1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Yeni pozisyon
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Yeni pozisyon

27 Ocak 2010 Çarşamba 21:30A+A-

Bugüne kadarki darbe girişimi kanıtları Harekât Dairesi çatısı altında alt dereceli askerlerin düzenlediği belgelerle sınırlıydı. Bunların sürekli olarak yeniden hazırlandığını ve dolayısıyla çoğunun hemen kullanılmaktan ziyade ‘gerektiğinde’ kullanılmak üzere hazır tutulduğunu öngörebiliriz. Bu durumda söz konusu belgelerin de bir tür ‘yarı resmî’ görünümü ve işlevi oluyor. Böylece Genelkurmay’ın bu tür delilleri yok sayma veya reddetme şansı artıyor. Ama Balyoz böyle bir şey değil... 1. Ordu’nun ‘resmî’ ve rutin, yani emir komuta zinciri dahilinde yaptığı bir toplantıda alınan kararlarla ilgili. Bu kararların kapsamı, hazırlıkların çok daha önceden başladığını ve çok muhtemelen toplantı sonrasında da devam ettiğini ima ediyor. O nedenle de Genelkurmay’ın daha önceki taktiksel kaçak tavrını bu olayda sürdürmesi son derece zor...

Nitekim bir tavır farklılığının ilk belirtisi Genel Sekreter’in basın toplantısında duyuldu. “Bu planın ismi asla iddia edilen isim değildir” dendi. Bir planın başka bir plana kamuflaj işlevi görmesini ve ikisine ayrı adlar verilmesini hayal edebiliriz. Ancak burada farklı bir yaklaşımın işareti vardı: Bir planın olmadığı değil, asıl planın ‘başka’ olduğu söylenmiş oldu ve ilk kez Genelkurmay muhtemel darbecilere mesafe aldı. Başbuğ’un iki gün önceki konuşmasında ise darbeleri kasteden şu sözleri bu süreçte ilk kez duyduk: “Elbette Türkiye’de bazı olaylar yaşandı. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri olarak bugün artık bu olayların geride kaldığını biz değerlendiriyoruz. Ayrıca bu süreçte yaşanan olaylardan kendi payına düşen bölümlerden gerekli dersleri çıkardığını da düşünüyoruz.” Yani hem darbe girişimlerinin artık gerçekçi olmadığı, hem de bunların Silahlı Kuvvetler’in bünyesini bozan, zarar veren eylemler olduğu söyleniyor. Ek olarak Genelkurmay Başkanı konuşmasında farklı ve önemli bir nüansa da yer vermişti: “Siz bu orduyu, tümünü nasıl böyle itham edersiniz” diye sordu. Diğer bir deyişle ordunun ‘tümünün’ suçlanamayacağını söyledi. Ancak bu, ordunun ‘bir bölümünün’ suçlanabileceğinin de işaretiydi... Nihayet Başbuğ “lanetliyorum” dedi ama ‘kimi’ lanetlediğini belirtmedi... “Yapanlara söylüyorum” dedi ama ‘neyi’ yapanları kastettiği belli olmadı. Eğer hedef medya olsa bu cümleler çok daha açık olurdu. Demek ki Genelkurmay artık zararın neresinden dönülürse kâr olacağını görüyor.

***

‘Allah Allah’
meselesi ise klasik asker demagojisinin örneklerinden biriydi. Bu nidalar Osmanlı ordusundakinden farklıdır. Çünkü o dönemde ordunun ideolojisi de İslam’a dayanmaktaydı. Oysa bugün otoriter laikliği kendisine bayrak yapmış ‘çağdaş’ bir ordu var. Dolayısıyla ‘Allah Allah’ uygulaması, dindar eratın motive edilme isteğiyle bağlantılı gözüküyor. Böyle bakıldığında bir harekât uygulamasında emri altındakilere ‘Allah’ dedirtenlerden bazılarının aynı kitleyi kışkırtmak için ‘Allahın evine’ bomba atmayı düşünmeleri hiç de yadırgatıcı gözükmüyor. Ama tabii bunu ordunun ‘tümü’ için söyleyemeyiz!

***

Balyoz’un
solculara ilişkin de söyleyecekleri var... Örneğin bir fişlemede şöyle denmiş: “Solcu, dik duruşlu ve adil, güvenilmez.” Burada kritik kelimenin ‘adil’ olduğunu anlıyoruz, çünkü diğer fişlemelerde şunları okuyoruz: “Radikal solcu, her türlü desteği veriyor” veya “Alevi, rüşvetçi, CHP’li, güvenilir”. İşin skandal niteliğindeki kısmı bu ülkede ordunun adil olanları güvenilmez, rüşvetçileri güvenilir bulabilmesi. Bu da toplumun ordu açısından sadece ‘kullanım’ değeri olan bir güruh olduğu kanısını yaratıyor. Ama bu cümlelerde solcular için de bir ufak ipucu var: Mesele ‘radikal’ olmakta değil, ‘adil’ olmakta... Hatta denebilir ki ne denli ‘radikalseniz’ gayrı meşru planların parçası olmaya da o denli yakınsınız.

***

Bu minvalde
Adil Gür’ün Neşe Düzel’e söylediklerine de bir mim koyalım: “Kürtlerin yüzde 64’ü Öcalan’ın affedilmesine ‘hayır’ diyor... Otonom bir Kürt bölgesine izin verilmesine... Kürtlerin yüzde 79’u, DTP’lilerin de yüzde 64’ü ‘hayır’ diyor.” Anlaşılan Kürtler hem ‘siyasi kimlik’ olarak bizim sandığımızdan daha heterojenler, hem de ‘siyasi hedef’ olarak bizim sandığımızdan daha uzlaşmacılar. Sol siyaset yapmaya soyunanların Kürt meselesinde laf ederken belki de bu tür tesbitlerden yararlanmaları gerekiyor.

Öte yandan Kürtlerin otonom olmasını isteyen de bir kitle varmış. Adil Gür bunların ‘batıda yaşayan beyaz Türkler’ olduğunu söylemiş. Bunlar kim acaba? ‘Solcuların’ bu konu üzerinde de biraz kafa yormaları iyi olabilir...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT