1. HABERLER

  2. HABER

  3. BİYOGRAFİLER

  4. Yeri Yurdu Yoktu, Vicdanı Hep Vardı
Yeri Yurdu Yoktu, Vicdanı Hep Vardı

Yeri Yurdu Yoktu, Vicdanı Hep Vardı

Edward W. Said, hayatı boyunca ülkeden ülkeye, dilden dile ve kültürden kültüre gezdi durdu. O, yersiz yurtsuzluğu vicdanına tercih etti. Filistin meselesinde dik duruşuyla çoklarına örnek oldu.

12 Ekim 2014 Pazar 06:04A+A-

AYSEL YAŞA | YENİ ŞAFAK

Biz onu şarkiyatçılık konusunu titizlikle ele alışıyla, meşhur Oryantalizm isimli kitabıyla tanıyoruz daha çok. Karşılaştırmalı edebiyat profesörü ve aktivist olan Edward Said, elbette bunların ötesinde derin anlamları olan, hayatı birçoklarına örnek bir isim. İçimizdeki birçok yersiz yurtsuzun inandığı vicdanı göğsünde gururla taşıyan Said, aramızdan ayrılalı on bir yıl oldu. 1994 yılında kanser olduğu haberini öğrenince yazmaya başladığı otobiyografik eseri Yersiz Yurtsuz, inişlerle çıkışlarla, yer yer kimlik arayışlarıyla geçen dolu bir ömrün özeti niteliğinde. Geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları'ndan çıkan Yersiz Yurtsuz Anılar, Said'in 1967 yılındaki Arap- İsrail Savaşı'na kadarki döneme denk düşen gençlik yıllarını ele alıyor. Filistin meselesi üzerine yazdığı makaleleriyle kitleleri etkileyen Said'i, Said yapan etkenleri kitabın satır aralarında bulmak mümkün. Annesi ve kız kardeşleriyle ilişkisi, Edward ismi Said soyadıyla Arap dünyasında geçen çocukluk, ortaokul, lise ve üniversite için ABD'de geçen hayata dair öznel muhasebeler kitabın yazılmasının asıl sebebi.

SAMİMİ YOLDAŞI ANNESİYDİ

Kanser olduğu haberinden sonra New York'a dönüp, 1992 yılında ailesi ile birlikte doğduğu yer olan Filistin'e giden Said'in, bir de tek başına çıktığı Kahire seyahati var. Karmaşık ve anlaşılması güç bir ruh haliyle satır satır işlenen hayat bir entelektüelin oto portresi olunca, dünyanın bir dönemi de resmi geçit olarak akıp gidiyor. İkinci Dünya Savaşı, İsrail'in kuruluşu, Nasır yılları, Mısır'da krallık rejimin sona erişi, Filistin direnişi, Lübnan Savaşı ve Oslo barış süreci. Bunların yanı sıra Said'in özel yaşamına dair anektodlar da var. Annesiyle yaşadığı aşk- nefret ilişkisi mesela. 'Entelektüel, duygusal bir yakınlık yoldaşlık aradığımda yalnızca ve yalnızca anneme dönüyordum. Yaşamımın ilk 25 yılı boyunca en yakın, en samimi yoldaşım kuşkusuz annemdi' cümleleri Said'in hayatında sürekli tekrar edilenler arasında. O, hayatında yaşadığı birçok olayı, gerçekleştirdiği çoğu davranışı annesiyle ilişkilendirerek bir çizgi çekiyor kendine. Kudüs'te doğması kuşkusuz, ona hayatında çok şey katıyor. Kitapta da sıklıkla dile getirdiği yersiz yurtsuzluk onun en büyük zenginliği. Hayatının çetelesini sunarken şu cümleleri aktarıyor Said: 'Edward olarak sözünü ettiğim benliğe ait olan, çoğu zaman ustalıkla kuşanıp kullandığım toplumsal özelliklerin altında, uzun bir zaman gömülü olarak kendini gizlemiş olan ikinci bir benliğin belirişi ve giderek artan sayıdaki göçlerin çocukluk yıllarımdan itibaren yaşamımı nasıl allak bullak ettiğiydi.'

KÖKSÜZLÜK O KADAR DA KÖTÜ DEĞİL

Yaşamı boyunca sürekli bir göç halinde yaşar Said. Şehirden şehire, kültürden kültüre, dilden dile gezer durur. Sonunda vazgeçemediği bir göçerlik hali, yersiz yurtsuzlukla kalakalır. Fakat okuduklarımızdan anlıyoruz ki o, bu durumdan hiç şikâyet etmiyor: 'Yaşamımdaki bunca uyumsuzluktan sonra pek doğru bir şey olmamayı, yersiz yurtsuz olmayı yeğlemeyi öğrendim.' Farklı kültürler arasında yaşadığı geçişkenlik, adı anıldığında 'çağın vicdanı' denilen Said için her zaman açık bir pencere olur. Filistin'de Hıristiyan bir Arap, Amerika'da Ortadoğulu biri olarak görülmek, marjinal bir noktaya konumlandırılmak onun hayatına pozitif yönde bir yol çizmesine neden olur. İki kültürü de iyi benimser, çıkarımlar konusunda objektif davranır, her daim vicdanının sesini dinler. Filistin'de masumlar katledilirken susmaz, bu yüzden yalnız kalır ama mücadeleyi hiç bırakmaz. Dünyadaki insanlara köksüz olmanın o kadar da kötü olmadığını gösterir. Hayatına değen yığınla insandan hep bir şeyler öğrenir. Filmden, müzikten, sinemadan, spordan, edebiyattan, operadan, piyanodan kısacası sanatın ve hayata dair güzelliklerin barındırdığı her daldan ayrı ayrı meydan okur. Köksüzlüğünü de bu dal budak salmış hayatta yine ve yeniden önemsemez…

Profesörsün, kendi işine bak!

Yaşadıkları sürgünlük hali için 'O sıralar olayların iç yüzünü hiç bilmeyen, dünyadan habersiz bir tanığıydım bu sürgünlük halinin' diyecektir sonraları. Yirmi yıl sonra siyasetle ilgilenmeye başladığında da anne ve babasından ret cevabı alacaktır. Annesi 'Mahvına sebep olacak bu,' derken, baba 'Sen edebiyat profesörüsün, kendi işine bak' diyordu. Ölümünden birkaç saat önce babasının Said'e söylediği son sözler ise şöyle: 'Siyonistlerin sana yapacaklarından korkuyorum. Kendine mukayyet ol.' Said aramızdan ayrılalı çok oldu. Hayatı boyunca vicdanıyla hareket etti, okudu, yazdı, mücadele etti. Peki, tüm bunlara nasıl zaman ayırdı. Onun da cevabı var: 'Bende ne boş zaman ne de dinlenme kavramı vardır. Hele bir işi zamana yayma anlayışından büsbütün yoksunumdur.'

Baba gölgesi altında

Pek parlak bir okul hayatı geçirmez Said. Babasının kamburluğuna, düz taban oluşuna takmalarını saymazsak, o hayatından memnundur. Atletizme merak salar, fakat yaşadığı talihsiz bir olay sonucu koşu kariyeri sona erer. Daha sonra tenis, yüzme ve biniciliğe merak salar. Piyano çalar, öyle ki bir dönem müzik kariyerini bile düşünür. Öğrencilik hayatından bahsederken 'Öğrencilik hayatımın tutarsız gidişi…' özeleştirisini de yapmadan geçemez. Babasının, Said'in hayatına düşen gölgesinin ise tesiri çok büyük: 'Babamın dokuz yaşımdan itibaren beni tutsak eden sıkıyönetim rejimi ve hayat terbiyesi bana ne bir soluklanma fırsatı, ne de onun kurallarının ve kalıplarının ötesinde bir ben duygusu bıraktı. Müebbeden yersiz yurtsuzdum artık. Böylece Edward oldum çıktım- her gün katlanmak zorunda oldukları, dışarıdan görünenden farklı olmasına farklı, yine de dışarıdakinin kaderini değiştirmeye gücü yetmeyen bir iç benlik tarafından gözlenen bir anne-baba yaratısı.' Edward Said, hep üzerinde konuşulan soyadı içinse '…Araplığı su götürmez Said soyadına zoraki iliştirilmiş, budalalık derecesindeki İngiliz 'Edward' adına alışmam, daha doğrusu bu adı daha az yadırgar hale gelmem yaklaşık elli yılımı aldı' derken de 'Amerikalı bir iş adamının, Amerikalılığa dair en ufak bir his taşımayan oğlu olarak başlamıştım Kahire Amerikan Lisesi'ne…' cümlelerini kurarken de 'etiketler' üzerine sıklıkla düşündüğünün vurgusunu yapıyor.

 

HABERE YORUM KAT