Yeni Ölçü Dergisi'nin İslamcılık üzerindeki tesiri
Özgür-Der Başakşehir Şubesi’nde “Dergiler Tanıklığında Türkiye’deki Yeniden İslamlaşma Süreci” başlıklı aylık olarak işlenen sezonun son oturumunda “Tevhidi uyanış sürecimizde tutarlı aksiyon arayışı: Yeni Ölçü Dergisi” konusunu da Hamza Türkmen anlattı.
HAKSÖZ HABER
Türkmen, 1925’te Sebülürreşad dergisi/gazetesi yasaklandıktan sonra ülkede yaygınlaştırılan Batılılaşma inkılaplarına kamuoyunda ilk fikri ve siyasi tepkiyi 1939’da çıkmaya başlayan Hareket, 1943’te çıkmaya başlayan Büyük Doğu dergileri ve 1940’da çıkmaya başlayan İslam-Türk Ansiklopedisi’nin gösterdiğini belirtti.
Ayrıca Türkiye’deki İslami birikimi koruma ve İslami uyanışı güçlendirme mücadelesi veren; batıcı-pozitivist resmi ideolojiye karşı çıkmaya çalışan Müslümanların en önemli dergileri 1958’de yayınlanmaya başlayan Hilal ve 1960’larda yayınlanmaya başlayan Diriliş ve benzeri muhtevada 2-3 derginin daha olduğunu vurguladı. Ki bu dergilerin İslami camiada en önemli teşebbüsler olduğunu hatırlattı.
Sebilürreşad gibi, tevhidi ölçüleri ve bütünlüğü yeniden yakalamaya çalışan ıslah ve ihya çabalarının 1970’li yılların ortalarından itibaren Düşünce, Kriter ve Yeni Ölçü dergilerinde neşv ü nema bulduğunu ve peşlerinden de benzer kaygılarla haftalık Şura, Tevhid, İslami Hareket, Akıncılar, Hicret dergilerinin yayınlandığını söyleyen Türkmen sunumuna şöyle devam etti:
1970’lerdeki tevhidi uyanış sürecimizin amel ve aksiyon yönünün daha bir ön plana çıkartan dergimiz Yeni Ölçü olmuştu. Yeni Ölçü’nün İslami mücadele sürecini sahiplenici ve yönlendirici olmaya çalışan, en velûd yazarı Hüsnü Aktaş idi.
1970’li yıllar, Türkiye’de tevhidi uyanışın ilk yılları olduğu için henüz temayüz etmiş sağcı/muhafazakâr, devletçi, milliyetçi zaafları aşmış özgün bir organize ekipten, cemaatten ya da örgütlenmeden bahsedilemezdi. Ancak bu süreç bir türlü kendini yetiştirme becerisini ve sürecini yakalayabilmiş doğal liderlerin öncülüğünde gelişmiştir. Onlardan birisi de Hüsnü Aktaş’tır.
Hüsnü Aktaş 1950’de Burdur’un Askeriye köyünde doğmuştur. Babası, Risale-i Nur talebesi Kürt Tahir Hoca ile teması sonucu Said Nursi ile tanışmıştır. Babası, Nursi’yi bir kere mahkemeye götürüp getirmiş ve o da onları evlerinde ziyaret etmiş. Dolayısıyla Aktaşların evi peş peşe çıkan Risale-i Nur çizgisindeki Bediülbeyan, İrşad, Zülfikar, Uhuvvet, İttihad, Hür Yol dergilerinin de ulaştığı bir mekan olmuş. Bu tebliğ ve yayın trafiğinde yer alan Burdurlu Muzaffer ağabeysinin teşviki ile daha lisedeyken ilk yazıları İttihad ve Hür Yol dergilerinde çıkan Hüsnü Aktaş, Burdur mebusu Mehmet Akif’e aşinalığı yanında o yıllarda Hilal Yayınları ve Dergisiyle de tanışır. Kendisiyle yaptığımız görüntülü röportajda, “o zamanlar İslami hareket de bu çerçevedeydi” diyen Aktaş, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde okurken İslam’ı yaşama ve resmi ideolojiye muhaliflik açısından en fazla babası vasıtasıyla tanıştığı Hüsrev Efendi (Altınbaşak) ile bağlantı içinde olduğunu söylemiştir.
Doğal liderlik bağlamında Hüsrev Efendi’nin talebesi Ömer Dursun Ayvaz Hoca’nın da Düşünce Dergisini çıkartan Mardin ekibi üzerindeki etkisini de daha önce hatırlatmıştık.
Aktaş, Ankara İlahiyat Fakültesi mezuniyetinden sonra Giresun Müftülüğü’ne şef olarak atanmış, Giresun İHO’nda derslere girmiş ve ilgilendiği öğrencilerle 1974’ten itibaren Ölçü dergisini çıkartmıştır.
