Yol Ayrımına Doğru: Demokrasi ve İslam
Dünya siyasal tarihinde, çeşitli sosyal programlar gelişti. Bazıları insanı, bazıları dini, bazıları da sosyal bir makine olarak devleti önceledi.
Devletçiliğin son derece hakim olduğu komünizm, faşizm ya da kemalizm gibi uygulamalar çıkışları itibariyle insan vurgusunu öne taşımış ve ideal bir insan figürüne karar vererek bu ideali yakalama noktasında gayret göstermişlerdir. Disiplin gibi kavramlarla bir model geliştirmeye çalışan bu akımlar, önce ideali tanımlamış ve bu ideal için aşamalı planlarını devreye sokmuşlardır. Çizilen prototipe uymayan ya da bu prototipe muhalefet eden unsurlar da, ya yok edilmiş ya da mümkün olduğunca etkisi azaltılmıştır.
Nihayetinde varılan bu nokta, kurgusu itibariyle modern bir olgudur. Bir toplum modeli kurgulayıp, her bireyi aynı zihniyet ile donatmak eski dönemlerde dini merkeze alan yapılar dışında görülen bir tutum değildi.
İdeal birey oluşturma kaygısı itibariyle dini söylem ile modern söylemler arasında ilk bakışta bir paralellik görülse de, önerdikleri idealin kaynağı açısından derin farklar bulunmaktadır. Zira dini söylemde ideali ilahi irade belirlerken, modern olgularda ilahi iradeye rağmen insanın kendisi belirlemeye teşebbüs etmektedir.
Tarihi tecrübe olarak çok daha eski olan dini söylemi ele aldığımızda, modern kurgulara kıyasla çok daha müsamahakar olduğunu görürüz. Elbette bunda modernlik öncesi devlet anlayışının bugüne kıyasla çok küçük olmasından kaynaklanan sebepler mevcuttur.
Nitekim devlet, modern çağlar öncesinde bugüne kıyasla çok daha küçüktü. Bugün sağlıktan eğitime, güvenlikten vergi toplamaya kadar toplumun ve ülkenin en küçük birimine kadar bir kontrol ve denetim mekanizması halini alan devlet, eskiden sadece vergi toplayan ya da asker isteyen bir yapıda idi. Yerel idarecilerin sayısal olarak az olması kadar, devletin halktan beklentileri de son derece küçük şeylerdi.
***
Bugün gelinen noktada, modern ulus devletin kurguladığı senaryonun büyük oranda terk edildiğine şahit oluyoruz. Demokrasi ve liberalizm olarak karşımıza çıkan ve her geçen gün etkisini artıran yeni bir modern kurgu ile karşı karşıyayız.
İnsan merkezli bir dil ile temel vurgusunu kuran bu söylemler, devletin bireyler üzerindeki belirleyiciliğinin azalması ve hatta olmaması gerektiği savındalar. Bu vurgularıyla, modern ulus devlet projelerine nazaran çok daha insani bir noktada durdukları şüphe götürmez. Ancak, çıkışı itibariyle insanı merkeze alan söylemleri yine modern dönemlere has bir tutumdur.
Kendi içinde de henüz kavramsal tartışmalarını da tamamlayamamış olan bu söyleme göre çeşitli tanımlar üretmek mümkün. Örneğin birey sınırsız bir özgürlüğe sahip olacaksa eğer, hakaret ya da rencide edici fiillerde bulunma özgürlüğü nasıl kısıtlanacaktır. Elinde kağıt ve kalem barındıran bir karikatürist, Hz. Muhammet hakkında, Müslümanları rencide edici bir karikatür çizdiğinde, demokratlık ya da liberallik bu soruna nasıl bir duruş sergileyecektir: Nihayetinde, bu karikatüristin kişisel özgürlüğüdür.
Etyen Mahçupyan’a göre bu liberalizmdir ve eğer kişi demokrat ise Müslümanların bu ifadelerden rahatsız olacağını düşünür ve o karikatürü çizmez.
Görüldüğü üzere kavramsal alanda demokratlık ve liberalliğin net çerçevesi tanımlanmış değil.
***
Bu söylemin dini söylem ile çatışma alanı ise daha karmaşıktır. Zira dini tercih bireyin kişisel tutumu olduğundan, bu sınırsız özgürlükten o da kendi payına düşeni istemektedir. Ama burada, dini söylemlerin ideal insan ya da kul yaratma tutumu bir sorun olarak beklemektedir. Liberal ya da demokrat söylem ile dini söyle arasındaki temel ayrılık noktası, dini söylemlerin ideal birey projesidir diyebiliriz. Zira günümüz Türkiye’sinde de, dindar bir nesil projesi gibi söylemler gündeme geldiğinde bu ayrım hemen ortaya çıkmaktadır.
Burada ortaya çıkan bir diğer mesele de, hakikatin tespitidir. Gerçek ve doğru bilgi, İslam’da ve diğer dinlerde Allah tarafından vaaz edilmiş, kişinin yapıp etmeleri ise helal ve haramlar ile meşru ya da gayri meşru olarak tanımlanmaktadır.
Açacak olursak; örneğin demokrat bir toplumda eşcinsel evliliğin meşruiyeti konusunda bir tutum arayışına gidilirse ve serbest olsun diyenler çoğunlukta ise eşcinsel evlilik meşru olur. Bir başka deyişle, bir problem karşısında demokrat insan peşinen cehaletini öngörür ve hakikati tespit için oylamaya başvurur. Zira muhatabının hakikate isabet etmesi ile kendisinin isabet etme olasılığını eşitler. Bu da bize demokrat zihniyetin peşinen kişisel cehaletini öngördüğü mesajını verir. Oysa dinde ve özelde İslam’da bu konudaki hakikat bellidir ve haramın oylaması olmaz, olamaz.
Devlet gibi bir erkte söz sahibi olmuş bir demokrat ile dindarın tutumları bu açıdan farklılaşır. %99 destek bile görse, dini açıdan haram sayılmış bir fiilin meşrulaşmasını sağlamak demokrat için bir tutarlılık göstergesi iken, dindar için bunu engellemek ahlaki bir ödev konumuna taşınır. Bu noktada dindarın otoriter olarak sıfatlandırılması kaçınılmaz olacaktır.
***
Son dönemde Türkiye’de ortaya çıkan tartışmalar, Müslüman halkı demokratlık ve dindarlığın önerdiği toplum/devlet tartışmalarına sürükler görünmektedir. Anlaşılan o ki, Kemalizm’e karşı olan dindar ve liberal ittifakı büyük bir kriz içerisindedir. Bu noktada Müslümanların tartışmaları doğru yerlere konumlandırmak açısından, insan, ideal insan, ideal toplum, farklı kimliklere yaklaşım, özgürlükler, müsamaha gibi konular üzerinde zihin yormaları ve kamuoyuna açık mesajlarının olması gerekmektedir.
YAZIYA YORUM KAT