Yeni Yüzyılda Müslüman Dünya Laikleşecek mi?
İhsanoğlu’nun yapmış olduğu açıklamaları belli bir zemine oturtabilmek için hatırlamamız gereken bir kitap var. Onun Yeni Yüzyılda İslam Dünyası kitabında dile getirdiği görüşleri Müslüman dünyaya ilişkin niyetleri anlamak bakımından son derece önemli.
Asım Öz - Dünya Bülteni
Mısırda yaşananlar farklı fikirlere, değişik tutumlara, zıtlaşan tavırlara sebep olmakta. Yürütülmekte olan siyasetlerin din, siyaset, iktidar ve beklentilerle alakalı olduğunu ve geçmişten gelen zihniyet yapılarını daha iyi anlamaya da katkı yaptığı görülmekte. Şaşırtıcı ve akıl almaz yaklaşım sahipleri belli kurumları temsil makamında olunca meselenin daha da şaşırtıcı bir hal aldığı inkâr olunamaz. Öyle görülüyor ki bu süreç pek çok konuda önemli kırılmaları beraberinde getirecek.
Mısır hakkında yapmış olduğu açıklamalarla "şaşırtan" isimlerden biri de Ekmeleddin İhsanoğlu oldu. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri İhsanoğlu Taha Akyol'un sunduğu "Eğrisiyle Doğrusuyla" programına katıldı. Mısır'daki darbeyi değerlendiren İhsanoğlu, darbe yapanlara karşı herhangi bir tavır ortaya koymazken, darbe ile görevden alınan Mısır Cumhurbaşkanı Mursi'ye oldukça sert eleştiriler getirdi. İhsanoğlu'nun Mursi'yi eleştirmesi kamuoyunda tepkileri çekti. Mursi'yi destekleyenlerin gözünde İhsanoğlu güvenirliğini tamamen olmasa da büyük ölçüde yitirmiş durumda. Umarız bu açıklamalar "eylemde dayanışma" düsturuyla yürütülen çalışmalalar dahilinde değildir. Muhtemelen bundan sonra sürekli olarak bir polemiğin nesnesi belki de bahis konusu olacaktır İhsanoğlu.
Şimdiden sosyal medyada epey şaşkınlık söz konusu. Çoğunluk bu kanaatleri ekranda sözün akışı içinde rastgele doğmuş muamelesi yaptı yahut "hoca bunu senden beklemezdik yahu" dedi. Gelecek günlerde yankılarını daha iyi görebileceğimiz bu düşünceler için şimdilik acaba öyle mi, diyerek başlamak iyi olur. Neden Mursi'yi eleştirdi de askeri darbecilere "üzüntü ve endişe duyduğunu" belirtmenin ötesinde hiç söz söylemedi? Müslümanlar bir problemle karşılaştıklarında bu probleme dair İKT'den beklentilerin en üst seviyeye çıktığını bilmiyor olabilir mi İhsanoğlu? Kamuoyunun hassas olduğu bir konuda etkin politikalar üretemeyen bir teşkilatın adının, şartının ve ambleminin değiştirilmesinin önemine kim inanır? Müslüman dünyadaki demokrasi tecrübesinin kesintiye uğramasından şikayetçi olan bir sekreterin darbeyle düşürülen bir cumhurbaşkanına karşı eleştiriler yöneltmeden önce darbecileri kınaması gerekmez miydi?
Öncelikle İhsanoğlu'nun yapmış olduğu açıklamaları belli bir zemine oturtabilmek için hatırlamamız belki de didiklememiz gereken bir kitap var elimizde: Yeni Yüzyılda İslam Dünyası- İslam Konferansı Teşkilatı 1969-2009. Bir bakıma onun bu kitabında dile getirdiği görüşleri, Müslüman dünyaya ilişkin niyetleri/gelecek perspektiflerini anlamak bakımından yeniden okumak gerekir. Elbette vasat bir "intikamcılıkla" onun her konuda tenkit edilebilir olduğunu söylemek istemiyorum. Sadece belli konularda söylediklerinin şüpheli bağlanmalara işaret ettiğini bundan dolayı da siyaset üstü değerlendirmeler olarak ele alınamayacağını, alınmaması gerektiğini göz önüne almamız gerektiğine işaret etmenin lüzumlu olduğuna inanıyorum. Dikkatli ve titiz okurlar, bu kitapta ele alınıp geliştirilenleri göz önüne aldıklarında, İhsanoğlu'nun son açıklamalarının belli bir süreklilik içinde gelişen fikirlerin neticesinde serdedildiğini fark edecektir. Bilindiği üzere İhsanoğlu, 2005 yılında bu teşkilatın dokuzuncu genel sekreteri seçilmişti. Hatta bu yıllarda AKP'nin İhsanoğlu için "kulis faaliyeti" yaptığı bile ileri sürülmüştü. Bu yıllardan itibaren İKT'de gerçekleşen reform sürecinin içerden anlatımı olarak da görülebilir Yeni Yüzyılda İslam Dünyası.
