Yeni başlayanlar için İslami İlimlere Giriş
Muhammed Yazıcı, İslami İlimler üzerine okuma yapmak isteyenler için dikkat edilmesi gereken bazı hususları hatırlatıyor.
Muhammed Yazıcı / CİNS
Yeni başlayanlar için talep etme kılavuzu
Bilgilerin sana filtrelenerek geldiğini unutma
Acı bir gerçektir; İslamî ilimler tahsil ederken geleneğin belli bölümüyle muhatap olursun. Mevcut malumat değişen oranda meclislerin, menheclerin ve mezheplerin filtresinden geçerek bize intikal eder. Bildiklerimiz, büyük oranda bilmemiz istenilenlerdir. Bunun elbette makul ve bir dereceye kadar haklı sebepleri var. Salt bir eleştiri ya da umutsuzluk olarak değil, vakıa tespiti olarak kabullen ve kritik bilgilere ulaşmak için çaba sarf et. Trajik olan, yaygınlaştıkça tartışmasız zannedilen olguların, perde gerisinde bir o kadar ihtilafa konu olduğudur. Muhtasar metinler, tertibi ve netliği öne alan kitaplar sana bunu veremez. Her alanda olduğu gibi burada da yaygın olanın dışına çıktıkça geleneğimizin zenginliğini fark edeceksin. Evet, o konuyla ilgili bildiğinden başka rivayetler de var, o alanda hayran olduğundan başka imamlar da var, alıştığından başka tasnifler de var; fakat sana ulaşmadı. Kıyıda köşede gözüne çarpsa da başka türlü bakmadın hiç, bakamadın. O bakış açısı da sana ulaşmamıştı çünkü.
Hemen her şeyin cevabı ilk üç asırdadır İslamî ilimlerin üçüncü asırdan itibaren teessüs ettiğini hesaba katarsak önceki dönem doğrudan ilgimizi çekmez. Spesifik bir konuya delil ararken seçmeci bir mantıkla yaklaşırız bu kurucu dönemlere. Ayrıca Gazzâli’den (ö. hicri 505) Zemahşerî’ye (ö. 538), Fahreddin Razî’den (ö. 606) Nevevî’ye (ö. 676), Taftazanî’den (ö. 792) Suyutî’ye (ö. 911) müfredatta ağırlıklı eserleri yer alan müellifler, haliyle sonraki yüzyılların sosyo-kültürel etkilerini de ibarelerine yansıtırlar. Buna bir de günümüz yazarlarının kolay ve kısa kitaplarının gitgide revaç bulmasını eklersek ilmin membaından uzaklaştığımızı daha net anlarız. Oysa asr-ı saadet, tabiîn ve tebe-i tabiîn dönemleri hemen her alanda bize ilham kaynağı olabilir. Siyaset ve idare hukukundan itikadî tartışmalara; tefsir, hadis ve fıkıh metodolojilerinden zühd ve tasavvufa aslî mevzuların ve temel tartışmaların ilk örneklerini selef-i salihîn devrinde görürüz. Siyer, tefsir, hadis, tabakât, ensâb ve muhâdarât türündeki ilk dönem eserleri bu açıdan paha biçilmez malzeme içerir. Ayrıca İslam’ın ilk yüzyılları çok seslilik, eleştiri kültürü ve tartışma ortamı açısından çok canlıdır. Sonrasındaki muazzam ilmî gelişmeler bu çeşitliliği makâsıttan mesâile indirgemiş, gayret tenkitten telife teksif edilmiştir.
Zıt bilgilere sahip değilsen, kişilerin yorumlarına sahipsindir.
Aklımız sebep sonuç ilişkisi ve kesin yargılar üzerinden işlediğinden hayatı ve hadiseleri öyle değerlendiririz. Oysa çoğu kez duygulara, eğilimlere ve konjonktürel şartlara göre şekillenen insan davranışı bizi şaşırtır. İdeallerdeki netlik, kâğıt üzerindeki keskin ayrım vakıada flulaşır ve iç içe geçer. Dolayısıyla birbiriyle uyumlu bilgiler dışarıdan değerli gözükse de aslında birbirine uydurulmuş bilgilerdir. Fazla bütünlüklü gözüken değerleri biz yaşama dayatıyoruzdur. Yaşamın bize gösterdiklerinde ise kopukluk göze çarpar. Sana açık bir şey söylemez yaşananlar. Parça parça gelen verileri sen bütünleştirirsin. Kaçınılmazdır bu. Bir imkânın varsa, alabildiğinde çeşitli, birbiriyle uyumsuz verileri toplamandır. Kanaatimiz ne kadar sınırlı referansa dayanırsa o kadar hızlı sonuca ulaşırız doğru; fakat bir o kadar zayıftır, dar bir çerçeveye sahiptir. Bir neticeye varma telaşına düşme. Yekpare bir cevabı zorlama. Okuyacakların okuduklarına uymasa da bir kenara not et. Peşin yorumlar yapmadan tetebbuu sürdür. Ayıklamak alırken değil, daha sonra olmalı. Yoksa insanı ve yaşamı cımbızlamış olursun. Zihnini geliştirecek olan, bu mesaidir.
