Yine mi “Paralel Devlet” Belası?
Corona Virüs bağlamında bütün dünyayı esaret altına alan sorun küresel olduğu gibi çözüm de küresel olacak; kimi basiret yoksunu sloganlarda reklam edildiği gibi çözüm ‘ulusal’ ölçekte değil. Ancak herkes çözümü sorumlu olduğu alandan başlayarak üretmeye ve örnekleme koyulacak, bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olmak için sağlıklı ve sürdürülebilir modeller sunacak. Bireysel ve toplumsal davranış modellerinde bir dizi değişiklik yaşanacak olsa da hiç kimse ekonomik çarkların, siyasal ilişkilerin, askeri ve istihbari operasyon mantığının ve de uluslararası güç mücadelesinin ahlaki ve hukuki çerçeveye endeksleneceği gibi boş hayaller kurmasın.
Korku geçince, korkuya bağlı olarak kurulan tatlı hülyalar, verilen adalet ve merhamet sözleri gibi itiraf edilen pişmanlıklar da hızlıca silinip gidecek zihinlerden. İnsanoğlunun bu garip, tutarsız ve dahası fırsatçı karakterini Kur’anı Kerim bize pek çok kez gözler önüne serer. Mesela Yunus Suresi’nde zikredilen gemideki insanların meseli son derece ibretlik bir psikolojiyi tahlil etmektedir. Ayeti kerimeler mealen şöyle: “Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Gemide olduğunuz zaman(ı düşünün): Gemiler, içinde bulunanları hoş bir rüzgarla alıp götürdüğü ve (yolcular) bununla sevindikleri sırada, birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de her yerden gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını (bir daha kurtulamayacaklarını) sandıkları zaman, dini, yalnız Allah'a halis kılarak O'na şöyle yalvarmağa başlarlar: "Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, şükredenlerden olacağız”. Ama (Allah) onları kurtarınca hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlık yaparlar. Ey insanlar, taşkınlığınız kendi aleyhinizedir. Sadece şu yakın (geçici) hayatın zevkinden ibarettir. Sonra dönüşünüz bizedir; size bütün yaptıklarınızı haber veririz.” (Yunus Suresi 10/22-23) Benzer vurgular Ankebut Suresi’nde (29/65) de geçmektedir.
İnsanoğlu öylesine tuhaf ve nankör bir varlık ki ancak canı, malı, iktidarı tehdit altına girince yaratıcısı olan Allah’ı hatırlıyor, başına büyük felaketler gelince fıtratına dönüyor. İşler yolunda giderken Allah’ı unutan mücrimler, fasıklar, müşrikler bile dört bir yandan büyük belaların akın ettiği bir vasatta ilahi yardımlara müracaat ediyor, Allah’tan imdat istiyor, kerametler ve mucizeler bekliyor. Fakat güvene kavuşunca acziyetini unutup kibir ve gururla Alemlerin Rabbi’ne kafa tutmaya, Allah ve Resulu’nün çizdiği hudutları çiğnemeye yeltenebiliyor.
Mazlumların Feryadı Boşlukta Yankılanmadı
İnsanlar bilmedikleri için hak-hukuk çiğnemiyor, cahil kaldıkları veya adalet ve merhamet duygusundan yoksun oldukları için zulmetmiyorlar. İnsanlar haklarına razı olmadıkları, karınları doysa bile gözleri doymadığı için, kıskançlık ve kibir duygularını gemleyemedikleri için yeryüzü fesada boğuluyor. Şimdilerde ortalığı kaplayan telaşın, paniğin, yardımlaşma çağrılarının Akdeniz’de boğularak can veren on binlerce insanın, Suriye ve Irak’ta, Afganistan ve Libya’da katledilen yüz binlerce insanın canıyla, kanıyla ilgisini kurup özeleştirisi yapılabilirse belki bir faydası olur? Darbeci Abdulfettah Sisi’nin Mısır zindanlarında, Şi Cinping’in toplama kamplarında, Amerika’nın Guantanamo ve Ebu Gureyb hapishanelerinde en rezil işkencelere tabi tuttuğu Müslümanların arzı titreten ahına, feryadına sağır kesilen vicdanların üzerine hiçbir felaket çökmeyecek mi sanıldı? Böyle bir dünya yok, tarih böylesi bir amaçsızlıkla deveran etmeyecek asla.
Amerika ve Avrupa’nın görkemli sanayi ve teknolojisi, en küçük riskleri bile sigortalayan sistemi, her türlü felaket senaryosuna ilişkin yüzlerce ihtimal ve tedbir üzerine çalışan ting-tank’leri bakın nasıl çaresizce yerlerde sürünüyor. Bir çöküş değil ama ciddi bir sarsıntı, bir yıkım değil ancak esaslı bir özgüven sorunu bırakacak gerisinde. Tabi bu tabloya bakıp ahmakça bir biçimde Çin ve Rusya güzellemesi yapmaya girişmenin de ne manası ne de faydası olacak.