"İSLAM KİSVESİ ALTINDAKİ RADİKALİZM"
Yeni adı İslam İşbirliği Teşkilatı olan İslam Konferansı Teşkilatında otuz yıldan fazladır bilfiil yer almış biri olarak İhsanoğlu bu kurumun 1960'lı yılların sonundan başlayan tarihini özetlemeye çalışıyor. Tabii bunu yaparken Hilafetin ilgasından sonra Müslüman dünya liderlerinin ve düşünürlerinin zihinlerinde önemli bir yer tutan arayışlara da yer veriyor. Sürece aşina olanlar için kısa bir özet bu. Ne var ki post-hilafet şartların anlatıldığı bu süreçte Müslüman Kardeşlerden hiç söz edilmiyor. Ben kitabın belli bölümlerini okuma ve inceleme fırsatı buldum. Buradan hareketle birkaç yönü üzerinde ve bunların aktüel siyasi tartışmalar için olduğu kadar gelecek için işaret ettiği istikamet üzerinde durmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
İhsanoğlu'nun The İslamic World in the New Century.The Organization of the İslamic Conference (1969-2009) başlığıyla yayımlanan kitabı Türkçenin yanında Arapçaya da çevrilmiş ve dahası önsözünü devrik Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi kaleme almıştı.(Mısır'da bulunan arkadaşlar bu önsözü bulup tercüme etse ne iyi olur!) Bahsettiğimiz kitabın bir diğer özelliği de Müslüman dünyada meydana gelen büyük değişimlerden en az iki yıl önce baskıya verilmiş olmasıydı. Kitapta modernleşmeye ve küresel değerlere açılım ve uyum önemsendiği buna mukabil İslam'ın 'hoşgörü' dini olarak takdim edilişi hemen dikkat çekiyor. İslam dünyası tasvir edilirken "İslam kisvesi altındaki radikalizm"den " kanundışı aşırı siyasî hareketlerin haksız ve mesnetsiz bir şekilde İslam ile ilişkilendirilmesinden" ve "İslam adı altında dünyevî hayatın zorluklarına çözümler ve uhrevî hayatta saadet vadeden militan şiddet hareketlerinden" söz edilmesi garip bağlantılar manzumesini kavramak bakımından son derece dikkat çekici ifadeler.
Müslüman dünyadaki endişe verici durumlar karşısında Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz'in reform çağrılarına kulak verilmesi de belli yönelimleri açığa çıkarmaktadır. Bildiğim kadarıyla İslam Konferansı Teşkilatı hiçbir zaman Suudi Arabistan yönetimiyle çatışma ilişkisi içinde olmamıştır. Yirmi birinci yüzyılda Müslüman dünyanın karşılaştığı sorunlara dönük on yıllık eylem programına ilişkin olarak 7-8 Aralık 2005'te yapılan konuşma bu yönüyle okunduğunda epey yararlı olacaktır. Evvela Suud Kralı ümmetin her alanda karşılaştığı problemlere optimal çözümler önermek için niye toplantı tertip etme gereği duymuştur, sorusunu sormamız gerekir. Acaba Suud Kralı niçin itidal önerisini savunuyor, savunmak zorunda kalıyor? Peki Müslüman dünyaya önerilen reformdan Suud niçin istisna ediliyor? Diğer taraftan bu krallık halkının beklentilerine artan bir bilinçle kulak veriyor mu? Müslüman dünyaya ilişkin daha sağlıklı tartışma alanları açabilmemiz için bu soruların cevaplandırılması gerekmez mi?
DİN VE SİYASET İLİŞKİSİ NASIL OLACAK?
Bu vesileyle dikkatle okumamız gereken bir şey daha var; o da İslam Konferansı Teşkilatının on yıllık eylem programındaki "hayati" derecede önemli olan bölümler. Ortadoğu'nun ve dünyanın geleceğinde İslam'ın ve Müslümanların yeri meselesine nasıl bakıldığını düşünmemiz gerekiyor. Birkaç alıntı yapalım: " İtidal ve hoşgörü dini olarak İslam hakkında doğru bilgileri yaymak için çalışmak ve Müslümanları aşırı uçlar ve dar görüşlere karşı kuvvetlendirmek için İslamî değerleri, inançları ve prensipleri korumak.
İslamî ve insanî değerlere karşı geldiklerinden aşırılıkları her türlü biçim ve görünümlerinde kınamak ve bunun akılcılık, ikna ve iyi telkin yoluyla yaklaşılması gereken siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel sebeplerini kalınma programlarıyla ve uzun süreli anlaşmazlıkların çözümü yoluyla gidermek.
(...)
Dinlerarası diyalogu teşvik etmek, ortak değerleri ve paydaları öne çıkarmak." Okuduklarımdan edindiğim izlenim şudur: Uyum ve statükonun korunması için aşırılıkların temizlenmesi gerekir.
İhsanoğlu, Osmanlı Devlerinin son elli yılında modern devletin gerektirdiği kurumları oluşturduğunu ve bu süreçte yetkin din alimlerinin modern kurumlarla İslam'ın gereklilikleri arasında bir ayrılık veya karşıtlık görmediklerini belirtiyor. Demokrasinin kurumsallaşabilmesi için toplumsal sorunların ele alınışında iyi yönetişim ilkelerinin ve insan hakları çerçevesinde siyasi özgürlüklerin kapsanmasının şart olduğunu ifade ettikten sonra dile getirdikleri oldukça manidar: " Kilit önemdeki bu iki prensip yerine konmazsa Müslüman toplumların siyasette aktif kesimleri için tek çıkar yol hedeflerini dinin çerçevesinde aramak olacaktır. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde işler daha da karışabilir ve bugünkünden daha zor hale gelebilir." Gerilimli politik ortam konusunda serdedilen görüşleri buradan yola çıkarak yorumlamak bölgenin statükocu monarşileri için oldukça anlamlı olsa gerek.
Şimdilik bu kadarını aktarmakla yetinelim. İslam İşbirliği Teşkilatının Müslüman dünyayı temsil eden ilk ve uluslar arası kuruluş olarak anan İhsanoğlu ilkin Müslüman dünyanın geleceğinin büyük ölçüde, "iyi yönetişim"[good govermance] ilkelerinin benimsenmesine ve hayat tarzı olarak demokratik çoğulculuğa dayalı bir yönetimin kurulmasına bağlı olacağını ifade ediyor. Müslüman dünyada meydana gelen gelişmeleri yorumlarken şunları söylüyor: "Arap Baharı terimi kimseyi yanıltmasın. Gerçeği yansıtmıyor. Çeşitli vesilelerle söylediğim gibi son iki yıldır Arap ülkelerinde yaşananlar arzulanan baharı getirmedi; getirdiği despotların sonbaharı oldu. Toplumlar güçlükler ve problemler yaşamaya devam edecekler. Bu sonbahardan sonra uzun ve sert bir kış olacak, ardından değerleri ve sistemleriyle toplumların arzuladığı bahar gelecek."
Demokrasiye giden yolların hiçbirinin güllerle bezeli olmadığını söyleyen İhsanoğlu kitabının pek çok yerinde çoğulcu demokrasi uygulamasıyla İslam'daki yönetişimin tem elleri arasında esaslı bir karşıtlık bulunmadığının altını çiziyor. Bununla birlikte İslamcı siyasi hareketlerin ortaya çıkışı ve kamuoyunda bu hareketlere dair değişen yaklaşımlar üzerinden dile getirdikleri din siyaset arasındaki sınırın tayini sorununu fakat daha da önemlisi laik bir beklenti ufkunu gündeme getirmekte. Kitabın İngilizce baskısında din siyaset konusunda yazdığı satırları hatırlatarak Türkçe baskısına yazdığı önsözde yer alan ifadeleri birlikte okuyalım: " Siyasî güçlerin din üzerinde baskı kurmaması gerektiğine de işaret etmiştim. Benzer şekilde, demokrasiye geçişin bugün yaşanan kritik döneminde siyaset üzerinde din adına bir baskı da kurulmamalı. Bu durumların her ikisinin de başarısızlıkla neticelendiğinin örnekleri dünya tarihinde ve İslam tarihinde mevcuttur. Bu sebeple siyasetin teorisyenlerinin ve uygulayıcılarının bir yanda değişmez olan din prensipleri arasında ustaca bir dengeyi kurması gerekiyor. Siyasî konuların dünyevî ve değişken olduğu, dinin ise mutlak semavî değerlere dayandığı gözden uzak tutulmamalı." Geçerken belirtelim ki bu düşünce ve temenniler Müslüman dünyadaki seküler elitlerin tavrından ne oranda farklıdır?
