Yenmek ve yenilmek
Devlet, gittikçe daha sertleşen bir politika izliyor Kürt meselesinde.
Okuduklarımıza bakılırsa, PKK’nın başlattığı “Temmuz harekatı”ndan sonra devletin gözü PKK’yı iyice kesti ve “biz bunu bitiririz” inancı kuvvetlendi.
“Açılımın PKK’nın işine yaradığı” görüşünün de devlette taraftar topladığı anlaşılıyor.
Bu iki inanca dayalı olarak da “baskıyı” arttırıyor.
Bu “şiddet ve baskı” politikasını da “ama temmuz savaşını PKK başlattı” mazereti üzerine bina ediyor.
PKK’nın, yanlış analizler ve değerlendirmelerle savaşı şiddetlendirdiği doğru.
Ama şiddet yarışında PKK’nın yansımasına dönüşen bir devlet Kürt meselesini çözebilir mi?
Tabii asıl soru şu:
Biz, Kürt meselesinin çözümünü kimden bekleyeceğiz?
PKK’dan mı, devletten mi?
PKK’nın çözüm konusunda bir acelesi olmadığı anlaşılıyor.
Devlet de PKK’nın bu mantığını paylaşıyorsa, onun da çözüm için bir acelesi yoksa şiddeti arttırsın, KCK’nın civarından geçen, bu örgüte sempati duyan herkesi toplayıp hapsetsin.
Savaşıp duralım.
İnsanlar ölsün.
Devlet, kendini PKK ile eşitlediği, politikalarını PKK’ya endekslediği, “o yaptı, ben de yapacağım” deyip şiddeti arttırdığı sürece bu iş çözümlenmez.
Çünkü mesele şiddetle çözümlenecek bir mesele değil.
Şiddet konusunda çok arzulu, iştiyaklı gördüğümüz, PKK Çukurca’da havaya uçurduğu askerlerin videosunu çekip utanmazca yayınladığında ondan daha da utanmazca davranıp PKK’lıların cenazelerini ayaklarına ip bağlayarak “Ne mutlu Türküm diyene” panosunun altına çeken anlayış, aynı istekliliği “demokratikleşme, özgürleşme” konusunda göstermiyor.
Sorun da burada zaten.
Kürt meselesi, “demokratikleşme ve özgürleşme” olmadan, Kürtlerin eşitliği kabul edilmeden, hatta bana sorarsanız “ayrımcılığın” siyasi bir görüş olması yasallaşmadan öyle kolayından çözümlenmez.
Kürt meselesi, Kürtlerin eşit olmayan bir hayata “mecbur” edilmelerinden, isteklerini açıkça söylemelerinin yasaklanmasından kaynaklanıyor.
Bu sorunu çözmedikçe istediğiniz kadar PKK’lı öldürün, istediğiniz kadar profesörü, yazarı, belediye başkanını, siyasetçiyi yakalayıp hapse atın meseleyi çözemezsiniz.
Ortada bir haksızlık var.
Kürtlere haksızlık yapıldı.
Bu haksızlık ısrarla sürdürüldü.
Yapılan bu haksızlığı, meselenin asıl sebebini ortadan kaldırmadan nasıl çözeceksiniz bu işi?
Dokuz yıldır iktidarda olan hükümet, meseleyi çözmek için “niyet beyan ediyor” ama kalıcı bir değişiklik sağlamıyor.
Hele son zamanlarda en küçük bir adım bile atmıyor.
Atacağına dair bir işaret de vermiyor.
Karşımızda heyula gibi bir şiddet duruyor yalnızca.
Ölen çocuklar, cenazeler, ağlayan kadınlar duruyor.
“24 bizden, 24 sizden” anlayışı duruyor.
Kitleler halinde tutuklamalar duruyor.
Şiddeti arttırmanın nedeni olarak “PKK’nın şiddeti arttırması” gösteriliyor, “o yaptı, biz de yapıyoruz”, peki, bütün politikanızı PKK’nın yaptıklarına endeksliyorsanız, “demokratikleşme” için de PKK’nın demokratikleşmesini mi bekleyeceksiniz?
Ülkenin bütün politikalarını PKK’nın yaptıkları belirliyorsa, bu ülkeyi kim yönetiyor, PKK mı hükümet mi?
Bu hükümet, PKK’dan bağımsız bir politika belirlemekten aciz mi?
Almanya’da “anadilimizden vazgeçmeyiz” diye kükreyen Başbakan neden Türklerin anadili için gösterdiği bu sahiplenmeyi Kürtlerin anadili için göstermiyor?
Gidip Almanya’da Türklerin anadiline sahip çıkan Başbakan, Diyarbakır’a gidip neden Kürtlerin anadiline de sahip çıkmıyor?
Niye Kürtlerin anadilde eğitim hakkını kabul eden tek kelime bile söylemiyor?
Üstelik bu halk Başbakan Erdoğan’a neredeyse sonsuz bir kredi açtı bu meseleyi çözmesi için, Erdoğan’ın korkacağı bir şey yok, niye yapmıyor?
Genelkurmay Başkanı’nı kuvvet komutanlarıyla Çukurca’ya gönderen hükümet, neden Milli Eğitim Bakanı’nı da Diyarbakır’a göndermez anadil sorunu için?
Şiddetin şehveti bu, değil mi?
Çözmek değil “yenmek” istiyorsunuz.
Ama tarih size şunu söylüyor eğer dinlerseniz, “yendikçe yenilirsiniz”.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT