Yerli/Milli mi, Akıllı/Ahlaklı mı?
Siyasi kültürümüz her şeyi sulandırma ve sığlaştırma konusunda yüzyıllara dayanan bir geleneğe sahip. Son dönemde ‘yerlilik’ kavramı da bu türden bir fırsatçı suikaste kurban gitti. Bu önemli kavram, gelenekçi muhafazakarlığı ima eden ‘yerelliğin’ aksine, toplumun karmaşık ve çoğulcu sentezine gönderme yapıyor. Kişiyi kendisini aşan bu çoğulculuk adına düşünme ve hissetmeye davet ediyor. Yerliliği temel alan bir millilik anlayışının ille de dışlayıcı ve içe kapanmacı olmayacağını, toplumun çıkarlarını zihinsel anlamda ucu açık, özgüvenli ve paylaşımcı bir bakış içerisinde hayata geçirmeyi hedefleyebileceğini tasavvur edebiliriz. Ancak şu an Türkiye’de tersi yaşanıyor… Eski ve kaba millilik anlayışı yerliliği boğup kendisine malzeme yapıyor. Dolayısıyla yerliliğin içi boşalmış, vasat milliyetçi militanlığa kurban verilmiş durumda.
***
Ancak verilen zarar bununla sınırlı kalmıyor. Öyle bir hava yaratılmaya çalışılıyor ki sanki kimlik kişilerin insani niteliklerinden çok daha kıymetli. Oysa hayat her seferinde aksini ispatlıyor… ‘Yerli/milli’ denenlerin içinde de muhakkak ki bir bölümü örneğin akıllı ve ahlaklıdır, ama etrafa şöyle bir baktığımızda bu iki vasfın yerli/milli kimlik için gerekli bir koşul oluşturmasını beklememek gerektiğini anlıyoruz. Aslında sorun akıllı/ahlaklı olmayan yerli/millilerden kaynaklanmıyor. Aksine kendisine yerli/milli diyen akıllı/ahlaklılardan kaynaklanıyor. Çünkü ideolojik kimlikler kişisel niteliklerden farklılar. Kişisel nitelikler olan akıllı ve ahlaklı olma konusunda, kişi diğer insanların aynı niteliği sergilememesinden sorumlu tutulamaz. Örneğin ahlaklı birine diğer insanların ahlaksızlığının bedelini yükleyemeyiz. Buna karşılık ideolojik kimlik iradi olarak bir araya gelen bir tür cemaatleşme anlamını taşır. Sizin kimliğinizi taşıyan birinin tıynetsizliği kaçınılmaz olarak sizi de yaralar, çünkü tıynetsizliğin bir bölümü kişiselden öte kimliksel tutuma yüklenebilir. Örneğin akılsız/ahlaksız insanların kendilerini yerli/milli olarak sunmaları ve bu kimlik üzerinden itibar görmeleri, cemaatin diğer mensuplarını yaralayacaktır. Daha da ötesinde söz konusu ideolojik duruşla ilgili yozlaşma algısı üretecektir.
Bu nedenle ideolojik kimlik etrafında oluşan cemaatleşmelerde, yüksek değerlere sahip olanlara büyük sorumluluk düşer. O değerlere sahip çıkmaları ve kendi içlerindeki düşük manevi vasıf ya da yetenek sahibi kişilerin ‘doğru’ davranmasını sağlamaları gerekir. Misal olarak yerli/milli klişesi etrafında oluşan siyasi cemaatin içinde birçok akılsız/ahlaksız kişi de olabilir. Nitekim bu durum bütün ideolojik cemaatler için aynen geçerli. Bu durumda yerli/milli cenahta yer alan akıllı/ahlaklıların bir şeyler yapması, içe dönük bir düzeltme ve ayıklama çabası göstermeleri gerekmez mi?
***
Ne var ki böyle bir çaba gözükmüyor. Bu da akla birkaç ihtimal getiriyor. Belki yerli/milli cemaat içinde akıllı/ ahlaklı oranı yeterli değil… Belki de içerdeki mahalle baskısı nedeniyle akıllı/ahlaklı olanların sesi çıkmıyor. Ancak sebep ne olursa olsun, yerli/milli cemaat içinde kaliteyi arayan akıllı/ahlaklı bir ses duymadığımız ölçüde, cemaat ile ilgili kanaatimiz sadece akıl/ahlak sahibi olma açısından sıkıntılı üyelerin ‘katkısından’ hareketle oluşacak ve bu kanaat tüm cemaati kapsayacaktır. Diğer bir deyişle yerli/milli olanların akıllı/ahlaklı olanlarını da geri kalan güruh ile özdeşleştireceğiz…
‘Bize ne, kendileri düşünsün’ de denebilir… Ama her ideolojik kimlik arayışının bu kadar hızla gözümüzün önünde yozlaşması, kendi siyasi kültürümüz üzerinde çok daha ciddi düşünmemiz gerektiğini gösteriyor.
Karar
YAZIYA YORUM KAT