Yeni dönem
Siyasi tarihimizin en muhteşem başarısını, seçimleri arka arkaya üç defa ve her seferinde oylarını arttırarak kazanan AKP ve Başbakan Erdoğan elde etti.
Her açıdan hak edilmiş bir başarı bu ve görebildiğim kadarıyla üç önemli ayağı var.
Birincisi, AKP’nin ekonomiyi bu kriz döneminde bile büyütebilmesi ve ülkenin her yanına hiç duraksamayan bir çabayla hizmet götürebilmesi, böylece vatandaşta belki de ilk kez “ben önemliyim, bana hizmet ediliyor” duygusu yaratması.
İkincisi, Birinci Cumhuriyet’in temelini oluşturan askerî vesayeti geriletmesi, derin devletin ve darbecilerin peşine düşmesi, onların soruşturulmasını ve yargılanmasını sağlanması.
Üçüncüsü de Başbakan Erdoğan’ın kalabalıklarla kurduğu “büyülü” ilişki ve mitinglerde özellikle kadınların kendilerini hayatın ve siyasetin ayrılmaz parçası gibi hissetmelerini sağlaması.
Bu üç temel özellikle Erdoğan’ın ve AKP’nin her seçimden galip çıkması kaçınılmaz.
Peki, bu özelliklere sahip bir partinin, seçimleri kazanmak için Erdoğan’ın başlattığı o büyük“milliyetçi” atağa ihtiyacı var mıydı?
Neticelere bakarsak, öyle bir atağa ihtiyaç yoktu.
O milliyetçiliğin, AKP’nin “MHP’yi baraj altına itme” takıntısına hizmet etmediği gibi Kürt milliyetçiliğini de patlattığını görüyoruz.
Güneydoğu’da sekiz milletvekilini BDP’ye kaptırdı AKP.
Belki yanılıyorum ama ben “milliyetçilik” kırbacının hem MHP’yi hem de BDP’yi canlandırıp büyüttüğünü düşünüyorum.
Seçimin “ikinci galibi” olduğu ortaklaşa kabul edilen BDP, başarısını kendi çalışmaları kadar Erdoğan’ın altını fazlasıyla çizdiği Türk milliyetçiliğine de borçlu bence.
Bir aralar yüzde yedilerde dolaşan MHP de milliyetçilik yarışının rüzgârıyla yükseliverdi.
Milliyetçilik taktiği, hesaplanan sonuçları vermedi.
Bu da, olumlu bir gelişme bence.
Aslında referandumdaki yüzde elli sekizlik oy, AKP’nin başarılı performansının demokratik mesajlarla birleştiğinde çok daha büyük bir kesimi etkileyebildiğini zaten herkese göstermişti.
Seçimleri geride bıraktık, şimdi ne olacak?
Askerî vesayetin bittiği yeni bir cumhuriyet kuracağımız açık bir gerçek.
Soru, askerî vesayetin yerine ne koyacağımız.
Seçim kampanyasında gördüğümüz türden otoriter yaklaşımlar, “Apo’yu biz asardık” türünden sakillikler, “Ölülerinizi hayırla yad edin” diyen bir dine mensup olmamıza rağmen ölen bir adamın ardından “Allah rahmet etsin” bile diyemeyen hoyratlıklar, “tek dil, tek millet, tek bayrak”tarzı indirgemecilikler mi?
Yoksa, bugün Yıldıray Oğur’un yazısında da okuyacağınız Erdoğan’ın etkileyici balkon konuşmasındaki“kurucu felsefe” referansıyla Kürtlerin de Cumhuriyet’teki hakkını teslim eden anlayış, demokratik bir anayasa, kurumsallaşmış bir hukuki çerçeve mi?
İkinci yaklaşımın gerçekleşeceğini umuyorum.
Bu halk değişim ve demokrasi istiyor çünkü.
Kurulacak yeni cumhuriyetin huzur getirmesini, refah getirmesini, güven getirmesini arzuluyor, bunun sertlikle, savaşla, çatışmayla olmayacağı açık.
Ayrıca, Erdoğan’ın “balkon konuşması”, Başbakan’ın artık Türkiye’ye sığmadığını ve daha büyük bir coğrafyanın “liderliğini” istediğini de gösteriyor, bu “manevi” liderliği üstlenebilir ama bunun için kendi ülkesindeki çatışmayı ve savaşı sona erdirmesi gerek önce.
Toplumun, Erdoğan’ın ve AKP’nin isteklerinin kesişme noktasına baktığımızda, orada, barış, eşitlik anlayışına dayanan hakkaniyetli bir anayasa, askerî vesayeti bir daha dirilmemek üzere gömen bir sivil irade, bütün toplumu güvenceye kavuşturacak hukuki bir çerçeve görüyoruz.
Bu, askerî cumhuriyetin yerine, herkesin istediği dine, dile, ırka, fikre sahip olabileceği, “tek”çi anlayışın biteceği, otoriterliğin sona ereceği, Kürtlerle Türklerin eşit haklara kavuşacağı, yerel yönetimlerin merkez karşısında güçleneceği “demokratik” bir cumhuriyet kurulması anlamına geliyor.
Başkanlık hayallerine dalıp “milliyetçi” ataklara kalkan Erdoğan’ın “umduğu” 367 sandalyeye kavuşamaması, belki tarihin ona “başkanlıktan” daha cazip bir yer hazırladığını, yeni cumhuriyetin“kurucusu” rolünü üstlenebileceğini gösterebilir.
Yeni anayasayı hayata geçiren hükümetin başbakanı ve İkinci Cumhuriyet’in de “ilk” cumhurbaşkanı olabilir, böyle bir yeniliğin önderliğini yaparak sadece Türkiye’nin değil bütün bu bölgenin de“model” lideri haline gelebilir.
Türkiye’de bir dönem bitti.
Doğru adımlar atılması halinde yeni dönemi çok süratle ve sağlıklı biçimde kuracak imkânlara sahibiz.
Umarım Türkiye de, Erdoğan da, tarihin kendisine sunduğu bu büyük armağanı fark edip değerlendirir, barışa, güçlü bir topluma ve büyük bir devlet adamına sahip oluruz o zaman.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT