YSK, oligarşi adına kaos üretiyor!
Başından beri adaylığı tartışma konusu olan Hatip Dicle’nin vekilliği YSK tarafından oybirliğiyle düşürüldü.
Bu kararın hukuka uygunluğu ve yol açacağı siyasal-toplumsal sonuçlar ciddi tartışmaları beraberinde getirecek. Yasal açıdan söylenecek sözlerin isabeti ise hep tartışılacak. Çünkü yasaların her bir köşesine yerleştirilen istisnai maddelerle siyasal-toplumsal her zemin mayınlı bir araziye çevrilmiş durumda.
Hatip Dicle ve BDP’nin desteklediği bazı bağımsız adaylar için YSK seçimler öncesinde de bir kriz çıkarmış ve ağır bir fatura ödenmişti. Ancak bu ağır faturanın arkasının geleceği endişesinden sonra YSK geri adım atmıştı. Meğer bu geri adım bir taktik geri çekilişten ibaretmiş. Stratejik olarak YSK bürokratik vesayetin iktidar iddiasından vazgeçmeyeceğini ortaya koymuş oldu.
Hatip Dicle kararı, YSK’nın siciline eklediği yeni bir kara lekeden ibarettir. Halkın iradesini sınırlamak konusunda YSK pek mahir olduğunu gösterdi. Cemaziyülevvelini bilenler açısından geleneğini devam ettirdiği ise malum.
28 Şubat darbe sürecinin en iğrenç ayak oyunlarıyla Merve Kavakçı’nın milletvekilliğinin nasıl düşürüldüğünü kim unutur? R. Tayyip Erdoğan’ın Meclis’e girmesinin önü YSK tarafından kapatıldığında merkez medyada “muhtar bile olamaz” manşetlerinin nasıl güle oynaya atıldığını hep birlikte gördük.
Kriz çıkarmakla maruf, kaos üretmekle görevli bürokratik bir müesseseden öteye YSK’ya hukuki bir anlam yüklemenin geçerliliği yok. Çünkü YSK’nın kuruluş ve işleyiş mantığı hukuku ve toplumsal iradeyi korumak gibi bir endişenin yanından bile geçmiyor.
Doğal dengeleri bozarak, çatışmaları tetikleyerek iktidar imkânlarını sürdürmeye alışmış bir siyasetin yeni bir manevrası ile karşı karşıyayız. YSK’nın son vetosu “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçunun sabit olması üzerine verilmiş. Görüldüğü üzere soyut ve göreli bir suçlama.
Şimdiye kadar pek çok defa yaşandığı üzere yarın öbür gün “irticai faaliyetlere destek olmak” gibi soyut ve göreli bir suçlama ile yine bazı isimlerin vekilliği düşürülebilir, partiler kapatılabilir. Bu şimdilik uzak bir ihtimal görülebilir. Fakat bu ihtimal Kemalist oligarşinin zayıflığı oranında azalır veya gücü oranında artar.
YSK’nın Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen üyelerce oluştuğu, laik-Türkçü devlet yapısını korumakla görevli olduğu unutulursa neden İslami ve Kürt kimliğine dair her zaman provokatif kararlar aldığı da yeterince anlaşılamaz.
Hem seçimler öncesindeki hem de seçimlerin ardından YSK’nın verdiği kararlar üzerine BDP temsilcileri kimi hedef aldı, nasıl bir tepki gösterdi? BDP’lilerin hedefinde nasıl oluyorsa YSK’dan önce AK Parti hükümeti vardı. Tepkinin ortaya konuluş tarzı ise kelimenin tam anlamıyla Kürt-Türk çatışmasını körükleyecek kadar kör şiddet içeriyordu.
Adaletsizliği gidermek bir tarafa hem yeni mağduriyetlere yol açan hem de statükonun rahatlayarak devamını sağlayacak bir siyasi çıkmazda ısrarlı olmak niye? Hükümet kanadından yapılan değerlendirmelerde de “hukuka saygı” vurgusunun hiçbir anlamı yok. Saygıya davet edilen “hukuk ve hukukçular”ın başımıza ne çoraplar ördüğü ortada.
Mevcut karar hukuk değil adaletsiz kanunun sonucu ortaya çıktı. Bu sebeple öncelikle adaletsiz kanun mantığının hukuka uyumlu kılınması için harekete geçilmelidir. Hukuksuz kanunları ve icracılarını kınayıp köklü değişimin zarureti yönünde beyan vermekten kaçınmak Hükümet açısından ne işe yarar? Hiçbir durumda hayırlı bir işe yaramaz. İlk elde yaşanan krizi derinleştirir. Sonrasında, statükonun devamı için mağdurların muhafız rolüne soyunduğu propagandasına haklılık kazandırılır.
Hükümet, çözüm üretmek üzere misyon üstlendiği Kürt sorununda problemin kaynağına daha net ve kararlı neşter vurmak zorundadır. Kriz doğuran devletin klasik inkâr mantığını icra eden ve bürokratik vesayetin bir uzantısı olan YSK, hesaplaşılmak üzere öne çıkarılmalıdır.
YSK’nın kararını “Kürtlerin inkârı” ve “Kürtlere savaş ilânı” olarak niteleyen BDP sözcüleri ise, tepki göstermeye davet ettikleri kitlelere nasıl bir dil ve eylem, kime karşı bir protesto öneriyorlar?
BDP sözcüleri arasında YSK’nın temsil ettiği Kemalist ideolojiye, parçası olduğu bürokratik oligarşiye tepkiden bahsedene rastlıyor musunuz? AK Parti düşmanlığına endekslenmiş bu çözüm arayışında gerçekçilik, tutarlılık ve sonuç alma imkânı var mı sizce?
YAZIYA YORUM KAT