İlgilendiği öğrenciler mezuniyetlerinden sonra genellikle Ankara’da üniversitelerde okumaya hak kazanmışlardır. Kendisi de 1977’de MSP’nin Hükümet ortaklığında Ankara Çorum Yurdu müdürlüğüne daha sonra da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde yurtlarla ilgilenen Daire Başkanlığı’na atanmıştır. Yurtlara İslami camianın tüm eğilimlerinden öğrenci alan Aktaş, haftanın birçok akşamı da yurtlarda öğrencilerle sohbetler etmiş ve tanışıklığını artırmıştır.
Giresun’da ilgilendiği, İslami kimliğini geliştiren, eli kalem tutan ve üniversiteyi Ankara’da okuyan Yaşar Ali Şengün, Sadettin Elibol, Ahmet Gülen gibi gençlerin de dahil olduğu üniversiteli bir heyetle Ağustos 1977’da Ankara’da Yeni Ölçü dergisini çıkartmaya başlamışlardır.
Hamza Türkmen, daha sonra gerek taradığı dergi külliyatından, gerek Aktaş’la yaptığı röportajdan yararlanarak Yeni Ölçü dergisi hakkında bazı başlıklar altında şu hususları hatırlattı:
1.) Yeni Ölçü’de “Çıkarken” yazısında “hakkı tutmak, iyiliği emretmek ve kötülükleri yok etmek her müminin görevidir” şiarı hatırlatılır. “Sosyal politik hareket” denilen MSP içinde en ağır görevleri üstlenen gençlerin “bürokratik sınıf” ve “üstatlar/abiler sistemi” tarafından fikri ve partisel gelişim yollarının tıkandığı vurgulanır. Müslümanların politikaya dahil olmaları da, Erbakan’ın kazandığı Odalar Birliği Başkanlığı’nın gasp edilmesi sonucu hiçbir teorik arka plan hazırlığı yapılmadan başladığı belirtilir.
2.) Aktaş’a göre Müslümanların o zaman da şu anda da en büyük belaları kendi tasavvurlarını tahayyüllerini hakikat zannetmeleriydi. Müslümanlar ilk başlarda Allah rızası niyeti içinde “zalim politika”yı bir vesile biliyorlardı. Politikayı fazla konuşmayalım İslami meselelerimizi konuşalım diyorlardı. Ama zaman içinde “zalim politika”nın bütün dehşetiyle gündemi işgal ettiğinden şikayet edilir.
3.) Yeni Ölçü ilk sayısından itibaren İslamilik iddiasıyla Müslüman kesimi saptırıcı olan öncülerden; yani Osmanlıcı asabiyeyi yaşatan ve Ene’l-Hakçı olan abiler ve üstadlar sisteminden, bürokratik sınıftan, maneviyatçı liberallerden kurtarma hedefini öne çıkardı. Tasavvufa değil gayba taş atan felsefesine karşıydı. Ama sosyal politik hareket olan MSP tabanına nitelik kazandırma kaygısı içindeydi. Çünkü en dindar kesim onlardı ve İslamcı gençlik orada buluşuyordu.
4.) Derginin dağıtım ağı ise en fazla, Hüsnü Aktaş’ın Giresun’da iken yazdığı ve kendisinin de oynadığı “Şeytan Düzeni” tiyatrosuyla Şûle Yüksel Şenler gibi Anadolu’nun birçok şehir ve ilçesine davet edilmeleri sonucunda kurulan tanışıklık ilişkisi üzerinden kurulmuştu.
5.) Yeni Ölçü; Sebil, Düşünce , Milli Gençlik gibi dönemin dergilerinden farlı bir yöne dikkat çekiyordu. “Müşrik düzen” dediği sistem karşıtlığı içinde Ankara’da olmaları hasebiyle politikada gizli kalan ve bilgisine ulaştıkları konuları ifşa edeceklerini belirtiyorlardı.
6.) Necip Fazıl ve Nurettin Topçu gibi isimleri, Batılılaşmaya karşı insan yetiştirdikleri için bir kenara bırakamayacaklarını; İslam fıkhını esas alan bir cemaat düzeyine de ulaşılmadığını belirten Aktaş, ancak o dönemin İslamcılığının parça doğrularla istikamet oluşturmaya çalıştığını vurgulamaktadır.
7.) Yargı baskısı ve ideolojik yasaklar nedeniyle nasıl ki MSP kendi bakış açısına “İslami Görüş” yerine “Milli Görüş” diyor ise kendileri de açık İslami ifade ve terkipler yerine “Mutlak Hakikat” veya “Mutlak Nizam” gibi kullanımlara baş vuruyorlardı. 1960’lı 1970’li yıllarda bile İslami fikir ve inançlarını yazan veya dile getirenlerin başı TCK 163. madde nedeniyle belaya giriyordu. Cemaat kuranlar yedi yıl, ona davet edenler üç yıl hapis cezası alıyorlardı. Camide görevli birisi vaaz verirken veya hutbe okursa faizin aleyhinde konuşursa önüne 163. madde çıkıyordu.
8.) “Emri bil maruf” keyfiyeti düşünüldüğünde İslam zaten sevk ve idare anlamında olan “siyaset” ile uğraşıyor demekti. Ama “sosyo-politik” terkip veya “politika” kavramı Batı menşeyliydi, ulus devletler gibi bünyesinde pragmatizmi de Makyavelizmi de taşıyordu.
9.) Yeni Ölçü ekibi, “sosyo-politik” kavramını hayalcilikten kurtulmak için kullanıyordu. Politik alan ve Anayasal yargı yapısı Müslümanları otosansüre tabi tutuyor, ancak bu kuşatma içinde büyüme yolları öğrenilebiliyordu. Çünkü adli merciler Müslümanları yargılarken nesnelliği değil, niyet okumayı asıl edinmişlerdi. Yargı tamamen vesayet altındaydı.
10.) Dergide ekonomi, teknoloji, kültür, yayın, eğitim gibi çağdaş ilmihal konularımızla ilgili her sayıda bir soruşturma yer alıyordu. Mesela 52. sayıda “Sanayileşme” konulu soruşturmada katılımcılar sanayileşme sonucu oluşacak olan kültür değişimi üzerinde inisiyatif oluşturabilmek için teknik adam yetiştirmenin yetmeyeceğini tartışıyorlardı. Teknik kadrolar arasında kendi inancımız istikametinde yetişmiş kadro ihtiyacından bahsediliyor; ama bu ihtiyacı sosyo-politik hareketin bünyesinde karşılayacak bir yeterliliğin olmadığı işleniyor ve alternatif arayışlara işaret ediliyordu.
11.) Dergide Akıncıların sosyo-politik hareketin emir kulu olmadığı belirtiliyor ve özerkliği savunuluyordu. Ancak Aktaş, bu ifadelerin o dönemde İslami gençliğin yetişmiş bir kararlılık içinde olduğu düşüncesi ve aceleciliği içinde kullanıldığını; fazla idealize edilmiş ve olgunlaşmamış bir tespit olduğunu belirtiyor. Ancak bu mesajın da o dönem için partiyi mutlaklaştıran tiplere mesaj vermek için de belki âdap ve usul açısından yeterli olmadığını ama özde gerekli olduğunu da hatırlatıyor.
12.) O denemin İslami gençliğine yönelik bir özeleştiri de dönemin Akıncı ve MTTB teşkilatlarındaki İslamcıların çok fedakâr ve duyarlılıklarının yüksek olduğu; ama bu kıvama oranla sahih bilgiye tutunma azimleri ve çalışmalarının düşük olduğu konusundaydı. Aktaş, dönemin aksiyon içinde olan Müslüman gençliğinin yeterince sınanmamışlığını ve gerekli donanıma ulaşmamışlığını da hatırlatıyor.
13.) Benzer yayın çizgisini benimsedikleri Düşünce ve Kriter dergisinin çıkartanları ve yazarları arasında o dönemlerde ciddi bir diyalog olduğunu 3-4 kişilik soruşturmalarda sürekli bu çevrelerden isimlere de yer verildiğini ifade eden Aktaş, ancak var olan birikimin ve yaşanmış deneyimlerin bir şûra dayanışmasına ve idaresine el vermediğini, organize kabiliyetlerinin de henüz yetersiz olduğunu belirtiyor.
14.) Haftalık Şura dergisi kapanınca onun boşluğunu doldurmak ve geliştirmek için ortak kaygı ve ana ölçüler çerçevesinde haftalık Tevhid dergisini çıkartma kararı alındığında Hüsnü Aktaş da Tevhid’in haftalık yazarı oluyor. Bu gelişme üzerine Yeni Ölçü kapatılıp okuyucuların aboneleri rızalarını gözeterek ve derginin tevziyat ağı da imkân olarak Tevhid’e devredildiğini öğreniyoruz.
15.) 12 Mart Askeri Müdahalesi’nden sonra Diyanet Başkanlığı yardımcılığına bir subay olan Ahmet Okutan atanmış; rejim Teşkilatın tebliğ ve hutbe içeriklerini resmi ideolojinin çemberi içine almıştı. O dönemde Yeni Ölçü’de, Tevhid’de ve İslami camia arasında yaygınlaşan resmi Cuma namazlarına katılmama eğiliminin temelini, büyük ölçüde Said Nursi’nin Risale-i Nur külliyatı üzerinde redaksiyon yetkisi verdiği en önemli talebesi Hüsrev Altınbaşak Efendi’nin boykot tavrının oluşturduğunu öğreniyoruz..
Hamza Türkmen’in sunumu sonrasında, işlediği konuyla ilgili katılımcıların da düşünce-bilgi katkıları ve soru-cevap diyalogunun akabinden program sona erdi.
HABERE YORUM KAT