Karşılıklı anlayış ve anlaşmanın yanında Müslüman dünyanın üzerine düşen ve yerine getirmesi beklenen sorumluluklar cihetinden olmak üzere sıralanan hususlara ve İslam Konferansı Teşkilatına yüklenen 'görevlere' bakalım: "İslam dünyasının geleceğini belirleyecek olan sosyo-ekonomik kalkınma beraberinde modernleşmeyi ve onunla birlikte itidali, yani ılımı, ölçülülüğü de getirecektir. Dinin sosyal hayatta yer alması ve siyasetle ilişkisinin birbirine karışmama esasına bağlanmasıyla kurulacak bir denge İslam dünyasında ve onun dışındaki her yerde barışı ve düzeni sağlamaya katkıda bulunabilir.
İslam Konferansı Teşkilatının bu dönemde üstlendiği büyük bir görev İslam dünyasında modernleşmeyi ve aynı zamanda itidali sağlamak oldu."
BİR TÜRKÜ TUTTURMUŞ GİDİYORUZ
Bir diğer önemli husus dini alanla siyasi alan arasında çizilen sınır konusu. Din ve siyaset ilişkisi bağlamındaki ifadeleri de akılda tutmak lazım: "Müslüman toplumların günümüz dünyasında kararlılıkla ileri gidebilmeleri için siyaset alanıyla din alanı arasındaki ilişkiyi, bunları birbirine karıştırmayacak şekilde tanımlamaları gerekir. Bu ilişki karşılıklı olarak yetkilerin ayrılığına dayanmalı, ayrıca çoğulculuğa yer vermeli ve bunu benimsemeli ve aynı zamanda siyasi gücün elden ele geçişinde demokratik usullere elvermeli. Din alanının siyaset üzerindeki ve siyasetin din üzerindeki kontrolü kaldırılmalı, bu ikisini birbirinden ayıran çizgi net ve açık olarak çizilmeli." Bu satırlar İhsanoğlu'nun kitabının giriş kısmında geçmektedir. Ne yazık ki, uzun zamandır bildiklerimizden veya bize belletilen "efendi söylemlerinden" başka hiçbir şey öğrenmiyoruz buradan. Laikliğin Müslüman dünya için olanaklılığını sorgulama yoktur kitapta. Burada laiklik kavramı konusunda asla net bir biçimde tanımlama yapılmadığını da belirtelim.
Herhalde, yönetişimin, laikliğin, çoğulculuğun İslâm İşbirliği Teşkilatının önemli bir ismi de dâhil olmak üzere pek çok kişi ve çevreyi kuşatmış olmasının sebepleri üzerinde düşünülmelidir. Bunları sadece eleştiri için gündeme getirmiyorum. Süreci doğru anlamak hem yakın geçmişe hem de geleceğe dikkatle bakmak için bunları hatırlatıyorum. Anlaşılan o ki bazı Ortadoğu uzmanlarının Arap Soğuk Savaşı'nın ürünü olarak gördükleri İslam Konferansı Teşkilatı'nın karmaşıklığını anlamak için belli tarihsel aralıkların daha ayrıntılı değerlendirmelere ihtiyaç var. Bu vesileyle bu teşkilatın hakkını teslim etmek kadar aktardığı, miras bıraktığı şeyler üzerine daha soğukkanlı eğilmek gerekir.
Sözün kısası, önümüzdeki yıllar hatta on yıllar yönetişim, çoğulculuk, katılım, İslami hareketler vb. konular üzerine yeniden fakat doksanlı yıllardan bu yana olageldiği gibi değil daha esaslı bir şekilde düşünmenin gerekliliğini ve aciliyetini gündeme getirecektir. Görelilikten dini alanın fetvalarla kontrol altına alınmasına, despot hanedanlar eliyle ikame edilen dinde reform çabalarından Müslüman ülkeleri ne olduğu tanımlanmayan "aşırılıklarla savaşta güçlendirmeye" kadar uzanan bir dizi politika ile daha çok muhatap olunacak gibi.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Yeni Yüzyılda İslam Dünyası- İslam Konferansı Teşkilatı 1969-2009, Timaş Yayınları, 2013, 412 sayfa.
HABERE YORUM KAT