Yere inen üniversite mi, idealdeki üniversite mi?
Burada sorulması gereken soru tabii ki üniversite eğitiminin bu müstesnalık hissini vermesi gerekip gerekmediğidir.
Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında toplumun "Üniversite"yi algılama biçimlerini yorumluyor:
Türkiye’de 21 yılda yaşanan aşırı hızlı üniversiteleşmenin bir görünümü veya sonucu da her ile en az bir üniversitenin kurulmuş olmasıdır. Birçok ilde üniversite sayısı birden fazla olmuş, birçok üniversite neredeyse salt üniversite şehirleri haline gelmiştir. Başlı başına bu durum son 22 yıl içinde yaşadığımız sosyolojik dönüşümün çok önemli bir boyutunu oluşturuyor. Çünkü üniversitenin kurulması bir şehrin bütün hayatını, hayat tarzını etkiliyor, yeni ve birçok şehirde en önemli istihdam alanlarından birini oluşturuyor.
Sadece üniversite bünyesinde sağlanan akademisyen ve yardımcı hizmet kadrolarından bahsetmiyoruz. Kuşkusuz üniversite kampüslerinin gelişmesi, kademeli olarak sürekli artan öğrenci sayısı, bu öğrenciler arasında şehir dışından gelenlerin oranının da artması, kampüs ve şehir arasındaki ulaşım, iletişim ve etkileşimle birçok alana etkisi olan bir toplumsal dönüşüm de yaşanmaktadır. Denilebilir ki, Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle taşra şehirlerinde yaşanan en kapsamlı modernleşme, toplumsal değişim ve kalkınma aktörlerinden birisi böylece üniversiteler olmuş oluyor.
Önceki zamanlarda nüfusu yüz binin altında olan şehirlerin çoğunun ekonomik yükünü büyük ölçüde şehirlerdeki askeri birlikler çekiyordu. O yüzden siyasetçiler üzerinden yansıyan en popüler taleplerden biri şehirde bir askeri birliğin kurulması veya varsa büyütülmesi oluyordu. Bunun bir şehrin ekonomisine bacasız fabrika kurma etkisi yapacağı beklenirdi.
Oysa üniversiteler bu etkiyi çok daha geniş boyutlarda ve çok daha fazla yerine getiriyor.
Tabii sadece şehrine ekonomisine katkısı açısından ele alınamaz konu. Aynı zamanda şehrin kültürel, folklorik, demografik ve kentlilik boyutuna da çok ciddi katkısı oluyor. Normal zamanlarda hiç çalışılmayan, dolayısıyla derinine inilemeyen bir şehrin kültürel veya tarihsel hafızasına şehirlerde kurulan tarih, coğrafya veya edebiyat bölümleriyle sondaj atılmaya başlanıyor.
Bugün hemen her şehrin üniversitesinde, tarih, coğrafya, edebiyat bölümlerinde o şehrin tarihi giderek çok daha ince bir yolla kazınmakta, şehrin altında ve üstünde barındırdığı bütün hazineler ortaya çıkarılmakta ve bu da bütün ülkenin toplam öz-bilincine ciddi bir katkı yapmaktadır. Diğer yandan üniversiteler şehrin tarımsal, coğrafi, yer altı veya yer üstü kaynakları hakkındaki çalışmalara da katılarak bölgesel zanaatların, sanayilerin, madenlerin veya kültürel üretimlerin inovasyonunlarla gelişimini harekete geçirmektedirler.
İlk etapta bu kadar çok hızlı üniversiteleşmenin yol açabileceği komplikasyonlara fazla dikkat kesildiğinizde olayın sadece olumsuz yanları görülür. Oysa üniversite, kurulduğu şehirde tabii ki ilk gün itibariyle değil ama zamanla, demlendikçe bütün bu işlevleri de yerine getirmeye başlıyor. Hızlı kurulumlara ve sayısal artışlara karşı insanlarda bir ürküntü meydana gelmesi son derece doğal bir durumdur elbet. Bu hız karşısında insanların hemen “iyi de nerede kalite!” diye tepki vermeleri sadece doğal, ama tarihsel seyri bir bütün olarak görmekten uzak bir tepki.
