1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Yeni Cumhurbaşkanı, "ANAP’laşmış" Bir Parti İstemiyor
Yeni Cumhurbaşkanı, "ANAP’laşmış" Bir Parti İstemiyor

Yeni Cumhurbaşkanı, "ANAP’laşmış" Bir Parti İstemiyor

Etyen Mahçupyan: "Yeni Cumhurbaşkanı, "ANAP’laşmış" bir parti istemiyor. Aynı kadroların belirli yerlere demir atarak partiyi köhneleştirmesine izin vermeyecek gibi görünüyor."

12 Ağustos 2014 Salı 20:01A+A-

Etyen Mahçupyan, Al Jazeera Türk'te kaleme aldığı yazısında AK Parti'nin muhtemel genel başkanının kim olabileceğini tartışıyor; Erdoğan'ın yaklaşımlarına mercek tutuyor:

Gül Beklenirken Erdoğan 'Yeni AKP'yi Kuruyor

Bir partinin siyaset üzerinde hegemonya kurmasının ölçüsü olarak kullanabileceğimiz üç kriterden söz edilebilir. Bunlardan ilki ve en önemlisi, aynı partinin art arda seçim kazanmasıdır. İkinci sırada bu partinin en yakın rakibinden ne kadar fazla oy alabildiğine bakmak gerekir. Söz konusu seçimlerin küçük farklarla değil de örneğin yüzde 30 gibi bir farkla alınması, hakim parti ile diğerleri arasındaki bariyerin büyüklüğünü gösterir. Üçüncü olarak, söz konusu farkın kalıcılığı da önemli bir göstergedir. Diğer bir deyişle, eğer bu yüzde 30'luk fark her seçimde aynen tekrarlanıyorsa, ortada yapısal bir durum var demektir.

Herkesin bildiği üzere Türkiye’deki durum bundan ibaret… Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), seçimlerde muhalefetteki iki partinin toplamı kadar oy alırken, halk oylamalarında kendi lehine yüzde 15-20’lik bir fark elde edebiliyor. Ayrıca istikrarlı olarak her seçimde en yakın rakibinin en az 15 puan üzerinde oy alıyor. Türkiye’de yaşanmakta olan toplumsal dönüşümün bunda payı büyük elbette…

Dindarlığın ve cemaat yapılarının esnemesi ile birlikte yaşanan çoğullaşma ve bireyselleşme, bugün büyük bir ekonomik ve sosyal seviye sıçraması ile bütünleşmiş durumda. Bunun anlamı, Türkiye’de giderek genişlemekte olan bir orta sınıfın varlığıdır. Nitekim yapılan ölçümler, 'orta sınıf' adını hak eden toplumsal bölümün son on yılda yüzde 20’lerden 40’lara ulaştığını gösteriyor. Kritik nokta ise bu orta sınıfın sadece sosyo-ekonomik değil, sosyo-kültürel nitelikler de taşıması. Örneğin; sınırları aşan bir kültürel sorumluluk duygusu, geçmişi hatırlamaya isteklilik, kimliksel farklılaşmanın zihinlerde normalleşmesi ve melezleşmeye yatkınlık bunlardan bazıları.

Bu kendiliğinden ancak radikal dönüşüm, AKP tabanının giderek genişlemesine neden oluyor. Çünkü iktidar, bu yeni kesimin hizmet ihtiyacına cevap vermenin ötesinde, onların gelecek hayallerini de taşıyabiliyor. 2002 yılında AKP yüzde 35-40 aralığında oy alırken, potansiyeli ancak 45 idi. Bugün artık yüzde 45 alıyor ve potansiyeli 55. Muhtemelen önümüzdeki beş yılın sonunda AKP'nin oyu yüzde 50 bandına oturacak, ama azami alabileceği oy oranı da yüzde 60 sınırına dayanacak.

Kısacası, Türkiye'de yaşanmakta olan dönüşüm kendi doyum noktasına gelmedikçe, ya da iktidar 'ölümcül' bir yanlış yapmadıkça, mevcut trendin değişme ihtimali zayıf. Bu da AKP’nin en azından bir on yıl daha hakim parti olacağını söylüyor.

Gül’ün bu tabloda yeri var mı?

Bu uzun girişin başlıktaki sorunsalla ne ilgisi olduğunu sorabilirsiniz. Lakin burada esas mesele yukarıda söylenenler. Çünkü bu tablo, AKP iktidarının AKP dışından devrilemeyeceğinin habercisi. Eğer bu partiyi alaşağı etmek gibi bir fikriniz varsa, iki koşulu tatmin etmeniz gerekiyor:

1) Bunun bir hamlede olmayacağını içinize sindireceksiniz.

2) İkincisi, böyle bir geçişi mümkün kılacak bir kadro veya kişi üzerinden çaba göstereceksiniz

Vesayet sisteminin yararlanıcıları ve eski dönemin nüfuz sahipleri açısından asıl önemli olan, etkilenebilir ve yönlendirilebilir bir iktidarla karşı karşıya olmak. Aynı şey, Batı dünyası için de geçerli. Dolayısıyla AKP içinde Erdoğan’a alternatif olabilecek, onun kadar meşruiyet sahibi ancak kendisini dışardan gelecek telkinlere daha açık tutma ihtimali bulunan bir adaya ihtiyaç var. Bu kişinin Abdullah Gül olduğu epeyce açık…

Öbür taraftan, AKP dahilinde bir ayrışma yaşandığı da yadsınamaz. Çünkü her başbakan, temelde kendi yakınları, danışmanları ve bağlantıları ile birlikte o göreve geliyor. Bugün kimin Türkiye Başbakanı olacağına bağlı olarak, AKP içinde kariyerleri parlayacak ya da sönecek çok sayıda kişinin bulunması şaşırtıcı bir durum değil.

Böyle bir atmosferde Gül, tam da Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) toplantısı sürerken, "Görevim bittikten sonra partime döneceğim." açıklamasını yaptı. Söz konusu toplantıdan ise kongre tarihi olarak cumhurbaşkanlığı devir tesliminin bir gün öncesi, yani 27 Ağustos 2014 kararı çıktı. Ne var ki Gül konuştuğunda zaten kongre tarihi belirlenmişti.

Yani eğer bu rastlaşmada bir iradi müdahale aranıyorsa, Gül’ün kongre tarihine tepkisinden bahsetmek lazım. Muhtemelen MKYK içinden birileri, tarih belirlenir belirlenmez Gül’e haber gönderdiler ve belki de bu açıklamanın iyi olacağını düşündüler. Çünkü açıktır ki böylece Gül’ün adı, kendisi hiçbir şey yapmasa bile, önümüzdeki iki hafta ve sonrasında siyasetin asli bir aktörü olarak geçecek.

Öte yandan meseleye Recep Tayyip Erdoğan kanadından baktığımızda, çok başka bir hikaye görüyoruz. AKP'nin kongre tarihi olarak daha cumhurbaşkanlığı seçiminden önce bile 24 Ağustos tarihi telaffuz ediliyordu. Gül zaten kongrede olmayacaktı ve parti başkanı olma ihtimali de yoktu. Tarihin ileri alınmasının ise tek bir yorumu olabilir: Erdoğan hiçbir boşluk bırakmak istemiyor. Kendisinin genel başkanlık istifasını son ana bırakarak, 'Yeni Cumhurbaşkanı' ile 'Yeni Başbakanı' neredeyse aynı 'doğum anına' denk getiriyor. Böylece o Başbakanı, kendisi henüz Cumhurbaşkanı olmamışken 'yalnız' bırakmak istemiyor.

Dolayısıyla şunu görmek lazım: AKP içinde ve dışında birçok kişi için tüm bu yaşananların odağında Gül olabilir. Fakat Erdoğan açısından bakıldığında, bu yaşananların odağında müstakbel Başbakan var. Söz konusu kişi, Erdoğan ile 'doğal işbirliği' içinde bulunan ve esasta aynı doğrultuda düşünen biri olacak. Üstelik bunun, 2015 genel seçimlerinde bir zaaf teşkil etme ihtimali zor; zira Erdoğan o dönemde sessiz kalmayacak.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Başbakan’ın yerini alarak meydanları çıkması yakışık almasa da, sözünü duyurma konusunda herhangi bir eksiklik çekmeyeceği açık. 2015 seçimlerinde AKP, yüzde 90 katılım varsayımı altında, asgari yüzde 46 oya sahip. Yeni anayasa için 330 milletvekilliği sınırının aşılmasının Kürtler için ne denli hayati olduğunu düşünürsek, bu oranı yüzde 48 gibi de öngörebiliriz.

Yeni Türkiye’ye yeni AKP

AKP bugün sadece yeni bir Başbakan seçmiyor. Çözüm Süreci'nin devam ettirilmesini, Hizmet Hareketi’nin bürokrasi içindeki kadrolarının temizlenmesini ve yeni anayasanın hayata geçirilmesini garanti edebilecek yeni bir kadro ve çalışma modalitesi oturtmaya çalışıyor. Parti içinde, tabanında ve seçmenler arasında Gül’ün bu 'zorunlu hareketler' bağlamında yetersiz kalabileceği kuşkusunu taşıyan epeyce geniş bir kitle var.

Ona karşılık Gül’ün çevresinde, onun teşvikçileri arasında ise daha ziyade yaşlı kuşağı, alaylı siyasete daha yakın olanları ve üç dönem kuralı nedeniyle 2015'te yeniden aday olamayacak milletvekillerini bulmak mümkün. Ancak Gül’ün gerçekten de ihtiyaç duyulan Başbakan olduğuna inananların ve Erdoğan’ın sert üslubunun ardından uluslararası camiada daha olumlu bir figür olarak Gül’ü elzem görenlerin de az sayıda olmadığını eklemek lazım.

Ne var ki karar yetkisi tartışılmaz bir biçimde Erdoğan’ın elinde. Bu sadece liderlik veya karizma meselesi değil. Erdoğan, geçilen süreçte neredeyse tüm riski tek başına yüklendi ve her risk anında kendisini öne attı. Kısacası, eğer bugün Erdoğan AKP'de kararların son mercii anlamında bir tür 'tek adam' olabilmişse, bunu performansıyla kazandığı içindir. Erdoğan, sahip olduğu gücünü, AKP'yi gençleştirmek ve kurumsallaştırmak için kullanma niyetinde. Öte yandan üç dönem kuralı nedeniyle milletvekili olamayacakların en az üçte birinden, çok daha işlevsel konumlarda yararlanma şansı var.

Yeni Cumhurbaşkanı, "ANAP’laşmış" bir parti istemiyor. Aynı kadroların belirli yerlere demir atarak partiyi köhneleştirmesine izin vermeyecek gibi görünüyor.

AKP, esasen bir kadro hareketi olarak başladı, büyük badireler atlattı ve şimdi yeniden ama bu kez daha güvenli sularda geleceği kurmak üzere kadrolaşacak. Toplumun sosyolojisi de zaten bu yöne, yani gençleşmeye, içerde farklılaşmaya, sınırları aşmaya davet ediyor. Erdoğan’ın bu daveti reddetmeyecek, hatta onu kimseye bırakmayacak kadar siyasetten anladığı konusunda kuşkumuz olmamalı.

AL JAZEERA TÜRK

HABERE YORUM KAT