanın neticelerine baktığımızda öğrencilerin büyük bir kısmının gerek aile gerekse arkadaşlık ve özel yaşamlarında dindarlığı olmazsa olmaz bir koşul olarak görmedikleri anlaşılmıştır. Burada verilere tek tek yer vermek istemiyorum merak eden kitabı edinip okuyabilir. Yapılan tablolarla ayrıntılı bir şekilde değerlendirmeleri görebilirsiniz. Ayrıca fakülte bazında değerlendirmeler de mevcut. Burada bütün bir araştırmayı ortaya sermek mümkün olmadığından araştırmadan elde ettiğimiz sadece çarpıcı birkaç noktaya değinmek isterim.
Araştırmanın bir boyutu da eğitim ve din algısı ilişkisi hakkındaydı. İşte burada elde edilen verilerin ilgililer tarafından dikkatle incelenmesi gerekir. Araştırma çapraz tablolarla değerlendirildiğinde eğitimin dini niteliğinin arttıkça inanç konusunda şüphelerin de arttığını görüyoruz. Mesela en koşulsuz tarzda inandığını söyleyenlerin başında açık öğretim ve hemen sonrasında meslek liseleri gelirken dini eğitim veren imam hatip lisesi sıra konusunda en sonda gelmiştir. Bu netice açıkçası ülkemizde dini eğitim merkezli okullarda verilen dini eğitim üzerine tekrar tekrar düşünmek gerektiğini bize göstermektedir. Bu durum pratiklere de yansımış durumdadır. Mesela her gün beş vakit namaz kılıyorum diyen öğrencilerin en çok mezun oldukları liselerin başında açık öğretim lisesi, ikinci sırada fen lisesi, üçüncü sırada meslek liseleri, dördüncü sırada İmam Hatip lisesi ve son olarak da Anadolu liseleri gelmektedir.
Ahlaki tutum önde
Yine araştırmadan elde ettiğimiz verilere göre, eş seçiminden arkadaş seçimine, faizden, kumara, flörtten içki içmeye varıncaya kadar birçok konuda gençlerin dini doktrinden ziyade ahlaki bir tutumu daha fazla yeğlediklerini görüyoruz. Örneğin dindar eş değil de dindar olmasa da ahlaklı bir eş seçenlerin oranının daha fazla olduğunu görüyoruz. Burada tek tek ele alamayacağımız daha ayrıntılı değerlendirmeleri yine kitaptan edinebilirsiniz.
Elbette bize benzemeyecekler
Netice olarak şunları söyleyebiliriz: Dünyevileşmek, sekülerleşmek, modernleşmek, bireyselleşmek, kentleşmek ve kapitalist kültür bizi iddia edildiği gibi Allah'a olan inançtan değil ama geleneksel dini pratiklerimizden bir ölçüde uzaklaştırmaktadır. "İnsanlar babalarından çok yaşadıkları çağa benzerler" demiş Marc Block. Elbette çocuklarımız bize benzemeyecekler, onların çocukları da onlara benzemeyecek. Bu zincir böyle devam edecek, önemli olan bazı temel tecrübelerin kuşaklar arasında bozulmadan, yozlaşmadan aktarılabilmesidir. Kuşaklar arası uçurum büyüdüğünde, bu tecrübenin aktarılması da güçleşir. Kuşaklar arası tecrübelerin aktarıldığı kanallar tıkandığında, oluşan boşluk tecrübeyle doldurulamadığında, sağduyu bilgisinden yeni kuşaklar yoksun kalırlar ve işte o zaman ünlü Alman-Yahudi filozof Hannah Arendt'in totaliter Alman toplumunda karşılaşıyoruz dediği "düşünme yoksunu" insanlar ortaya çıkar ki bu da bir toplumu kolaylıkla uçuruma götürebilir. Düşünme yoksunu insan önünde cereyan eden herhangi bir hadise hakkında vicdanen, ahlaken karar veremeyen, olayın toplumsal ve insani sonuçlarını hesap edemeyen sürü ya da kitle insanıdır. Son derece kişiliksiz, şahsiyetsiz, niteliksiz insan tipidir. Düşünüldüğü ve görüldüğü gibi, milli eğitim ve üniversitelerde verilen eğitim, isterse sabah akşam din eğitimi de verilsin bu tecrübeyi aktaramazlar, bu şahsiyetli insanı yaratamazlar. Tecrübeyi aktaracak kanallar ailede, mahallede, akrabalıkta, dostlukta, komşulukta, caminin aurasında, usta çırak ilişkisinde mevcuttur. Yeter ki bu kanallar açık kalsın.
HABERE YORUM KAT