Üniversitelerin şehrin sosyolojik gelişimine yaptığı katkılardan bahsettik de, bu kadar çok üniversiteleşmenin, bizatihi üniversite fikrine ve kalitesine nasıl bir etkisi olduğuna ve olacağına da bakmak lazım elbet. Özellikle bugünlerde, yıllardır hayalini kurarak, bunun için büyük bir özveriyle, aşkla, heyecanla kazanmaya odaklandığı üniversiteyi kazanmış olarak, okuyacağı üniversite tercihini yapmış olan öğrenciler açısından durum nedir?
Kuşkusuz bütün toplum açısından hızlı ve her yere ulaşmış üniversite görünümünün en önemli etkisinin üniversiteyi sıradanlaştırması, belki de üniversiteyi yere indirmesi, ayaklarını yere bastırması, hayatla buluşturması (down to earth) olduğunu söyleyebiliriz. Ama ne kadar sıradanlaşmış, ayağımıza kadar gelmiş olsa bile iyi bir üniversite okumak için bu kadar uzun bir maratonu, törensel bir ciddiyetle kat etmiş ve kazanmış öğrenciler için üniversite her şeyden önce bir mekânsal değişim beklentisi de oluşturuyor olmalı. Mesela üniversite mekanını, kampüsünü liseden ayrı kılan bir mekânsal düzen olmalı. Veya olmalı mı? Bu soru kritiktir zira bazı sosyolojik çalışmalarda çok sayıda öğrenciyle yapılan mülakatlarda öğrenciler lise ve üniversite mekanları arasında ciddi bir fark görmediklerini söylemişlerdir. Dolayısıyla üniversite mekânı onlara farklı bir mekânda bulunduklarına dair bir farkındalığın oluşumunda ciddi rol oynamamaktadır. Bu, üniversite tecrübesi veya düşüncesi açısından bir sorun olarak görülmeli midir?
Üniversiteleşmenin en önemli tezahürü üniversiteye gitmekte zorlanan geniş nüfus kesimleri için üniversiteyi adeta ayağa kadar götürmüş olmasıdır. Her şehirde bir üniversite kurulmuş olması, üniversiteyi kazanan öğrenci için üniversiteyi mekânsal kopma veya yeni bir başlangıç için çok radikal bir gurbeti, eğitim yolculuğunu zorunluluk olmaktan da çıkarmış oluyor. Anadolu şehirlerinde kurulan üniversiteler, öğrencilerinin büyük çoğunluğunu kendi şehirlerinden veya çok yakın şehirlerden çekmektedir. Üstelik yüksek oranda üniversiteleşme, üniversite eğitimine kabul edilmeyi akranları arasında istisnai bir fark olarak yaşama hissine de belki ket vuruyordur. Neticede her isteyen üniversiteyi bir şekilde okumuş oluyor.
Burada sorulması gereken soru tabii ki üniversite eğitiminin bu müstesnalık hissini vermesi gerekip gerekmediğidir. Öyle ya, bu müstesnalık duygusu değil miydi ki insanlarda bir aydınlanmışlık imtiyazı hissi oluşturup toplumun geri kalan kesimleri üzerinde bir despotizm duygusunu sürekli besleyen? Üniversite eğitimi ile demokratik değerlerin gelişimi arasında bazı sosyolojik çalışmaların tespit ettiği ters korelasyon biraz da asgari üniversiteleşmenin aydınlanmış despot üretme istidadından kaynaklanmıyor muydu? Şayet bu tespit doğrulanabilirse yüksek üniversiteleşmenin aynı zamanda daha mütevazi, daha eşitlikçi ve demokratik değerlere daha yatkın bir insan tipi yetiştirmeye de daha yatkın olacağı da söylenebilir.
Ancak yine de okumak için mutlaka şehir değiştirmek, uzun ve hasretli bir gurbeti göze almayı gerektiren bir üniversitenin neredeyse evinin yakınlarına kadar gelmesi, üniversitenin o ideal uzaklığını, mesafesini kapatmış olması, üniversitenin kalitesine ket vurmaz mı?
Bütün bunlar tartışılabilir kuşkusuz. Neticede canlı bir kurumun hareketli bir toplumdaki sürekli değişen etkilerinden bahsediyoruz.
HABERE YORUM KAT