‘Yeni Türkiye’ye ‘Yeni Atatürk/Gâzi’ mi?
“Yeni Türkiye” için “yeni Atatürk” ya da “yeni Gâzi” inşâ etme sürecindeysek, bunun ancak baskı ve tecebbür ile becerilebileceğini de görmemiz gerekmektedir.
HAKSÖZ-HABER
Levent Köker, Zaman gazetesinde yayınlanan makalesinde son dönemlerde bilhassa Erdoğan'ın sözlerinde ve Hükümete yakın medyada yer bulan Mustafa Kemal'i halk iradesine saygılı bir şahsiyet olarak tanımlama eğiliminin tutarsızlığına dikkat çekiyor.
***
‘Yeni Türkiye’ye ‘Yeni Atatürk/Gâzi’?
Levent Köker / Zaman
Târih, özellikle de yakın târih söz konusu olduğunda, “bugün”ün sorunlarından ve değerlerinden yalıtılmış analizler yapmak çoğu kez mümkün olmamaktadır.
Cumhuriyet’in kurucusu ve onun fikirleri söz konusu olduğunda bu imkânsızlık daha da belirginleşmektedir. Atatürk’ün vefâtının 76. yıldönümü vesîlesiyle Sayın Cumhurbaşkanı’nın mesajları bu hususu bir kez daha gözler önüne sermiş bulunmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanı, çok haklı olarak, Atatürk’ün bugüne kadar hep belli şablonlara göre anlatılageldiğinden yakınmakta ve bu şablonculuktan kurtulmak gerektiğini vurgulamakta ve “Yeni Türkiye”nin, “Gâzi Mustafa Kemal’in de bir istismar aracı olmaktan çıkarılıp, asker, Başkomutan, Meclis Başkanı, Cumhuriyet’in banisi, Cumhurbaşkanı, en önemlisi de millî irâde âşığı bir şahsiyet, bir insan olarak öğrenileceği, öğretileceği, anlaşılacağı bir Türkiye” olacağına inanmaktadır.
Buradaki “öğrenileceği, öğretileceği, anlaşılacağı bir Türkiye” ifâdesi bu bağlamda özellikle dikkat çekicidir. Acaba Sayın Cumhurbaşkanı, farkında olmadan, “yeni Türkiye”ye uygun bir “yeni resmî ideoloji”nin oluşturulmasından mı bahsetmektedir? Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı’nın alıntıladığım cümlesindeki “inanç”, “eski Türkiye”nin şabloncu Atatürk’ü (ve Atatürkçülükleri)” yerine “Gâzi Mustafa Kemal”i “yeni Türkiye”de “millî irâde âşığı bir şahsiyet olarak” öğretmek çok da kolay bir iş değildir. Tıpkı eski Türkiye’nin şabloncu Atatürk ve Atatürkçülük yorumlarına benzer bir Gazi yorumunun resmîleştirilmesini gerektiren bir dâvettir. Şöyle ki:
Özellikle yakın târih söz konusu olduğunda, bugünün sorunlarından ve değerlerinden arınmış bir analizin mümkün olamayacağını işâret etmiş olmakla birlikte, bunun târihî olguların yok sayılması anlamına gelmeyeceği herhâlde açıktır. Konumuz açısından en önde gelen ve olgusal olarak inkâr edilmesi mümkün olmayan husus, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerinin 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) altı ok ile ifâde edilen programında özetlendiğidir. Buna bağlı ikinci husus da, CHF’nin 1935 programında bu ilkelerin bütününe “Kemalizm” adının verilmesi, 1937’de de “Kemalizm”in Anayasa’ya dâhil edilerek devletin resmî ideolojisi hâline getirilmesidir. Dikkat edilirse, bütün bu ideolojik formülasyonlar yapılırken Gâzi Mustafa Kemal Atatürk hem Cumhurbaşkanı, hem CHF Genel Başkanı’dır. Dolayısıyla kendisinin kabûl etmediği herhangi bir unsurun bu program ilkelerinde ve bu ilkelerin açıklanmasında yer almış olabileceğini düşünmek, Gâzi’nin zekâsını tezyif ve tahkir maksadı yoksa, mümkün değildir.
Böyle bakıldığında, Sayın Cumhurbaşkanı’nın 10 Kasım 2014 günü ortaya koymak istediği “Gazi Mustafa Kemal” portresi ile ilgili bâzı sorunlar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Atatürk’e mümkün olduğu kadar “Atatürk” olarak değil de “Gazi Mustafa Kemal” veya kısaca “Gazi” diye hitâb etmeyi tercih etmesi ile ilgilidir. Belli ki Sayın Cumhurbaşkanı Atatürk’ün 1934’teki soyadı kânunundan önceki kimliğini daha yakın buluyor. Bu da, İslâm’ı hayatı ve özellikle de siyâsî kimliği bakımından temel referans aldığı açık olan bir kişilik için çok anlaşılır bir şey. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı’nın “[n]e Gazi Mustafa Kemal ne de Türkiye Cumhuriyeti köksüz değildir. 29 Ekim 1923 Malazgirt zaferimizin bir uzantısıdır. 1923, 1453’ün devamıdır” değerlendirmesi bir hayli sorunlu.
Türkiye’de uzun süre tartışma konusu yapılmış bir husus, Cumhuriyet’in Türkiye târihinde bir devamlılık mı yoksa bir kopuş mu olduğu ile ilgiliydi. Cumhuriyet’in bir devrim olduğunu kabûl edenler “kopuş”, Cumhuriyet’in temel toplumsal yapıda büyük bir dönüşüm gerçekleştirmeyen, üstyapısal reformlar yaptığını kabûl edenler ise “devamlılık” tezini savunmaktaydılar. Sayın Cumhurbaşkanı’nın, yeni Türkiye için adetâ yeni bir Gazi Mustafa Kemal yorumuna yönelmesi bu bağlamda, biraz kafa karışıklığı yaratabilir, özellikle de “yeni Türkiye” sözünü ilk kez Gazi’nin kullandığı tesbiti ile birlikte değerlendirilirse. Çünkü Gazi’nin henüz “Atatürk” soyadını almadan önce, Cumhuriyet rejimi ile ilgili izahları, kendi adıyla anılan program ilkelerini anlatış biçimi Sayın Cumhurbaşkanı’nın değerlendirmelerine pek uymamaktadır.
Bu uygunsuzluğun en belirgin olduğu nokta, “milli irâde” kavramının ayrılmaz parçası olan “millet”in nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgilidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın “millî irâde âşığı” bir şahsiyet olarak “öğrenilip, öğretileceği ve anlaşılacağı”nı öngördüğü “Gazi Mustafa Kemal”, millet kavramını nasıl izah etmektedir? 1930’ların başlarında, “Atatürk” soyadını almadan önceki dönemde, ortaöğretimde ders kitabı olarak okutulmuş bulunan “Medenî Bilgiler” kitabında, kendi el yazısıyla da tevsîk edilmiş bir biçimde millet kavramını tanımlarken, “ahlâkî karabet”ten ne anladığını şöyle belirtmektedir: “Ahlâk dediğim zaman, ahlâk kitaplarında yazılı olan nasihatleri murat etmiyorum ... Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyliyenler vardır. Fakat bir, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini kabûl etmekteyiz. Türkler İslâm dinini kabûl etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabûl ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis, Türk milletinin millî bağlarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecânını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gâyesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şâmil bir ümmet siyâseti idi.” (A. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, TTK, 1969, s. 22).
Evet, Gazi Mustafa Kemal’e göre, “siyasî varlıkta birlik, dil birliği, ırk ve menşe birliği” yanında “târihî ve ahlâkî karabet” gibi unsurlar bir milleti meydana getirmektedir. Ancak, “Türk milleti”nin özel kimliğinin izâhı bakımından Gazi Mustafa Kemal, din birliği bağlamında İslâmiyet’i açıkça dışlamaktadır. Bu dışlayıcılık, 1924’te hilafet ve şeyhülislamlık makamlarının ilgası ile eşzamanlı olarak kurulan Diyânet İşleri Reisliği’nin İslâmî yaşam alanını kontrol ve yönlendirme amaçlı görev ve faaliyetleriyle (ibâdât, itikâdât ve ahlâk alanlarında yetki ve görev verilmesiyle) de belirginleşmiştir. Bir diğer deyişle Sayın Cumhurbaşkanı’nın “millî irâde âşığı” bir şahsiyet olarak anlamak ve öğretmek isteyebileceği Gâzi Mustafa Kemal, Türk millî kimliğinde İslâmiyet’in etkisini mümkünse tümüyle dışlamayı amaçlayan bir siyâsî tavır içinde olmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanı da Türk milletinin kimliğini târif konusunda Gazi Mustafa Kemal ile aynı noktadaysa, sorun en azından millî irâdenin millet kavramıyla ilgili bölümü için aşılabilir. Ancak, böyle değilse, “yeni Türkiye” için “yeni Atatürk” ya da “yeni Gâzi” inşâ etme sürecindeysek, bunun ancak baskı ve tecebbür ile becerilebileceğini de görmemiz gerekmektedir. “Millî irâde âşığı Gâzi”, târihî olgular gösteriyor ki, pek iknâ edici değil çünkü.
HABERE YORUM KAT