Yürekleri Kaynaştırmak
Bugünün dünyası, bireyi bireyselleştirme ve yalnızlaştırma projelerinin yaşam bulduğu bir alandır. Büyük aile yapılarının çözüle çözüle çekirdek aileye dönüşmesi, çekirdeğin de ayrı ayrı bireylere bölünmesini tetiklemiş, her birey kendi başına kalmıştır. Sevgi ve güven rezervinin alabildiğince hor tüketilmesi, en küçük aile yapılarına bile sirayet eden resmi ilişki biçimi, duyguları daha bir yapay hale getirmekte, toplumun temel dinamiklerini dinamitlemektedir. Bu çözülme beraberinde yozlaşmayı, umursamazlığı, bencilliği ve ben merkezli refleksleri getirmiştir. Diğergamlık erdeminin sadece geçmiş nesillere ait bir meziyetmiş gibi algılanmasına sebep olmuştur. Hayatın merkezine bireysel ihtiyaçları koyan bir eğitim sistemi, bir algı biçimi, gittikçe toplumda yer edinmektedir. “Ben”i ayakta tutmaya çalışırken “Biz”i devre dışı bırakan bir anlayış hepimizi teslim almaktadır.
Bugünün insanı doyumsuz bir iştaha, sınırsız zevklere, putlaşan bir benliğe sahiptir. Kendinden ibaret yaşayan insanlar, hayatı kendi açısından değerlendirmekte, kendi doğrusunu kutsamakta, toplumsal sorumluluklardan kaçmaktadır. Üstün değerler, bireysel tercihler karşısında zayıflarken, toplumsal yapı da güç kaybetmektedir.
Köyden kente, küçük şehirlerden metropollere doğru akan insanlar, kent hayatının teslim alan kargaşası içinde bütün aidiyetlerini arka plana atmakta, günlük meşgalelerin içinde kaybolmaktadırlar. Ait oldukları kültürleri yeni nesile taşıyamamakta, ancak yeni yaşam alanlarındaki kültürü de içselleştirememektedirler. Bunun sonucunda da kökleri ile bağları kopmuş, sanal yaşayan bir nesil ortaya çıkmaktadır. Bu yeni neslin sosyal ilişkileri de minimum düzeyde seyretmekte, sosyal aktiviteler için daha çok kapalı mekânlar tercih edilmektedir. Böyle olunca da doğal ilişki türü gelişememektedir. Herkes ancak kendisiyle aynı çalışma ortamındaki kişilerle ve zorunlu bir yakınlaşma yaşamakta, mecbur olmadığı kimselerle gönüllü bir muhabbet geliştirmemektedir. Bilinçli muhabbet ortamı kaybolmaktadır. Çıkara ve çalışma ortamına dayalı arkadaşlıklar, süreç sonunda yok olmakta, insanlar yeni çıkar ilişkilerine yönelmektedirler. Birbirlerini tanımayan yada işi bittikten sonra selamlaşmayı kesen insanlar topluluğu haline gelen kentler, beraber yaşama ve birlikte hareket etme adına hiçbir umut vermemektedirler.
Altlı üstlü oturan komşuların birbirlerinin göz rengini bilmediği bir şehirde, dostluk ve arkadaşlıktan, kadirşinaslıktan, selamlaşmanın sıcaklığından bahsetmek mümkün değildir. Selam verdiğinizde size boş boş bakan gözlerin gün gün çoğalması ürküntü vericidir. Muhabbeti, hal hatır sormayı yapaylaştıran, ilgiyi bayağılaştıran iletişim imkânlarının, jest ve mimiklerimizi devre dışı bıraktığını, bir bakışla anlatılabilecek yürek yaralarının yaldızlı sözlerle ifade edilemediğini görüyoruz. Konuşuyor fakat kendimizi birbirimize ifade edemiyoruz. Bir dostunun yanında saatlerce kalıp meramını ifade etmeyen, edemeyen insanlar, sanal ortamlarda renkli renkli cümleleri peş peşe sıralıyorlar. Ancak buna rağmen, muhataplarını tatmin edemiyorlar. Bizi ifade eden duygularımız sanal imkânlarla taşınamıyor. Yüz ifademizdeki anlatım becerisini kelimelere yükleyemiyoruz. Diğer taraftan muhataplarımız da gittikçe rutinleşen bir yaşam tarzı ile duygularımızı, kelimelerimizin çıkış tonlarında gizlenmiş ifadeleri anlamaktan uzak duruyorlar.
