Yeni siyasetin çerçevesi
SP'de yaşanan depremden sonra önümüzdeki dönemde İslamcı bir siyasetin Türkiye'nin ve bölgenin hayatında oynayabileceği rol tartışılmaya başlandı. Bunun ufuk açıcı, verimli ve siyasi pratiğe kelami/entelektüel katkı sağlayacağını umuyorum.
20. yüzyılın maddi ve politik şartlarında ortaya çıkan Milli Görüş partileri, diğerlerine olan artılarına rağmen:
a) Ulus devletin örgütlenme modeline alternatif olacak bir idari ve toplumsal örgütlenme modeli önermekte yetersiz kaldıkları;
b) İktisadi ve toplumsal hayatın ıslahını, Kartezyen bir zeminde "manevi ve ahlaki kalkınma ile maddi-ekonomik kalkınma" şeklinde tasarladıkları;
c) Yerel kimliklerin ve küreselleşmenin ulusal yapıları nasıl çözdükleri konusu üzerinde yeterince imal-i fikr edip alternatif geniş şemsiyeler açamadıkları ve bunun dış versiyonu olarak "yeniden büyük Türkiye" idealini öne çıkarırken, Osmanlı'nın politik ve idari mirasını "merkez-sömürge ilişkisi" diliyle "Türkiye'nin liderliğinde İslam birliği" fikrine tercüme ettikleri; ulusal yapılar sarsıntı geçirirken, bölgesel entegrasyonların geçmiştekilerden farklı olan doğalarını doğru anlayamadıkları için başarısız oldular.
28 Şubat darbesini ve Batılı koalisyonun (ABD, Avrupa ve İsrail) komploların payını hesaba katıyoruz.
SP'den sonra "yeni bir siyasi hareket" başlayacaksa, bunun teorik olarak şansı vardır. Gözleyebildiğim kadarıyla, küresel sermayeye kapıları sonuna kadar açan, orta sınıfları yeterince güçlendiremeyen, yoksulların yükünü hafifletecek adil gelir dağılımını sağlayamayan, temel hak ve özgürlüklerde sadece AB yol haritasını ve liberal felsefeyi referans alan AK Parti'nin orta vadedeki zorlayıcı iktidar rakibi CHP, MHP veya BDP değildir; yine bu çizgiden çıkacak siyasettir. "Bugüne kadar çok ezildik, sıra bizde" argümanı miadını dolduruyor.
CHP gelişme sınırlarına gelip dayanmış olmasına rağmen din ve vicdan özgürlüğüyle sorunu olan geniş kitlelerle diyalog köprülerini kuramıyor; içeriden tepki görüyor. Bir türlü sosyal demokrat parti olup paket halinde temel hak ve özgürlükleri pazarlıksız sahiplenmiyor; beyaz zümrelerin çıkarlarına sırtını çevirip yoksul kesimlerden ve ayırım yapmadan orta sınıflardan yana sosyal ve iktisadi politikalara sahip çıkmıyor; bir arada yaşamayı mümkün kılacak formüller geliştiremiyor, laikliği ve modern yaşama tarzını içki ve plaj kültürüne indirgeme hatasını devam ettiriyor.
MHP, devletin bekası ve ülkenin toprak bütünlüğünü temel alan Türk milliyetçiliğini; BDP, cumhuriyet dönemi boyunca inkar edilen ve asimilasyona maruz bırakılan Kürt kimliğini öne çıkarıp Kürt milliyetçiliğini siyasetinin merkezi haline getiriyor. Bu iki milliyetçiliğin birbirini besler nitelikleri bir yana, kendi masum talepleri çerçevesinde bile Türkiye'nin bütününü kuşatamazlar.
Partilere empoze edilen liberal siyasetin ise refleksif hedefi salt zenginlik ve bireysel özgürlüktür. Ancak zenginlik tek başına mutluluk getirmediği gibi, farklı toplumsal grupları bir arada tutmaya yetmiyor, aksine çatışmaları derinleştiriyor. Uluslararası ve ulusal düzeyde vaat ettiği zenginlik eşitsizliği, adaletsizliği, açık ve gizli sömürüyü, ekolojik tahribatı, ahlaki çürümeyi ve toplumsal çözülmeyi yasallaştırıp yaygınlaştırıyor. Liberallerin özgürlükten anladıkları ise artık içgüdülere indirgenmiş bedensel hazların önündeki engellerin kaldırılması; küresel sermaye güçlerinin piyasada timsahlar gibi ördekleri avlamak isterken devletten veya başka yapılardan gelen bir engelle karşılaşmamalarıdır.
İhtiyacımız olan şey, siyasetin liberalizmden farklı bir özgürlük ideali ve özgürleşme programı; adil piyasa ve adaletli bir dünya; farklılıkları çatıştırmadan "dayanışma, anlama ve anlaşma temelinde" bir arada yaşatacak toplumsal örgütlenme modeli; ezilenlerin ve mağdurların yanında yer alacak ahlaki kişilerin ve grupların kararlılıkla hem ulusal, hem bölgesel ve hem küresel düzeyde mütegallibe güçlere karşı hukuk dairesi içinde mücadele verme azmini ortaya koymalarıdır. Yeni siyasetin çerçevesini bu idealler ve parametreler belirleyecektir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT