Yeni Kuşak Söyleminin Temeli Var mı?
Bolca abartılan ve tam bir efsaneye dönüştürülen “yeni kuşak güzellemeleri”nin temelsizliğine dikkat çeken bir yazı...
HAKSÖZ-HABER
Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Selim bugünkü yazısında Gezi Parkı üzerinden bolca dillendirilen, acayip abartılan ve tam bir efsaneye dönüştürülen “yeni kuşak güzellemeleri”nin temelsizliğine dikkat çekiyor. 27 Mayıs sürecinden örneklerle bugün duyduğumuz lakırdıların bayat propagandif kalıplar olduğunu vurguluyor.
Ahmet Selim’in şu tespitleri maruz kaldığımız propagandanın temelsizliğini çok net açıklıyor:
“Gençler yeni bir felsefe getirdi” denilmek isteniyor. Neymiş o peki? O kadar kolay mı bu? Ben protestocu bir yürüyüş kalabalığının CHP’li (yahut sol eğilimli) olduğunu, uzaklardan baksam da anlarım. Hiç pankarta, flamaya falan ihtiyaç yok! Bir tanıdığım var; vaktiyle ışık söndürme eylemini büyük bir şevkle yapardı, şimdi aynı iştiha ile tencere-tava çalıyor. Epeyce yaşlandı ama, aynı CHP çizgisinde yürüyor.
O zaman da “siyasi değil” sanılıyordu, halbuki bal gibi siyasiydi. İlk başladığı zaman bile “eyvah” demiştim.”
Garip olan muhafazakâr bir aydının net olarak görebildiği bir tablonun İslamcı geçinenlerce bir türlü anlaşılamaması ve bin bir türlü kafa karışıklığı yansıtan yorumlara konu olması.
***
Kendimizi aldatıyoruz
Ahmet Selim / Zaman
Genel bir ilke olarak; bir tarafın hatası diğer tarafın hatasını bağışlatmaz, mazur göstermez. Sadece bir tarafın hatasını eleştirmek de, âdil ve inandırıcı olmaz.
Bu ilkeye dikkat etmezseniz siz de hata yapmış olursunuz; hem de bu, “bile bile hata yapmak” niteliğini taşır. Böyle bakarsanız, hemen herkes hatalı gibi görünüyor. Türleri ve özellikleri farklı da olsa, denge ve itidal ilkesi açısından hatalı olma konusunda bir genel paylaşım var gibi.
“Gençler yeni bir felsefe getirdi” denilmek isteniyor. Neymiş o peki? O kadar kolay mı bu? Ben protestocu bir yürüyüş kalabalığının CHP’li (yahut sol eğilimli) olduğunu, uzaklardan baksam da anlarım. Hiç pankarta, flamaya falan ihtiyaç yok! Bir tanıdığım var; vaktiyle ışık söndürme eylemini büyük bir şevkle yapardı, şimdi aynı iştiha ile tencere-tava çalıyor. Epeyce yaşlandı ama, aynı CHP çizgisinde yürüyor.
O zaman da “siyasi değil” sanılıyordu, halbuki bal gibi siyasiydi. İlk başladığı zaman bile “eyvah” demiştim.
1960’taki 28 Nisan Olayları’nda gençler, bu arada bizim lise, yürümüştü. Siyasette partiyle ilgileri yok deniliyordu ama, hepsinin annesi-babası öğretmenleri CHP’liydi ve o hareket bir CHP gençlik kolları yürüyüşü gibiydi. Gerçekçi olmak lazım. Şimdiki hareketlerin ardında da bazı CHP’liler, İşçi Partililer ve solcular vardı. Ulusal Kanal’ı seyredince açıkça görülüyordu. Yani “yeni bir gençlik felsefesi” türünden lafların içi boş. Bildik şeyler bunlar. “90’lı nesil yeni bir demokratik gösteri felsefesi oluşturdu” sözlerini ciddiye alamıyorum.
Prof. Hüseyin Nail Kubalı ders verirken zil çalmıştı, fakat hoca dersi sürdürmek istedi. Bunun üzerine bir alkış yükseldi. Aslında bu bir protestoydu. Hoca anladı, şöyle bir baktı: “Alkış değerli bir şeydir. İsraf ve ibzal etmeyin.” deyip dersi kesti. Bu eylem de bir buluştu, öğrencilerin böyle buluşları vardır. Felsefeyle, sosyolojiyle ne ilgisi var?
Şehrin en merkezi, en işlek meydanını bir eylem alanı haline getirmenin demokratik olgunlukla ve gelişmişlikle asla bir ilgisi yoktur. Bunu yapanların düşündüğü öncelikli amaç; sözlerinin, düşüncelerinin duyulması değil, şehrin ana damarlarını tıkayıp hayatın akışını bozmaktır. 1 Mayıs’ların ille de orada kutlanmak istenmesinin sebebi de budur. Trafiği ve hayatın akışını aksatmayacak daha geniş bir meydanı ver, gitmezler. İlle de Taksim olacak. Çünkü Taksim’e uzanan yolların hepsi şehrin ana arterleridir, orası tıkanıp karışınca bütün İstanbul felç olur. Bunun demokratik ifade ve gösteri özgürlüğüyle ne ilgisi var? Hedef, rahatsızlık vererek dikkat çekmektir. “Düzen işlemiyor” hissini pekiştirmektir... Bütün bunları düşünüp uygulamak için felsefi ve sosyolojik akıl mı gerekir? Taktik buluşlar yapmak ve gençlere bunları uygulatmak, bizdeki belli bir siyaset ekolünün bilinen özelliklerindendir. Yeni bir durum değildir.
Ben Safahat’ı ortaokuldayken, bir pazar günü Büyük Postane civarındaki bir yer sergisinden aldım ve param yettiği için bir sevindim ki sormayın. Ama şimdi bende hediye olarak gelmiş birçok Safahat var, verecek adam bulamıyorum! Okumayacağından emin olduklarıma vermem. Böyle bir huyum var. Torunum bile olsa vermem. Biz bilgisayarla, internetle kendimizi çokça aldatıyoruz. O parktaki eylemcilere birkaç tane genel kültür sorusu sorun da seyreyleyin manzarayı! Ben bazen, eski mezunlara “apsis, ordinat, koordinat, diskriminant, asimptot... nedir?” diye soruyorum, tık yok! Unutmuşlar! Üç yüksekliği verilen üçgenin çizimine bile hâlâ rastlayamadım! Sosyali bırakın matematikte de bu durumdayız. Gençler filozof olmuşlar! Geçin efendim geçin.
HABERE YORUM KAT