Yürüyelim arkadaşlar!
"Yeter, söz milletindir!" dedik, ama konuşmamız gereken yerde –hem de bağıra bağıra konuşmamız gereken yerde- alçakça sustuk.
"Yürü, kim tutar seni?" gazıyla iktidara getirdiğimiz siyasetçiler silahlı çeteler tarafından alaşağı edilirken, işkenceden geçirilirken, ipe çekilirken, bu olup bitenlerle hiç alakamız yokmuş gibi davrandık.
"İrticayla topyekün savaş" ayağına yatan vahşi kapitalist cuntalar rantiye düzeninin devamı ve onmilyonlarca dolarlık banka hortumunun 'selameti' için "post modern darbe" yaparken de aval aval baktık, öküzün trene baktığı gibi.
İçinden geçmekte olduğumuz darbe sürecinde de sesimiz soluğumuz çıkmıyor.
Sandıkta daima hesap soruyoruz, ama sorduğumuz hesabın hesabı sorulduğunda daima süt dökmüş kediye dönüyoruz.
Seçtiğimiz temsilciler seçmediğimiz oligarklar tarafından itilip kakılırken gıkımız çıkmıyor.
Zaten temsilcilerimizin de gıkı çıkmıyor.
Çıkıyor, ama sadece gıkı çıkıyor.
Gıkta kalıyorlar.
Gıkın ötesine geçemiyorlar.
Geçemiyorlar, çünkü ne diyeceklerini ve ne yapacaklarını bilemeyecek kadar şaşkınlar.
Olup bitenlere bir anlam veremiyorlar.
"Halbuki sistemin güvenini kazanmak için ne tavizler vermiştik. Demek ki yeterli olmamış. Uzlaşma için bir açık kapı bulsak da yeni tavizler versek" diye mırıldandıklarını duyar gibi oluyorum.
Neyse…
İrade "millet iradesi" ise, millet bir zahmet iradesinin gereğini yapsın.
Elinde hangi meşru imkânlar varsa, onlarla yapsın.
Mesela bugün saat 17:00'de İstanbul İstiklâl Caddesi'nde –Tünel'den Taksim Meydanı'na kadar– düzenlenecek olan protesto yürüyüşüne katılsın.
Yürüyüşü düzenleyen "Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Girişimi"nin bildirisini okumadıysak okuyalım, okuduysak bir daha okuyalım:
"Haziran 2008 Cumartesi Günü, yılın en uzun, en aydınlık, en beyaz günü.
İşte o gün 50 yıldır cesaret edemediğimiz, hep geç kaldığımız bir şeyi yapmak için toplanacağız.
Demokrasiden, adaletten, özgürlükten yana ve darbeye karşı bir ses çıkartmak için.
O sesi 27 Mayıs 1960'da çıkaramadık. Bir başbakan gözlerimizin önünde asıldı.
27 Mayıs'a sessiz kalışımızın bedelini 12 Mart 1971'de hayatlarının en güzel çağındaki gençler ödedi.
Yine sessizliğe gömüldük. Ve o sessizliğin de bir bedeli vardı. 12 Eylül 1980'de yüz binlerce genç o bedeli ödedi, biz yine sessizce izlerken.
Tarih tekerrür etti. 12 Eylül 1980'nin sessizliğine doğan kızlar 28 Şubat 1997'de üniversite kapılarından başörtüleri yüzünden geri çevrildi, kaçınılmaz bedeli bu kez onlar ödedi.
Sessizdik. Sessizliğimiz cesaret verdi. 27 Nisan gecesinin sessizliğini bir e-muhtıra bozdu. Karanlıklar içinde sessizce Susurluklar, Şemdinliler oldu, Ergenekonlar kuruldu, Savcılar linç edildi. Sessizliğimizden cesaret alanlar hukukun arkasına saklanıp siyaseti tehdit ettiler.
Şimdi yılın en uzun ve en güzel günü şehrin orta yerinde sessizlik yeminlerimizi demokrasiden, vicdandan, adaletten yana derinlerden gelen bir uğultu sesiyle bozuyoruz.
Kepenkleri indiriyoruz, televizyonu kapatıyoruz, yemeğin altını söndürüyoruz, işimizden izin alıyoruz birlikte İstiklal Caddesi boyunca bir akşamüstü yürüyüşüne çıkıyoruz.
Tek renk, tek slogan, tek pankartla. Beyazlar içinde. Bir daha karanlıklar üzerimize çökmesin diye,
Kırıp dökmeden, kimseyi üzmeden olan bitenden rahatsız olduğumuz bilinsin diye…
Yıllardır süren sessizliğimizin bedelini bir daha çocuklarımız ödemesin diye…
Biliyoruz çok geç kaldık ama daha da geç kalmayalım diye..,
Bu kez iş işten geçmesin, ağır çekim darbe amacına ulaşmasın diye…
Demokrasiden, siyasetten, özgürlükten, yeni bir sivil anayasadan yana; yargı darbesine, darbe tehditlerine karşı vakur bir ses çıkarmak için, ilk sivil bir uyarıyı vermek için…
Yargı darbesiyle işlevsizleştirilen meclise dokunmayın demek için…
21 Haziran 2008 günü, yılın en uzun, an aydınlık, en güzel, en berrak günü bir akşamüstü şehrin orta yerinden, Tünel'den Taksim'e doğru sessizlikten bir ses olup yürüyoruz.
Gelir misin?"
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT