1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. Yeni Nesil Araçların Yeni Nesil Yaşamları
Yeni Nesil Araçların Yeni Nesil Yaşamları

Yeni Nesil Araçların Yeni Nesil Yaşamları

Dave Eggers’ın Siren Yayınları’ndan çıkan Çember isimli romanını Münevver Sofuoğlu kardeşimiz Haksöz-Haber okurları için değerlendirdi.

03 Kasım 2017 Cuma 16:45A+A-

Yeni Nesil Araçların Yeni Nesil Yaşamları

Münevver Sofuoğlu / Haksöz-Haber

Son 20 yılda teknolojide yaşanan ilerleme inanılmaz bir hız aldı. Cep telefonların, internetin insanın günlük rutininde kapladığı yer hayatın olmazsa olmazı oldu.

Teknolojideki bu hızlı gelişimin Türkiye sürecine baktığımızda büyüklerimizden dinlediğimiz hikayeler, fotoğrafı güzel özetliyor. Yazılı basının küçük illerde halkla buluştuğu o dönemlerde gazete okumak dinden çıkıp gavur olmak demekti. Kurtuluşun yolu da gazete okumayı bırakıp, yeniden iman ederek Müslüman olmaktı. Ardından radyonun ve derken televizyonun hızla evlere girmesiyle fetvalar da birbirini kovalayamaya başladı. 90 sonlarıyla 2000 başlarında yakinen tanıklık ettiğimiz gibi televizyonda bırakın film izlemeyi açık oturum izlemek bile günah görülürdü. TV kanallarıyla ilgili benzetmeler, ayetlerde, hadislerde haram oluşuna dair işaret aramalar, en keskin fetvalar bile televizyonun evlerde başköşede yer almasını engelleyemedi.

Biz, bu sığ tartışmalarla oyalanıp, bir fıkıh oluşturamadan internet, akıllı telefon, tablet hayatımıza öyle bir daldı ki, kendimizi yine tekrardan ibaret bir kuru gürültünün ortasında bulu verdik. MSN’la başlayan bu yeni nesil teknolojik tartışma, Facebbok’la yeni bir ivme kazandı. Facebook’un kullanıma girdiği o günlerde hesap açmak adeta cesaret işiydi. Çünkü bu mecrada kişisel hesap sahibi olmak etiketlenmek demekti. Elbette ki bu tavrın arka planında yatan sebep sadece art niyet değil, aynı zamanda bu ağın mahiyetine tam olarak vakıf olmamakla da alakalıydı. Derken Twitter, Instagram vb. sosyal medya hesapları hızından hiçbir şey kaybetmeden hayatın içinde büyük bir yer kaplayarak ilerlemeye devam etti.

Akıllı telefonlarla birlikte sosyal medya hesaplarının hayatımızdaki belirleyiciliği yadsınamaz bir gerçeklik. Çevre baskısıyla aldığımız ilk akıllı telefonların yetersiz gelip bir üst modele geçme zorunluluğu. WhatsApp gruplarında çevrimdışı kalınca ilişkileri etkileyecek kadar anlamlar yüklenebiliyor. İmam hatip lisesinde okuyan bir öğrencinin 20- 30 kadar WhatsApp hesabının olduğu, bir yığın yanlış anlamalara, dedikodulara sebep olacağı için hiçbirinden çıkamadığını, bu gruplarda dönen muhabbetin, tepkilerin nasıl gündemi belirlediğini ve onlar için nasıl hayati bir önem taşıdığına şahit oluyoruz. Ortaokul imam hatipte okuyan bir öğrenci için WhatsApp gruplarındaki kanka muhabbetinin dışında kalmak ebeveynleriyle çatışma nedeni  olabiliyor. Sevdiklerinle paylaştığın özel anları Instagram’da değil de sadece kendine ait değerli anlar olarak saklamak ise bir eksiklik olarak görülebiliyor.

Adeta bir harp meydanını andıran ve sinir uçlarına oynanan Twitter’daki akıl almaz tartışma ortamına dair uslup-tavır yoksunluğu bu mecraya dair haritayı net olarak veriyor. Genel kanaat ise insanı hem ahlak olarak hem de ilke olarak aşağıya çektiği yönünde. Yani sosyal medya hesapları geldi mertlik öldü şeklinde ifade edilebilir. Oysa insanlar zaten bu kabiliyete sahipti, kişisel hesaplar bu gerçeği dışa vurdu şeklinde tersi bir okuma yapılabilir. Ya da Rad suresi 17. ayet tefsirinin güncel yorumu olabilir. Su yüzeyinde köpük üzerinde kalan çar çöp akıp gider, insanlara fayda veren şey de dünya durdukça durur. Bu Allah’ın bir misali olabilir.

Tekrar kullanım şekline dönecek olursak bünyesinde bir yığın sıkıntıyı barındırdığını belirtmiştik. Örneğin Instagram aleminde ciddi bir takipçi sayısına ulaşmak ve onların dünyasında en görünür olmayı her defasında farklı bir kombinle poz vermek olduğuna inandığı için alış veriş bağımlısı bir genç için çözümümüz ne. Çoğu zaman ya dedikodu malzemesi olarak kalıyor ya da yeni neslin şımarıklığı, nankörlüğü, doyumsuzluğu olarak geçiştiriliyor.

Oysa dijital dünyanın bu gücünün belirleyiciliğinden yetişkinler de payına düşeni fazlasıyla aldı. Hiç düşünülmeden her çıkan yeni modele geçişle birlikte hayatların ne kadar mutlu olduğuna dair kareler ekranlara akmaya devam ediyor. Tıpkı cam ekrandan izlenen diziler gibi karelerin, videoların hikayelerine tanıklık ediyoruz. Mutlu anlar, entelektüel vakitler, aktif kişilikler, an be an mekan güzellemeleri, birlikte yenen yemekler, içilen lezzetler. Ya da olmamış yaşanmışlıklar. Ve tabi ki takipçi sayısı, favlar, layklar, gelen yorum çokluğunun önemi en az gençler kadar yetişkinlerin de dünyasında dönen bir muhabbet. En acıklısı da bunun zorunlu mutluluk halini alıp, bu dünyanın dışında kalmanın ise eksiklik olarak görülüp mutsuzluk haline dönüşmesi.

Şimdi, bu tespitler yapılırken genellemeci bir hataya düşmek gibi bir tehlike söz konusu. Dolayısıyla her paylaşım bu minvalde oluyor gibi bir yaklaşım elbette niyet okuyuculuğuna girer ki bu da sağlıklı ve adil bir yaklaşım olmaz. Bu kullanım şekli yanlış, doğru olan benim yazdığım reçete şeklinde bir yorumculuk hatasına düşmek kuru slogandan, kırıp dökmekten öteye geçmediği gibi hiçbir amaca da hizmet etmez. Fakat bu tablo mahremiyet tanımının, sınırının nerede başlayıp nerede bittiği ve tüketilen zaman israfına dair fıkhımızın güncellenmesi gerektiğini gösteriyor.

Aslında bu küçük özeti yazdıran Dave Eggers’ın Siren Yayınları’ndan çıkan Çember adlı distopik romanı.

Eggers, kitabında insan yaşamını-mahremiyetini gözetle(n)meye açma fikrini gönüllü olarak kabul etmeye programlanmış bireyleri okumaya davet ediyor. Çember, her ne kadar gelecekteki dijital gelişmeden haber veriyor gibi görünse de günümüz internet ve sosyal medya ahlakını içinde barındırıyor. Zaten kitabı dikkat çekici kılan da bu gerçekliği yansıtmasıdır.

Çember adlı teknoloji şirketindeki dijital yaşamları okurken hiç de yabancısı olmadığımız bir manzaranın içinde buluyoruz kendimizi. Bilmemeyi kesinlikle kabul etmeyen şirketin ana fikri, gizlilik kesinlikle hırsızlıktır. O yüzden Çember’in olmazsa olmazı olan “Şeffaflık” kuralına yüzde yüz katılım istenir. Zaten şirket, “SIRLAR YANILTIR”, “MAHREMİYET HIRSIZLIKTIR”, “SEVEN PAYLAŞIR”  propagandasıyla görülen, öğrenilen ve tecrübe edilen her şeyin insanlığın iyiliği için dünyayla paylaşılması gerektiği fikrini zihinlerde adım adım inşa ediyor. Bunu yaparken de insanoğlunun merak etme, her şeyi bilme ve tüketme dürtüsüne fısıldaması yetiyor.

Geleceğin teknolojisi konusunda uyaran kitap, tek tip dünya görüşünü şirket çalışanlarından başlayarak bütün insanlığa kabul ettirmek için sürekli yeni projeler üretmesi üzerinde duruyor. Kitap, bireyi, toplumu ve devleti birbiriyle uyumlu hale getirip, herkesi bu çembere dahil ederek dünyayı tek bir merkezden yönetmek isteyen yeni nesil totalitarizm hissi veriyor.

Hikaye, şirkette yeni işe başlayan Mae üzerinden kurgulanmış. Hırslı ve disiplinli olan Mae, şirketteki bekası üzerine bir var oluş inşa ediyor. En baştan itibaren pragmatist bir kişilik izlenimi veren Mae, Çemberin içine hapsettiği yaşamıyla hem özgürlüğünü hem de sevdiklerini hiç düşünmeden feda ediyor. Sorgulamaksızın dahil olunan her ağla birlikte Mae Holland’ın yaşamı gönüllü bir deneke dönüşüyor. İnternet kullanıcısına ait küçücük bir iz, kişisel hesaplara düşen, kaydedilen her şey bulut denen bir katmanda asla silinmeyecek şekilde kaydediliyor.

Birkaç dakika içinde kayıt altına alınan kişisel bilgiler, müzikler, fotoğraflar, mesajlar da aynı şekilde yedeklenip buluta kaydediliyor. Ve üstelik bu dakikalar içinde olup biterken durup düşünmek ya da tercihte bulunmak veya isteyip istemediğine dair bir karar vermeye zaman kalmıyor. Zaten insan beyni daha durağan olduğu için bu kadar hıza yetişmekte atıl kalıyor.

Kitapta dikkat çeken diğer bir konu da bireyle sınırlı kalmayan okullardan STK’ya, mahalleden ilçelere, devletten ülkelere kadar her yere demokrasinin gelmesi için şeffaflık kuralının şart olduğuna dair inandırıcılık vurgusudur. Yani güçlü bir demokrasi ve yeni bir İnsan Hakları Beyyanamesi zaruriyeti doğmuştur. Bunu gerçekleştirmenin yolu da her yere kamera takılmasıdır. Misket büyüklüğündeki bu kameraların kayıtta olmasıyla kimse suç işleyemeyecek, hırsızlık yapamayacak, yalan söyleyemeyecek, sır saklayamayacak. Örneğin Mısır’da Tahrir Meydanı’na asılan gizli kameralar sayesinde rejimin polisi toplanan kalabalığa saldırıp ateş edemeyecek. Kimseyi haksız yere zindanlara atamayacak, faili meçhul cinayetler yaşanmayacak. Her şey Mısır halkının iyiliği için olduğundan kameraları takmak için o ülkeden izin alamaya da gerek yok. Daha yaşanılır şeffaf bir dünya için bireyden başlanarak balta girmemiş ormanlara kadar 7/ 24 çevirim içi olan kameralarla gözetleme ve gözetlenme sistemini işleterek çemberin kapatılması şarttır.

İnsan bu satırları okurken teknolojinin geliştirdiği yeni nesil silahlarla yeni nesil bir işgale hazırlandığını düşünmeden edemiyor.

Dave Eggers, insanın kendi eli ile yarattığı bu yeni fetişizminin gelebileceği en üst seviyeyi ele alırken bilgi ile aldat(ıl)mayı oldukça sağlam bir hikaye ile ele almış. Bizler bu fetişizim karşısında neler yapabilirizi konuşurken Malik Bin Nebi’nin İslam Davası kitabındaki “Batı topraklarımızı sömürgeleştirmeye geldiğinde zihinlerimiz zaten işgale hazır bir haldeydi. Biz zaten sömürülme kabiliyetine sahiptik; sosyal bir gayret gösterecek gücümüz yoktu.” söyleminin üzerinde hikmetle düşünmemiz gerekir. Zaten hali hazırda vakıanın bu kadar tartışılıyor olması meselenin ciddiyetini gösterir.

Öncelikle şunun bilincinde olmak lazım teknolojinin bu hızlı gelişimi dahlimizin dışında hiç aksamadan ilerliyor. Bunun karşısında konumlanmak yerine bu gelişimin hayatın kendisi değil bir aracı olduğunu kabul etmeliyiz.

Kapitalist sektörün zararlarını elle engelleyecek güce henüz sahip olmasak da dilimizle ve kalbimizle ortaya bir çaba koymalıyız. Dün söylediğimize bugün yenisini ekleyerek kafa yormaya devam etmeliyiz. İhtiyacımız olan titiz bir ayıklama ve uyanık bir tenkitçilikle bu dijital dünyaya kendi yorumumuzu katabilmemizdir. Henüz net cevaplarımız olmasa da sıkıntımıza dair sorular sormamız en az cevaplar kadar kıymetlidir. Dayatılan modern akla razı gelmemenin kendisi anlamlı ve değerlidir.

Müslüman söylenenleri dinler ama sözün en güzeline uyar. Çaba bizden, takdir Allah’tan.

HABERE YORUM KAT

5 Yorum