1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. ‘Yozlaşma ve İfsada Karşı Teyakkuzda Olmak’
‘Yozlaşma ve İfsada Karşı Teyakkuzda Olmak’

‘Yozlaşma ve İfsada Karşı Teyakkuzda Olmak’

Özgür-Der Amasya temsilciliği tarafından aylık olarak düzenlenen alternatif eğitim seminerlerine, Özgür-Der Genel Sekreteri Musa Üzer’in konuşmacı olarak katıldığı "Yozlaşma ve İfsada Karşı Teyakkuzda Olmak" başlıklı sunumu ile devam edildi.

02 Aralık 2019 Pazartesi 15:03A+A-

Dernek binasında gerçekleştirilen seminerde Musa Üzer’in konuşmasında öne çıkan vurgular:

Müslümanlar Yaşadığı Dünyayı Muhasebe Etmeli!

Müslümanların nasıl bir dünyada yaşadığımız, nasıl bir sosyal ortamda olduğumuzun tahlilini sağlıklı bir şekilde yapamadıklarını, yaşadığımız problemlerin yerel, bölgesel ya da küresel olsa da temelde sorunların ana kaynağının aynı olduğu ifade edildi. Dolayısıyla hayatı varoluşsal bir bakış açısıyla sorgulama sorumluluğu olan Müslümanlar olarak kurgulandırılmış, sonradan türetilmiş ve bizlere dayatılmış yaşam biçimlerini sorgulamak; zihinsel olarak bu kirliliklerden arınmak öncelikli yapmamız gereken bir davranıştır.

Müslümanlar varlık âleminin en değerli kişisi olarak ilahi olanı tanımayan, kutsallarımıza düşman olanlar tarafından örgütlendirilmiş küresel sistemi ve onlardan türeyen her türlü ideolojileri sorgulamalıdırlar. Bütün bir varlığın sorumluluğu kendisine emanet edilen, yeryüzünün halifesi olan tüm Müslümanlar bu duyarlılıkta yaşadığı çağı iyi okuyup sorgulamalıdır.

Yozlaşma ve İfsad Bir Sistem Sorunudur!

Yozlaşma ve ifsad sorununun “bir tekillik sorunu, bir bireysellik sorununu aşarak tikel olmadığını, tümel olduğunu ve sorunun tümüyle bir sistem sorunu olduğunu” ifade ederek yozlaşma ve ifsadın zaman zaman ya da sınırlı bazı mekânlarda tezahür eden bir mekanizma olmadığını, Cahili bir sistematiğinin olduğunu ifade ederek konuşmasına devam eden Üzer, bu Cahili sistemin, hayatın istisnasız her alanını kuşattığını ve modernitenin dünyada kendini hissettirdiğinden bu yana, hayatın örgütlendirilmiş bir hayat olduğu, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, sportif veya sanatsal olarak her ünitesiyle belli bir paradigmaya bağlı olduğunu ve belli bir anlayış üzerine kurgulandığını ifade etti. Kurgulanan bu sistemin tam olarak cahili sistem olduğunu ve tasavvurlarımızın her noktasını kapsadığını, üzerimize yapıştığına dikkat çekti. İnsanlık tarihi boyunca böyle sistematik bir bozulmanın görülmediğine değinen Musa Üzer, bu yozlaşmış sistemin bir insan anlayışının, tabiat anlayışının, ahlak anlayışının, özgürlük anlayışının, adalet anlayışının bulunduğunu ve aslında her alanda bir felsefeye sahip olduğunu ve bu anlayışın, bu felsefenin tamamıyla İslam ile çatıştığını belirtti.

Modernleşme İnsanlık Tarihinde Derin Bir Kırılma!

Müslümanlar tarihi süreçte modern dünyayı yeterince iyi tahlil edemediler. İnsanlık tarihinde bugüne kadar var olagelen diktatörlükler, değişen güç dengeleri, baskılar, zulümler gibi aşağı yukarı birbirine benzer sonuçlara sebep olan kırılma noktalarından çok farklı bir derinlikte ve geniş etki alanına sahip olanın “modernleşme” olduğunu belirten konuşmacı; Müslümanların bu durumu yeterince iyi kavrayamadığı ve tahlil edemediği gerçeğine vurgu yaptı. Modern bir dünyanın insanı, yaradılış gayesinden nasıl saptırabileceğini, hangi enstrümanlara sahip olduğunu, siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, sportif vb. gibi hayatın bütün ünitelerinde onu nasıl kuşatabileceğini açıklayan konuşmacı; Müslümanların bu durumu iyi analiz edip üzerine derinlikli bir fıkıh üretmek yerine akımın rüzgârına kapıldığını, tefekkür edemediğini dile getirdi: “İnsanlık tarihi; hiçbir evresinde, insan hayatını modernite kadar yönlendiren, dominant bir şekilde doğar doğmaz onu kayıt altına alıp ölümüne kadar kontrolü altında tutan bir hegemonya ile karşılaşmadı.”

Ulus-Devlet Modernleşme Anlayışının Bir Ürünüdür!

Tüm dünya, modernleşme adı altında Batı’nın belirlediği bir paradigmayı yaşıyor. Batı’nın tarihinde yaşanan rönesans, reform ve aydınlanma süreçlerinin sonucunda ilahi ve metafiziksel olan her şeyin insan hayatından koparıldığını ifade eden konuşmacı; ilahi olanın yerine ‘bilimsel düşünce’ ve pozitivizme dayanan bir yaşam tarzının getirilmiş olduğunu, bunun beraberindeki modernleşme sürecinde oluşturulan paradigmaların da toplumlara dayatıldığını dile getirdi. Bu çerçevede oluşturulan ulus ve milliyetçilik paradigmalarının ise ilahi olanın yerine, oluşturulmak istenen bir yeryüzü cenneti amacı ile öne sürüldüğüne dikkat çekildi. “Ulus ve Milliyetçilik paradigması ile kavmiyetçilik aynı şey değildir. İnsanın kendi dar çevresi/nesebi ile övünmesi ve kabilesi için savaşması gibi eylemlerin ilk insan topluluklarından günümüze kadar görülen vakalar olduğunu” söyleyen Musa  Üzer, ulus paradigması ile kavmiyetçiliğin yakın ilişkili olmakla birlikte farklı olduğunu belirtti.” Kilisenin sahadan çektirilmesi ile birlikte inşa edilen paradigma tıpkı din gibi, insanı doğduğu andan itibaren kayıt altına alan ona bir misyon yükleyen yani ne için yaşaması, ne uğruna ölmesi, kim için tazimde bulunması, hangi zemine kutsal demesi gerektiğini öğreten bir paradigmaydı ve bu ulus paradigmasıydı.” diyerek sözlerine devam eden Üzer; dünya siyasal sistemi ve devletler arası ilişkilerin dahi bu ulus paradigmasına göre düzenlendiğini ifade etti. Üzer; ulus paradigmasının, ‘üzerinde yaşanılan topraklar cennet vatandır’ gibi söylemlerle, bu motivasyonu destekleyen marşlar ve bayrak gibi araçlar ile seküler kutsal semboller oluşturularak, meşru bir zemine oturtulmaya çalışıldığı ifade etti.

Dünya, Modern/ Postmodern Paradigma Adı Altında Batı’nın Belirlediği Bir Paradigmayı Yaşamaya Zorlanıyor!

Modernizm, liberal veya sosyalist perspektifle yaşanılan dünyanın yorumlanmasını istedi hatta izin verdi. Milliyetçilik ise modern dünyanın dayattığı üçüncü bir siyasal-sosyal perspektif olarak daha eklektik bir konumlanışa sahiptir. Müslümanlar olarak bizler bu şartlarda 150-200 yıldır tabiri caize onların gözleriyle dünyaya bakıyoruz. Bu basit bir problem değildir. İnsanlığın umudu olması gereken Müslümanların, niçin sinik ve müdahaneci bir tavır alış gösterdiğini ortaya koyan sebeplerin başında bu problem gelmektedir. Yeryüzünün her tarafından sorumlu olmak gibi bir göreve sahip olan Müslümanların bugün yaşanan durumda içlerine kapandıklarını ve onlardan beklenilen dikkati, rikkati göstermediklerine şahit oluyoruz. Silkinip canlanmak ve tekrardan üzerimize farz kılınan sorumluluklarımızı hatırlamak zorundayız.

Sadece İslam İnsanları Karanlıklardan Aydınlığa Ulaştırabilir!

Din insanı karanlıktan aydınlığa çıkarır. Bu anlamıyla Müslüman; kendisiyle ve çevresiyle uyum, selamet içinde olandır. Çünkü o varlık âlemiyle kavgalı olamaz. Varlık âleminin bir parçası olduğunun bilincindedir. Dünya hayatının geçici olduğunu da bilir. Ancak bugün Müslümanlar bu mutmainlik halinden uzaktırlar. Bunun sebebi ise zaaflı yaklaşımlarımız ve kendi bilincimizden yoksun olmamızdır.” Müslüman dünyanın yaşanan büyük kopuş karşısında tavır geliştirmek adına ortaya bazı örneklikler koyduğuna değinen Üzer, bunların önemsiz sayılamayacağını ancak problemleri aşabilmek adına özeleştirinin şart olduğunu belirtti.

Dünyanın var olan problemlerini aşmak adına İslam’ın ortaya yeterli imkânı koyduğunu, bu durumun farkına vararak modernizmin belirleyiciliğinden kurtulmamız gerektiğini aktaran Musa Üzer, bir takım polemik ve sığ tartışmaların Müslümanların ufkunu daralttığını bunun ise asıl odaklanmamız gereken hususlardan bizleri uzaklaştırdığını vurguladı. “ Siyasal-sosyal gelişmelerin ele alınış biçiminin bizim Müslümanlık, kulluk bilincimizle, şahitlik görevimizle uyumlu bir içerik taşıması gerektiğini vurgulayarak sözlerini tamamladı. Ardından soru-cevap kısmına geçilerek program sonlandırıldı.

6171-001.jpg

6172.jpg

HABERE YORUM KAT