1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Yüzyılın felaketini nasıl aşacağız?
Yüzyılın felaketini nasıl aşacağız?

Yüzyılın felaketini nasıl aşacağız?

Yasin Aktay, deprem konusunda nelerin yapıldığını nelerin yapılması gerektiğini analiz ediyor.

08 Şubat 2023 Çarşamba 11:00A+A-

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Yüzyılın felaketi

Belli bir periyotla okuyucunun karşısına çıkmak durumunda olan bir yazar için olabilecek en zor yazılardan birini yazıyorum. Ne planlarımız vardı bugün yazmak için, ne deli düşünceler geziniyordu zihnimizde. Ona laf yetiştirecektik, buna cevap verecektik, şu konu yarım kalmıştı onu tamamlayacaktık. Rutininde akıp giden bir gündem vardı biz de rutinine uygun bir yorum yapacaktık. Ya bir de ertesi gün yapacağı bir sürü işin planını düşünerek uyumuş insanlar. Heyecanlı oyunlarının yorgunluğuyla, sabah saatlerinde kalkıp iki haftalar tatilin ardından okula gitmek üzere kendilerini gecenin huzurlu kucağına atmış küçücük bedenler. Önlerinde upuzun bir hayat. Anne babalarının

geleceğe uzattıkları amaçlar, hayalleri…

Bir orta ölçekli kıyamet gelip kendi konusunu öyle bir anlatıyor ki, başka gündeme bir satırlık münasip bir yer, başka bir mevzu için hiçbir münasebet kalmıyor. Tek konu ve tek gerçek var şimdi: deprem. Getirdiği ölümlerle, boşa çıkardığı hayatlarla, doldurup hiçleştirdiği anlamlarla, hatırlattığı ve yüzümüze acımasızca vurduğu ihmallerimizle, gafletimizle, tamahkarlıklarımızla, cehaletimizle. Kendimize ait zannedip başkalarından kıskançça, bencilce sakındığımız mülklerin hiçbirinin bize ait olmadığını, en çok ihtiyaç duyduğumuz anda hiçbir işe yaramayabileceğini aynelyakin gördüğümüz kerte.

Bu kerteleri hayatımız boyunca başkalarının başına gelen felaketlerle, ölümlerle sıkça yaşıyoruz aslında. Başkalarının felaketleri bizim başımıza gelebilecek felaketlerin de habercisi. Başkalarının ölümü bizim ölümümüzün habercisi olduğu gibi. Ama başkalarının yaşadığı felaketleri kurulduğumuz keyifli koltuklarımızdan seyrederken onların çektikleri acıları hafifletmek, bunun için o acıları paylaşmak ve bir nebze üstlenmek hususunda bize gelen sorumlulukları tanımazdan gelmekte bir istidat kesbetmişizdir. Ne ilgilendirir ki bizi başkaları? Sorun onların sorunudur…

İki kıyamet vardır, biri insanın kendi ölümüyle yaşadığı küçük kıyamet ve diğeri bütün insanlarla birlikte yaşanan büyük kıyamet. Ya yine kısmen kendi insanlarımızla birlikte yaşadığımız bu olay ikisinin arası bir şey sayılmaz mı? Bu kıyamet geldiğinde dün yarım bıraktığı işleri bugün tamamlamayı kaç kişi düşünebilir?

6 Şubat itibariyle yüzyıllık cumhuriyet tarihimizin en büyük doğal afeti ile karşı karşıya kalmış bulunuyoruz. 17 Ağustos 1999 depremi ile karşılaştırılabilir belki ama hem şiddeti itibariyle hem süresi ve hem de etki alanı itibariyle ondan çok daha büyük bir afet ve kışın en şiddetli soğuklarının ortasında gelmesi afetin vahamet boyutlarını katlayarak artırıyor.

Belki bir teselli 24 yıl öncesine nazaran Türkiye’nin afetle mücadele kapasitesinin, hızının ve etkinliğinin de çok artmış olmasıdır. Gerçekten de olayın ilk anından itibaren, gecenin zifiri karanlığı ve soğuğu altında bu kadar geniş bir alana yayılmış bir afetin birçok noktasına aynı anda sayısız müdahaleler, yardım ve destekler hızla ulaşmaya başladı.

Ancak yetişilemeyen yerler, saatlerce hiç yardımın ulaşamadığı noktalar da çok sayıda. Yine de böyle bir felaket karşısında ortaya konulan muhteşem devlet millet seferberliğinin göz yaşartıcı örneklerini sıkça yaşamak çok daha teselli edici.

Yıllardır Türkiye’nin içinde ve dışında sayısız afetle mücadele ve insani yardım tecrübesi edinmiş yüzakı kuruluşlarımızdan AFAD’ın da kendi tarihindeki en büyük afetle karşı karşıya olduğunda kuşku yok. Şimdi Türkiye’de resmi veya sivil bütün kurum ve imkanları organize ederek, bütün unsurlarıyla tam bir seferberlik mantığıyla sahada canla başla çalışıyor.

Böyle bir afet senaryosunun hiç çalışılmamış olduğunu zannediyorum. Yarısı büyükşehir, 10 ilimizi birden bu şekilde vuran böyle bir afeti kimsenin beklediğini zannetmiyorum. Bugün zaten bekleniyordu diye ortaya çıkanlar bile en kötümser halleriyle bile bu kadar büyük ölçekli bir felaket senaryosu yazamıyorlardı.

Hiç kuşkusuz her deprem hatta her afet bizi uyarıyor, her bakımdan bir muhasebeye zorluyor. 17 Ağustos depreminin bizim zihnimize kazıyarak öğrettiği en büyük ders, en büyük uyarı, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğiydi. Bu gerçek, arada gelen birçok başka deprem vesilesiyle birlikte kendini tekrar tekrar hatırlattı. Alışmalıyız diyorduk ya depremlere? Sonuçlarını her seferinde göze alarak mıydı o, geleceği belli depremlerin sonuçlarına karşı tedbirlerimizi alarak mıydı? Depreme nasıl alışacaktık? Hiçbir zaman yakamızı bırakmayacak bir muhasebe sorusu.

Tabii şimdi zamanı değil. Enkaz altında kalanları çıkarma, cenazeleri kaldırma, yaraları sarma, taziyeleri kabul etme zamanı şimdi. Dünyanın her yanından insanların Türkiye ile birlik ve beraberlik duygularını, hüzünlerini sergilemek için yarıştıklarını görüyoruz.

Mizah dedikleri aşağılık sululuklarıyla kustukları kinleriyle, Charlie Hebdo gibi soysuzlar yüzünden hüznün de, acıların da, ölümün de, kıyametlerin de tek başına ve sadece dostlarla yaşanmadığını ve hiçbir şeyin anlamsız olmadığını, hayatın devam ettiğini ve orada bizi bütün görevleriyle beklediğini hatırlıyoruz.

Milletçe başımız sağ olsun. Depremde hayatını kaybedenlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, yakınlarına da başsağlığı ve sabır diliyorum.

HABERE YORUM KAT