Üç beş örnekten yola çıkıp “modern Batı kapitalizmi hızla çöküyor” sonucuna varmanın da “geleceğin dünyasına Çin ve Rusya egemen olacak” masalına pazarlamacı olarak yazılmanın da getireceği bir hayır, inşa edeceği bir güzellik yok. Zulmün bir cephesinin çöküşünde bizim payımız olup olamayacağını konuşabiliyor muyuz? Peki ya zulmün diğer cephesinin yükselişini engelleme kabiliyet ve kudretine sahip olup olmadığımızın hesabını yapabilecek durumda mıyız? Bu konumlardan en azından birinde değilken tribünlerde rast gele tezahürat yapmak bazı duyguların tatmininden öteye işe yaramaz. Çünkü öteden bu yana ortada ciddi ve kesintisiz bir propaganda savaşı olduğu gibi tarafların biri diğerinden daha insani ve ahlaki, daha adil ve paylaşımcı da değil.
Kazanımları Kendi Elimizle Gölgelemeyelim
Bir takım felaket senaryolarına karşı Türkiye’nin coronavirüs musibetiyle mücadelesi hamdolsun daha olumlu ve ümit verici bir biçimde ilerliyor. Kayıplar, zorluklar, kimi eksik ve yalpalamalara rağmen gelinen merhale hiç kimsenin azımsayabileceği, itibarsızlaştırabileceği bir merhale değil. İşte dün açılan ve içinde sekiz ayrı branş hastanesini barındıran Başakşehir Şehir Hastanesi’nin fiziki ve teknik donanımı. Başakşehir Şehir Hastanesi’nin açılışına yetiştirilen ve tamamen yerli imkânlarla üretilen solunum cihazlarının teslim töreninde kamuoyuyla paylaşılan ümit ve güven verici beyanlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın Başakşehir’de açılışını yaptıkları hastanede aynı zamanda salgın hatalıklara karşı verilecek mücadelenin nasıl bir sağlık stratejisi üzerine inşa edileceğini de somut verilerle izah ettiler.
Salgın hastalık tehdidin bütün bir dünyayı sarstığı vasatta dahi yalan, iftira, çarpıtma, kara-propagandaya hız kesmeksizin devam edenler oldu, oluyor elbette. Bu itibarsızlaştırıcı, demoralize edici, toplumu yılgınlığa sevk edici zihniyet, kişi ve kurumlarla mücadele etmeden üç beş adım olsun yol alınamaz. Fakat mücadelenin sınırlarını, çerçevesini ve şiddetini ahlaki ve hukuki zeminden ayrılarak veremeyiz. Eğri oturalım, doğru konuşalım: İstanbul, Ankara, Mersin veya bir başka belediyenin salgın hastalık ve sokağa çıkma yasaklarının yürürlükte olduğu bir vasatta yardım dağıtıma-toplama faaliyetlerini engellemek, yasaklamak dahası soruşturma konusu yapmak yanlıştır, zararlıdır ve sahiplerinin de aleyhinedir.
Üzülerek ve hayretler içerisinde kalarak gördüm ki; AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal CHP’li belediyelerin yardım faaliyetlerini önce “ayrı baş çekmek” olarak nitelemiş. Ardında da bu tür işlerin devletteki karşılığını “paralel bir yapılanma” şeklinde nitelemiş. Daha önce belirtmiştim “bırakalım hatta teşvik edelim hayırda, bağışta ve yardımda güçlü bir rekabet olsun”, kimse zarar görmez ama herkes faydalanır. Basit prosedürleri bir put gibi, çarpık teamülleri bir doğma gibi hayırlı faaliyetlerin önüne bir barikat misali çıkarmayalım. “Paralel yapı” yaftasını olur olmaz yerde birilerinin boynuna asmak için fırsatlar kollamayalım. Bu tür çirkin yaftalar vara yoğa kullanıldıkça süratle yalama olur, etki ve önemini tümden kaybeder ve nihayet en çok kullananların aleyhine işler.
Devleti yüceltmek, merkezi kararları tartışılmaz kılmak, yerel yönetimleri ezmek bürokratik oligarşinin kitabında yazıyordu, çevreden gelen talepleri iktidara taşıyan muhafazakâr demokrasinin değil. Hukuka, toplumsal iradeye, özgürlüklere yapılan vurgular üzerinden iktidara yürüyen, defalarca teşebbüs edilen tuzak ve darbe girişimlerini boşa çıkaran bir hareketin kendisiyle ve temsil ettiği kesimlerle çelişmesinin acı ve ağır bedelleri olur. Umarız yanlışta daha fazla inat edilmez.
(Yazar Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir)
YAZIYA YORUM KAT