Yeni bir birlik
Osmanlı, tarihî mirasımızdır. Redd-i miras yapamayız. Tarih tekerrür etmez, doğrular ve yanlışlar tekerrür eder.
Osmanlı'yı tekerrür etmek mümkün olmaz, doğrularını veya yanlışlarını tekrar etmek mümkün olur.
Modernliğin derin krizden geçtiği bir dünyada Osmanlı, tek başına model olamaz. Osmanlı idare ve hukukuyla hayranlık vericidir. Ama entelektüel stoku zayıftır. Nasıl Yunanlılar düşünüp Roma tükettiyse, Emevi-Abbasi-Selçuklu'nun ürettiğini Osmanlı tüketmiştir. Osmanlı, felsefi tefekkürü ve tabiat bilimlerini medresenin müfredatından çıkardı, düşüncenin kurumasına engel olamadı. Tefekkür, irfan ve ilimler alanındaki uyanışta bize örnek olacak model Abbasi olabilir ancak. Abbasiler, kimseye hayranlık duymadılar; ilim ve felsefeyi aldılar, edebiyat ve sanatı, şiir ve tiyatroyu sahiplerine bıraktılar.
Osmanlı'nın yanında politik kuşatıcılık ve coğrafi irtibat açısından dikkatimizi çevireceğimiz tecrübe Selçuklu'dur. Bundan sonraki hegemonya kavgaları Ortadoğu, Avrasya ve Uzakdoğu hattında olacaktır, bu havzalarda Osmanlı'nın tecrübesi zayıftır. Avrupa'nın refleksif yönelimi; yayılma ve küresel hegemonya kurmaya değil, mevcut refahı korumaya matuftur, doğal sınırlarıyla yetinecektir. Türkiye, ancak stratejik değeri; ABD'nin baskıları ve İslam dünyasıyla ittifak kurma tehlikesi dolayısıyla kapıda tutulmaya değer bir ülkedir. AB'nin Türkiye'ye bakışı salt araçsal ve stratejiktir. Dolayısıyla bizzarure dünya ile beraber gözlerimizi doğuya çevireceğiz. AB'ye "Bizi üye yap, seni küresel güç yapacağız, Ortadoğu'ya, Asya'ya taşıyacağız" demek onur kırıcıdır, "çok kutuplu"luğa yönelen, "ağırlık dengesi doğuya kayan" dünyanın gerçeklerine de aykırıdır.
"Büyük ve Anadolu Selçuklu" bir doğu devleti ve ismi konulmamış kuşatıcı bir imparatorluktur. Selçuklu coğrafi olarak yekparedir; Afganistan'dan Konya'ya, İran'dan Mısır'a, Bakü'den Bilad-ı Şam'a (Suriye, Ürdün, Filistin, Lübnan) kadar yayılır. Osmanlı ile mukayese edildiğinde Selçuklu'nun sağladığı kültürel zemin, medeniyet kuşatıcılığı çok daha sahici, gerçekçi ve bugünkü konjonktürel gelişmeye uygundur. Burada altı çizilmesi gereken temel parametreler şunlardır:
1) Dünya yeniden şekillenirken, tek başına ulus devlet çıkarları, mezhep, etnik grup veya bölge merkezli stratejiler tarihe karışmış bulunuyor. Halkı Müslüman devletler, bölgeler, etnik gruplar ve farklı mezhepler –gayrimüslimleri de içlerine katarak- yeni bir bölgesel entegrasyon (gevşek markaj birlik) tasarlamalılar.
2) Arap milliyetçiliğinin iflasına şahit olmuş bir havza olarak Araplar, ancak Türkiye ve İran'la birlikte var olabilirler.
3) Türkiye ve İran, ne Kasr-ı Şirin'e kadarki gibi "çatışarak", ne Kasr-ı Şirin'den sonraki gibi "ilişkilerini dondurarak" Ortadoğu, Avrasya ve Uzakdoğu'da inisiyatife sahip olabilirler. Mümkün olan yegâne ilişki birlikte hareket etmektir.
4) Osmanlı'daki gibi Asya Müslümanları ve Türki cumhuriyetlerden kopuk olamayız. Bu iki havza ile ilişkimizi sıklaştırmak için İran'la 'rekabet'e değil, "işbirliği" esasına dayalı ilişki kurmalıyız. Tarihte Semerkant-Herat merkezli Müslüman Asya rönesansını sona erdiren İran'ın ve Rusya'nın Osmanlı ile irtibatı kesmesidir. Türki cumhuriyetlerin İslam dünyasına katılması, Rusya ve Çin'in baskı ve blokajlarına karşı durabilmesi bu işbirliğine bağlıdır.
5) Ulus devlet aşamasından sonra bölgesel entegrasyon dönemine giriyoruz. Kürtler bu entegrasyonun tabii parçasıdırlar. Ne tampon bölge, ne kendi bölgelerinin kaderinden ayrılarak var olabilirler.
6) Batı'da Afrika, Doğu'da Endonezya ve Malezya bahtı yeni bir ruhsal ve maddi hamle ile ayağa kalkacak olan büyük entegrasyonun iki kanadı hükmünde ana gövde ile irtibatlı olmalıdır.
7) Dünyaya hangi değerler eşliğinde sesleneceğiz? Bu, bütün beşeriyete dönük "hayırlı ümmet" ideali ve bunun somut ifadesi Hak, korunan ahlaki hayat, özgürlük ve adalettir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT