Yüzüncü yıl…
İnsan yol ve yaş aldıkça hem zamanın farkına varır, hem zamandan uzaklaşır. Fark ve tekrar, değişim ve aynılık duyguları iç içe girmeye başlar. Nitekim doğru yerdeyseniz etrafınız yıllar boyu mücadele vermiş, her değişim umudu ve kanısı sonrası aynı sorunlarla yüz yüze kalmaktan yorgun düşmüş insanlarla doludur.
1908'in, 2. Meşruiyet'in ilanının yüzüncü yılındayız.
Ama bir o kadar da darbe ve kumpasların yüzüncü yılını soluyoruz.
Dönemin İttihatçı subayı, Mustafa Kemal'in yakın arkadaşı Ali Fethi Bey'in 18 Eylül 1908'de "Askeri Dergisi"nde yayınlanan bir makalede sarfettiği cümleler ile bugün sıkça sivil alana çıkış yapan askeri otoritenin açıklamaları arasındaki yakın akrabalık başka nasıl açıklanmalı?
Şöyle diyordu Ali Fethi Bey:
"... Saadet-i memleketi, hayat-ı milleti muhâtarât-ı azimeye düşüren idarey-i seyyie-i mutlakanın tehlike ve felaket nokta-i nazarından, hâk-i pâk vatanı pay-ı istila ile çekinmemek isteyen harici düşmanı kıyasen ne farkı olabilirdi?..."
Bundan tam 93 yıl sonra, 7 Ağustos 2001 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı yazılı bir açıklamayla siyaset kurumuna bakışını şu şekilde özetliyordu:
"Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde; ekonomi iflas noktasına gelmişse, ekonomiyi bu hale getirenler hakkında en ufak bir işlem yapılmıyorsa, milli ve ahlaki değerler aşındırılmışsa, soygun düzeni adeta normal bir davranış haline gelmişse, AB'ye girmeyi hedefleyen bir ülkede Ortaçağ'ı hedefleyen zihniyetler devlet kadrolarında bile yer alabiliyor ve buralara özenle yerleştiriliyorsa, ülke içinde siyasi istikrar, kişisel ihtiraslar nedeniyle bir türlü sağlanamıyorsa, ülkenin bir parçasında, ekonomik ve sosyal tedbirlerin alınamaması neticesi ayrılıkçı terörün, etnik/milliyetçi ve ayrılıkçı harekete dönüşmesi önlenemiyorsa, küreselleşme anlayışı ekonomik teslimiyetçilik olarak benimseniyorsa..."
1900 başında hedef padişah, 2000 başında ise hedef hükümetti; dil ve siyasi hakimiyet niyeti ise ortaktı…
Gerçek çıplaktır.
Türkiye'de resmi devlet ideolojisi kökenden, kökten, tarihten kopuşu ve kültürel mesafeyi beslediği oranda ideolojik bir süreklilikten beslenir...
Sorunların dönüp dolaşıp, aynı biçimlerle, aynı tezahürlerle, hatta aynı vurgularla karşımıza çıkmasını önemli ölçüde bu gerçek açıklar...
"Devlet iktidarı ile siyasi iktidar ayrımı" üzerine oturan, devlet iktidarını temel olarak askeri otoriteye bırakan, devletin, yani askerin siyaset kurumunu yönlendirmesi, denetlemesi fikrini kurallaştıran, kültür ve toplumdan gelen talepleri tehlike olarak tanımlayan, verili ve steril bir vatandaşlık kimliğini zorla üretmeye soyunan bir yapılanma, bir sert çekirdek var ortada...
Ve bu sert çekirdek süreklilik arzediyor...
Ancak şu da bir gerçek:
İdeolojik doku kendisini yeniden üretmeye çalıştıkça, toplum da ters istikamette yol almakta, bu dokuyla arasındaki mesafeyi açmaktadır. Resmi ideolojiye rağmen toplumsal dinamikler ve sivil alan kültürel olanı keşfetmekte, kültürel değerlerin sorunlara yönelik hakemlik kabiliyetini pekiştirmektedir. Üstelik bu keşif ve pekişme demokratik ilkelerin her geçen gün artan oranda benimsenmesi, temel hak ve özgürlükler alanının genişmesi üzerinden gerçekleşmektedir.
Peki günümüz Türkiyesi'ni bu kutuplar arasında nereye yerleştirmeli, nasıl anlamalı, nasıl açıklamalı?
Temel soru işte budur...
Yanıt ise şu:
Günümüz Türkiyesi kültürel kopukluğu sürekliliğe, ideolojik sürekliliği kopuşa çevirme kavgası veriyor.
Bir yandan tarihiyle, toplumuyla, farklılıklarıyla tanışma, yüzleşme, barışma mücadelesi veriyor, buna uygun bir zihniyet dokusunun, siyaset ve yönetim anlayışının peşinde koşuyor, öte yandan, bu mücadelenin kaçınılmaz kıldığı gerginlikleri, gerilimleri yaşıyor.
Ancak yaşanan gerilimler değişimin kaçınılmaz sarsıntıları olarak karşımızdadır.
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT