Yozlaşma, Baskı ve “Sanat”
Bozgunlardan çıktım kan içindeyim
Yeni bir savaşa kuşandır beni
Akif İnan
İnsanların, daha çok konfor, daha fazla maddi servet, insanlar veya tabiat üzerinde daha güçlü otorite ve kesintisiz bir teknolojik ilerleme için çırpınma saplantısında olduğu günlerden geçiyoruz. Egemenler peşine düştükleri sermayeyi yakalamak, yakaladıkları kısmını bırakmamak için yakıp yıkıyor, dengeleri bozuyor, ekini ve nesli kirletiyor, yozlaştırıyor, örtüp ifsat ediyor. Sonunda; yığdıkça yığan, cimri, nankör, inatçı, benmerkezci, hırslı, doyumsuz, mızıkçı, uyumsuz, tartışmacı ve huysuz bir varlık çıkıyor ortaya.
Bu bozgun yerinin ortasında hayra çağırıyor birileri, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışıyor, aklediyor. Müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzetli bir duruş sergiliyor. Dünyanın kendisinden ibaret olmadığını bilip bozgunculara karşı yeni bir savaşa kuşanıyor / kuşandırıyor.
*
Ali Değirmenci’nin Yozlaşma ve Baskı Ortamında Sanat adlı kitabının çıkacağını duyduğumda bütüncül bir çalışmayla karşılaşacağımı sanmıştım. Oysa kitap çeşitli dergilerde yayımlanan yazıların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştu. Şaşırdım ve korktum; çünkü dergilerde çıkan yazıların bir kitap ciddiyetiyle okurun karşısına çıkması yazar için birtakım problemleri beraberinde getirir. Cemil Meriç’in söyledikleri geçti aklımdan: “Kitap, istikbale yollanan mektup, simokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi…”
Evet korktum. Dergilerde büyük bir heyecanla okuduğumuz, üzerinde fikir yürüttüğümüz, hoş sohbetlerimizin konusu olan yazılar bir kitap oluvermişti. Tecrübelerim bu yazıların tılsımının bozulacağını söylüyordu bana. Bu yazıların kitapta aynı etkiyi yaratmayacağını zannettim. Dergilerin insanda yarattığı farklı ruh halleri vardır. Her dergi yüzümüzdeki kaslardan birini kasar. Kimi bir hüzün fotoğrafı oluştururken kimi de meydanlara sürer yüzümüzü. Aynı zamanda dergi bizi yazarlarına ayarlar ve onu daha iyi anlayacağımız bir ruh iklimine sokar bünyemizi. Şimdi kitaba giren yazılar bundan mahrum kalacak diye düşündüm. Biraz düşününce kıskançlığımın korkuya dönüştüğünü fark ettim. Kıskanıyordum çünkü; dergilerde takip ettiğim, büyük bir zevkle okuyup sakladığım yazıları kitap okurlarıyla paylaşacaktım ve belki de onlar bu yazıları ilk okuduğum zaman yaşadığım heyecanı yersiz bulacaklardı.
Kitabı baştan sona okuduğumda yanıldığımı fark ettim. Her şey taptazeydi. Yazılar ilk günkü gibi bilgilendiriyor, yönlendiriyor, uyarıyor, sarıp sarmalıyor, muhasebe ve mücadeleye çağırıyordu. Ali Değirmenci adeta kısa süreliğine meydan yerini terk etmiş, olup biteni hakim bir tepeden seyretmiş, son hızla geri dönmüş ve siperler kazmaya başlamıştı. Mevki-i müstahkemler…
Ali Değirmenci’yi dergilerden takip edemeyen okur için bir imkân doğmuştu. Hem sonra yazarın gelişim sürecini daha sağlam bir gözle değerlendirebilecektik. Dilime Gerili Pankart’tan kaç adım ileri gittiğini görebilecektik kitap sayesinde. Kitap hakkında söylenecek sözler bu yazının boyunu aşıyor elbette. Sadece ne duruyorsunuz diyorum. Kitabı okuyun, safları sık ve düzgün tutun; direnişe çıkıyoruz.
*
Asım Öz, son zamanlarda yayımlanan söyleşileriyle göz dolduruyor. Ne sorması ne zaman sorması gerektiğini çok iyi biliyor. Karşısına aldığı kişiden “Hiç sormayacaklar ben de hiç söyleyemeyeceğim” diye düşündüğü ne varsa çekip alıyor. Her şeyden önemlisi söyleşi yapacağı kişileri çok iyi seçiyor.
Asım Öz, Hece dergisinde yayımlanan yazısını (Kasım 2008) yaptığı bu söyleşiyle tamamlamış bence. Yazıyı okuduğum gün bir şeylerin eksik olduğunu, kitap ve yazarından çok kavramların / kuramların ön plana çıktığını düşünmüştüm. Neyse ki aynı gün bir söyleşi yayımlandığını haber aldım, okudum ve rahatladım. Aynı duyarlılık aynı bakış açısı, aynı hassasiyetlerle donanmış iki insan sanki söyleşmiyor da kafa kafaya vermiş bir manifesto hazırlıyor gibi geldi bana.
Ali Değirmenci, hayatın koşturmacasından fırsat bulamıyorum, diyenlere nispet olsun diye yazıyor adeta. “Çok farklı alanları gözeten sorumlulukların” ve yorgunluğun ortasında üretiyor, kuşanıyor ve kuşandırıyor.
Hiç ara vermesin istiyoruz. Haksızlık mı ediyoruz bilmiyorum ama her yardım dileyene yetişip duasını kabul eden, her türlü sıkıntı ve ihtiyacı gideren, rahmetiyle muamele eden Rabbimize emanet ol diyoruz.
Selam ve dua ile...
YAZIYA YORUM KAT