Yüzyılın hikâyesi… Yüzyılın devrimi
Suriye halkının cesaretiyle hayalden gerçeğe dönüşen devrimin, 100 yıllık esareti nasıl sonlandırdığını ve bu mücadelenin tüm bir coğrafya için taşıdığı anlamı Peren Birsaygılı Mut, Fokus+ için kaleme aldı.
Peren Birsaygılı Mut / Fokus+
Nice insan, ha oldu ha olacak diye onu beklerken hayatını tüketmişti. Devrimi, uğruna ölümü bile göze alabilecekleri en kutsal amaçları olarak gören pek çok insan duvara toslamıştı yolun sonunda. Bu hayali, bir övünç madalyası gibi göğsünde taşıyan sayısız genç kaybolup gitmişlerdi bir yerlerde. Kendilerini soylu ideallerin peşinde koşan devrimciler olarak gören erkek ve kadınların mezar taşlarıyla doluydu topraklarımız o nedenle. Kimisi üzerine benzin dökerek kendini ateşe vermiş, kimisi de “Ölümlere yatarım da, baş eğmem zindanlara” diyerek girdiği ölüm orucunun ardından 35 kiloya düşerek veda etmişti hayata.
Devrim sözünü duyduğumuz zaman, biz geride kalanların kelimeleri de boğazına düğümleniyordu hep bu yüzden. Üzerinden onlarca sene geçmesine rağmen zihinlerimizden silemediğimiz bir sürü sahne… Uzaklardan belli belirsiz duyulan bir ses… “Ölüm düşme peşime, gençtir daha benim yaşım” diye şarkı söylüyor. Karşıdan başka bir ses ona cevap veriyor; “Erken öleceğiz seninle biz, şafaktan önce öleceğiz.” Devrim artık bir hayal olmaktan çıkmış, hüzün demek olmuştu bizler için. Büyük bir pişmanlık olmuştu. Zira bize kendini bir gösterip bir kaybolan o hayalin, aslında en büyük düşmanımız olduğunu görmüştük. Affedersiniz ama salak gibi nasıl da aldatıldığımızı fark etmiştik. Bu ülkenin binlerce evladını peşinden koşturdukları şeyin aslında devrim falan değil de, içlerinde Suriye muhaberatının da olduğu bilumum istihbarat örgütlerinin gizli odalarında tasarlanan birtakım planlar olduğunu ve kendimizi kuş gibi özgür sandığımız tüm o zamanlar boyunca, aslında nasıl da tutsak olduğumuzu anlamıştık.
Bu yüzden, Suriyeli yazar arkadaşım İbrahim al Jabin’e şöyle söyledim geçtiğimiz günlerde; Hayatımda ilk kez gerçek bir devrim görüyorum, gerçek devrimciler görüyorum. Şamlı, Hamalı, Halepli, İdlipli ya da Humuslu… Bu, onun nezdinde bütün Suriyeli devrimcilere anlatmak istediğim bir şeydi aslında. Çünkü o muazzam korku duvarını yerle bir ederek, sadece Suriye’yi büyük bir esaretten kurtarmamışlardı. Aynı zamanda, 16 Mayıs 1916 tarihinde bir araya gelen İngiliz Mark Sykes ve Fransız François Georges-Picot tarafından imzalanan Sykes-Picot Anlaşması’nı da fırlatıp atmışlardı. Ve 100 sene önce şehirlerimizin yağmalandığı yani Şam, Halep, Hama ya da Humus, Antep ve Maraş’ın aynı ortak kadere sahip olduğu günlerden bu yana atılmış en esaslı tokattı bu. Başındaki örtüye el uzatılan Maraşlı teyzenin ya da evladı kurşuna dizilen Halepli annenin intikamıydı. Aydın’ın Çamlık köyünden olan ninem, sürekli çocukken şahit olduğu bir olayı anlatırdı. Köyde ne kadar erkek kaldıysa, hepsini camiye kapatmışlar ve ateşe vermişler. İçinde dayıları da varmış. Sadece Suriye’yi büyük esaretten kurtarmamışlar, aynı zamanda bizlerin de intikamını almışlardı.