Kimi zaman Nasılsın? Diye soran muhataplarınıza “şükürler olsun iyi değilim. Ya siz?” Diye cevap verdiğiniz halde karşınızdakiler sizi duymuyor, “teşekkür ederim ben de iyiyim” diyebiliyorlar. Bu rutinleşen soru kalıbının ilk çıkış amacı savrulup gidiyor. Geriye yapaylığın acı veren tadı kalıyor sadece. İyi olmadığınızı söylediğiniz için kendinizi ayıplıyor, içinize kapanıyorsunuz.
Oysa dostluk, ben iyiyim diyen sesin tonundan bile ne kadar iyi olduğunu yâda ne kadar iyi olmadığını anlamaktır. Kelimelerin çıkışındaki doğal titreşimlerinden olumlu ve olumsuz durumları anlayabilmektir. Muhatabının yüreğine en kısa yoldan ulaşabilmektir.
İnsan hissedebilen bir varlıktır. Yoğunlaştığında derin duyguları anlayabilecek becerilerle donatılmış bir yapısı vardır. Ancak; algılarını kapatanlar, başkaları ile hemhâl olmaktan kaçan insanlar, makineleşiyor, rutin yaşıyorlar. Metropolleşen kent merkezlerinin getirdiği yeni yaşam tarzı, iletişim imkânlarının olumsuz ve birey merkezli kullanılmasıyla birleşince, her birimiz, üretilmiş devasa problemler altında ezilmeye başladık. Toplumsal sorunların, bireysel yapay sorunlar sayesinde göz ardı edilmeye başlanması, toplum mühendislerinin meydanda at oynatmalarına olanak sağladı. Böylece yaşamımızın ana tellerine dokunularak, ihtiyaçlarımız ve önceliklerimiz yeniden düzenlendi.
Bireyleri kendi yapay sorunları altında ezen bu yeni hayat tarzı, her birimizi ayrı ayrı avuçlarında eritirken ciddi ve sonuç getirici hiçbir direnişle karşılaşmadı. Birlikte hareket edilerek rahat bir şekilde aşılabilecek problemler, bireyin omzunda çözümsüzlüğe sürüklendiler. Modern dünyanın en büyük hastalığı olan bunalımı tetikleyen bu bireysellik, çözümünü de gene bireye, bireysel çabalara yüklemeye çalıştığından, fıtrata aykırı sonuçlar kaçınılmaz oluyor.
Bütün bunlara rağmen henüz her şey bitmiş değildir. Sorunun varlığını hissettiğimiz müddetçe umut var demektir. Rahatsız olduğumuz ölçüde yeni bir başlangıç yapabilecek imkânımız her zaman vardır. Ancak; son aşamaya gelmeden harekete geçmek, yeniden sıcak ve içten ilişkileri tesis etmek durumundayız. Bu gidişe karşı en anlamlı duruş, selamlaşmayı, kaynaşmayı ve de güzel dostluklar kurmayı bir hayat tarzı haline getirmektir. Belki de ilk karşılaştığımız gönüldaşımıza yeniden ve içtenlikle bir selam vermektir. Bütün yüreğimizi bir kelimeye yükleyip dosta sunmak, yeniden başlayabilmektir.
Bugünün dünyasına karşı en büyük meydan okuma, en büyük muhalefet ve en büyük direniş için yürekleri kaynaştırmak ve selamı sıklaştırmak gerekmektedir. Kaynaşmamış yüreklerin herhangi bir mücadeleyi kazanması mümkün değildir.
YAZIYA YORUM KAT