Yüksekova Modeli mi?
Hakkâri bölgesi, Türkiye’de yıllardır süren kirli savaşın en ağır biçimde yaşandığı bir coğrafya. Bu sınır bölgesi, her türlü derin çetenin kuşattığı, aynı zamanda devlet zulmünün zirve yaptığı bir yer.
Kirli savaşın, hukuksuz ve insan onurunu yok eden çirkinliği, burada travmatik bir toplumsal yapı üretmiş durumda. Savaşın ürettiği yeni neslin en ateşli muhalifleri bu bölgede yaşıyor. Kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Olması gibi bir talepleri de yok açıkçası. “Savaşın çocukları”nın bildiği tek yöntem şiddet. Maalesef bu şiddet söylemi PKK’nn hegemonik siyasetiyle birleşmiş ve sosyalleşmiş durumda. En büyük tehlike de bu anlayışın sosyalleşmesinde zaten.
Uzun süren kirli savaş, maalesef bu halka devletin hegemonik dilini ve kültürünü öğretti. Tahammül, tolerans ve konuşma kültürü kaybolurken baskı ve şiddet bir mücadele kültürüne dönüşüyor. Devlet bu ülkede tüm kesimlerin hareketine az ya da çok ilham vermiştir. PKK hareketi de devletin Kürt halkına uyguladığı zora ve zorbalığa dayalı otoriter ve totaliter yöntemini “öğrenmiş” görünüyor.
Çatışmacı dil ve eylemselliğin ürettiği gerilim siyaseti üzerinden bir motivasyon yaratma, BDP/PKK hareketinin vazgeçmekten korktuğu kolaycı bir sosyalleşme yöntemi. Çatışma siyaseti, mevcut sistemi taviz vermeye zorlama mantığı üzerine kurulu. Öyle ki asıl olan çatışma, yedekte ise konuşma tutuluyor ve bu yöntemin sonuç alıcılığı, tartışılmadan kabullenilmiş görünüyor. Buna karşın bu siyasetin, hükümetin atabileceği adımları atma konusunda mütereddit davranmasına yol açması ve çözüm talebinin toplumsallaşmasını engellemesi gibi sorunun çözümü üzerindeki zorlaştırıcı ve geciktirici etkisi görmezden geliniyor. Ancak daha kötüsü zora dayalı çatışma siyasetinin sadece devlete değil topluma da yönelmesi.
Yüksekova’nın da içinde yer aldığı Hakkâri AK Parti'nin en zayıf, BDP’nin ise en güçlü olduğu yer. Mesela, BDP’nin boykot ettiği anayasa referandumunda katılım oranı yüzde 2.7’de kalmıştı.
Yüksekova bu tablo içinde PKK’nin iddialarını toplumsallaştırıp, yarının Kürdistan’ında (Demokratik Özerk Kürdistan) nasıl bir toplumsal/siyasal sistem ortaya koyacağını işaret eden bir model-kent durumunda.
Geçtiğimiz günlerde Yüksekova’da Mustazaf-Der binasına yönelik gerçekleşen saldırı sırasında (tetiğini kimin çektiği belli olmayan bir silahtan çıkan kurşunla) dernek başkan yardımcısı Ubeydullah Durna’nın yaşamını yitirmesi; ardından cenazenin kaldırılmasına dahi tahammül edilmeyerek taziye için gelenlerin taşlanıp araçlarının molotoflanması, dernek binasının ve bazı işyerlerinin yakılması bu bağlamda değerlendirmeye değer bir olaydır.
Taziye için Mustazaf-Der’in farklı şubelerinden oraya giden kişilerin, AK Parti tarafından silahlandırılıp Yüksekova’ya gönderildiği, şehrin girişindeki karakol tarafından neredeyse törenle karşılandığı ve kentte gövde gösterisi yaptıkları şeklindeki akla ziyan söylemler, hegemonik söylemin yarattığı ideolojik körlüğün ve akıl tutulmasının yanında, bu hareketin kendisi dışındakilere tahammülünün sınırını ve birlikte yaşam modelinin nasıllığını gösteriyor.
Yüksekova’nın tamamına hâkim olan BDP hareketine karşın, en fazla elli-yüz kişilik üye potansiyeli olan bu muhalif derneğin, daha önce de iki kez saldırıya uğrayıp yakılmak istenmesi “Yüksekova modeli”nden fazlasıyla kaygı duyulması için yeterli görünüyor. PKK hareketinin, Demokratik Özerklik projesinden Yüksekova modelini anlamamız için bolca nedene sahibiz.
Bazıları Yüksekova’daki bu hadiseden bu kadar iddialı bir sonuç çıkarmayı haksızlık olarak düşünebilirler. Fakat bizim ölçümüz tek başına Yüksekova değil. Aynı olaylar defalarca farklı yerlerde de yaşandı ve benzer söylemlerle savunuldu. Sadece adı geçen derneğe elliden fazla saldırı yapıldı, yakıldı ve taşlandı. Bunlar dışında AK Parti binalarının defalarca ateşe verilmesi, Gülen cemaatine yakın kurumların da aynı şekilde bu saldırılardan nasibini alması, birçok BİM mağazasının içinde müşteriler de varken taşlanması ve yakılması, bazı imamların öldürülmesi, birçok kişinin yaşamını tehlikeye atan banka molotoflamaları, toplu taşıma araçlarına taşlı ve molotoflu saldırılar, açık işyerlerinin yakılıp taşlanması…
Bu örnekler artırılabilir. Giderek tabanı kuşatan ve milliyetçiliği besleyen bu dışlayıcı, zora dayalı, homojenleştirici, tekilleştirici hegemonik siyasetin açık tezahürlerini mi dikkate alalım yoksa BDP’nin barış, demokrasi ve insan haklarından dem vuran sloganlarını mı? Bunlardan hangisi sahici, hangisi sahte?
Bu yazı, haftalık Özgün Duruş gazetesinin 88. sayısında yayınlanmıştır.
YAZIYA YORUM KAT