Bir Halkın Haysiyet Mücadelesi
100 sene evvel namusumuza, canımıza ve malımıza göz dikenlerin başımıza musallat ettiği ve işkence tekniklerini bile onlardan öğrenen katil bir rejimin ortadan kaldırılması, öyle büyük bir sembolik anlama sahipti ki. Müslümanlar olarak, farklı ideolojilerin zehirlediği bedenlerimizin tek ilacı yani bizi hayata döndürebilecek tek şey, bu topraklarda her zaman onların istediğinin olmayacağını haykırabilecek cesarete sahip olabilmekti çünkü. Bizden hoyratça koparıp aldıkları her ne varsa geri almak için savaşmak ve bu uğurda defalarca düşsek de ayağa kalkabilmek, aynadaki suretimize baktığımızda utanç duymamız için yetecekti bizlere... Ve çok ağır bedellere rağmen vazgeçmedikleri bu haysiyet mücadelesi sonucunda 70 yıllık bir diktatörlüğü yıkarak, sadece Suriye halkına değil hepimize derin bir nefes aldırmışlardı. Onlar tarafından camiye kapatılarak yakılan ninemin dayısının, onlar “öl” dediği için ölüm orucu yapan arkadaşlarımızın, onlar istemedi diye okula alınmayan başörtülü kardeşlerimizin ya da onlar istedi diye adeta çocuk yaşta dağlara çıkan evlatlarımızın da intikamını almışlardı.
Bizim 100 yıllık hikâyemize böyle bir devrim yakışırdı. Suriyeli yazar Ahmed Mazhar Sadu hocam, çok sevdiği Hamalı bir arkadaşının, göz doktoru olduğu için gözlerinin oyulduğunu anlatmıştı. Öldürülmeden önce son bir kez dünyayı göremesin diye yapmışlar bunu. Bir keresinde üç oğlu birden rejim güçleri tarafından şehit edildiği için kahrından kanser olan Suriyeli bir babayla tanışmıştım. Ümraniye’deki bir dükkânın derme çatma deposunda kalıyordu, hastalığı çok ilerlemişti, artık yapılacak hiçbir şey kalmamıştı yani ve bir an evvel canını alması için Allah’a dua ediyordu. Evlatsız kalan anne babalarımıza, öksüz yetim kalan evlatlarımıza böyle bir zafer hediye etmek yakışırdı ancak. Bizim milyonlarca masumun mezar taşıyla ve dualarıyla dolu 100 yıllık hikâyemize de böyle bir devrim yakışırdı işte. Ve 100 senenin ardından bize birlikte ağlamak, birlikte gülmek, hep birlikte Allahuekber diye haykırmak yakışırken, onların ise suratlarının ortasına ise tam da böyle okkalı bir tokat yakışırdı.
Şimdi sevincimiz öyle büyük ki o nedenle. 100 yıllık hikâyemizi şanlı bir devrimle taçlandıran yüzyılın devrimcilerine helal olsun, bize devrimin ne olduğunu gösteren Suriye halkına helal olsun. Bir halkın, analarının ak sütü gibi hakları olan mücadelesini türlü demogojilerle karalamaya çalışan… Müslümanları, herhangi bir haysiyet davasının öznesi olarak göremeyen, hep mağlup tarafa kodlayan… Rusya’daki ya da Küba’daki devrimlerden heyecanla bahsederken, Suriye halkının devrimini “İsrail oyunu, ABD tezgâhı” şeklinde okuyan… Boyuna posuna bakmadan Suriye Devrimi’ne “satılık” diyen… Fındık kadar akıllarıyla bize devrimin ne olduğunu öğretmeye çalışan… 2011 senesinden bu yana onca katliam yaşanırken susmasına rağmen şimdi ortaya çıkıp kafa karıştırmaya uğraşan… Kendi bölgesel çıkarları için Filistin davasını kullanmakta beis görmeyen ve Suriye’de yüzbinlerce masumu katleden Rafizi çetesinin kuyruğuna takılarak İran’dan daha İrancı ya da Rus’tan daha Rusçu, Amerika’dan daha Amerikancı, İsrail’den daha İsrailci olan… Yani 100 yıl sonra hâlâ bizi onların terazinde tartmaya çalışan herkese ise yuh olsun.
HABERE YORUM KAT