Kavram ve kavil ezbercisi olma
Bütün ilim, bilim ve sanatların zaman geçtikçe gelişip detaylandığını biliriz; fakat sen bu gelişmenin diğer yüzü olan lafzî tartışmalara ve zorlama taksimlere karşı dikkatli olmalısın. Onlar o ilmin köpüğüdür; burada takılırsan yüzeyde debelenirsin. Gittikçe artan biçimde ilim tahsili, manaya pek dahli olmayan mefhum hıfzına ve kavil nakliyesine evrildi. Hayır, ilim bu değil, gelenek bundan ibaret değil! Unutma, İslamî ilimler vahyi anlamak ve hayata uyarlamak için bir araçtır. Gereğinden fazla eğleşilen araçlar önce amaca engel olur, ardından bizzat amaç halini alırlar. Artık suretin hakikat, ehvenin ehem addedilmesi an meselesidir. Asgari seviyede tutulunca aydınlatıcı olan tarif ve taksimler, bu seviye aşılınca ilmin dedikodusu haline gelirler. Örneğin bir hadisin metin ve senedi hakkında hüküm verebilmek için usûl-i hadiste onca kavram ezberler, bunlar arasındaki ince farklara kafa yorarsın. Günün sonunda karşına çıkan hadisin sıhhat değerini anlamak için yine muhaddislerin hazır değerlendirmelerine müracaat edersin. Daha da garibi, onların her birinin senin öğrendiğinden farklı şekilde şahsi yargılarına ulaşmasıdır. Tefsir ve fıkıh usulünde de durum farksızdır. Neticede kavramların, yine başka kavramların anlaşılması için belletildiği, adeta okumuş olmak için okunan bir kısır döngüye girmişsindir. Bunda öte özdeki durum ve değişimle ilgili etkileri yok gibidir.
İslam sadece İslamî olanla anlaşılmaz
Ne kadar ilahî bir sistem de olsa İslam bir geleneğin devamıdır; tevhit geleneği. Kur’an’ın “Gerçek şu ki biz Tıpkı Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik” (Nisa, 163.) minvalindeki ayetleri dinin neticede toplumsal bir bağlama oturduğunu, kesintisiz bir sürecin parçası olduğunu anlatır ve bu bizi zaruri şekilde din dışı olanı bilmeye götürür. Bir teklifin neye karşı yapıldığını anlamazsak o teklifi de anlayamayız. Bu açıdan vahyin ne dediğine vakıf olmanın önemli şartlarından ikisi, önceki vahiyleri ve Arap cahiliye kültürünü okumaktır. Bir dereceye kadar İsrâiliyâtı ciddiye almaz, Tevrat ve İncil’in içeriğini bilmezsek peygamber kıssaları gibi Kur’an’ın üçte birlik kısmını kafamızda bir yere oturtamayız. Bu elbette o kitaplardaki kayıtları müsellem doğrular görmemizi gerektirmez; lakin bir perspektif ve bağlam sunması açısından önemlidir. Diğer birlik kısım olan Kur’an’ın siyerle, hukuk ve âdab düzenlemesiyle ilgili ayetleri de cahiliye kültürü bilinmeden anlaşılamaz. Belli bir olayla ilgili hükmü anlasak bile bu hükmü diğer olaylara taşımak için daha derinlikli bir sosyo-kültürel ve siyasi konjonktür haberdarlığı gereklidir.
Literatür ve kaynak dağarcığını genişlet
Her konunun kaynakları, her kaynağın sıhhat değeri farklıdır. Bir şeyin kitapta geçmesi yetmez, herhangi bir âlim tarafından söylenmesi de yetmez. Kişisel kabulümüze referans arayışına girersek, ne eder eder buluruz. Önemli olan ilgili kaydın o konunun mevsuk mercileri arasında yer almasıdır. Bunun için önce literatür ve kaynakça dağarcığını genişletmen, ardından her malumatı hususi kaynağından alman lazım. Hangi ilmin kurucu metinleri nelerdir, ana metotları ve temsilcileri kimlerdir bilmelisin. Örneğin salt bir fakihin sözünü tefsirde huccet kabul edemeyeceğimiz gibi kelamî bir tespiti tasavvuf eserinden yapamayız. Şık kaçmaz bu. Bir âlim ya da kitabın diğerinden yaptığı alıntılara karşı daima dikkatli olmalı, bunu ilgili kaynaktan teyit etmeliyiz. Sözler nakil sürecinde ciddi değişime uğrayabilirler. Bu arada maalesef intihaller zannedilenden fazladır. Pek çok müellif bilerek ya da bilmeyerek -sahibini zikretmeden- bir tespiti kendine nispet eder. Bu da seni literatür vukufiyetin arttıkça iz sürmeye itecektir.
Unutma, şahsî ahlak ayrı bir konu, ilmî dürüstlük ve ihtimam -üzücü ki- ayrı konudur. Yahya b. Said el-Kattân der ki: “Hadiste salih kişilerden daha yalancılarını görmedik.” Sahîhinde bu söze yer veren Müslim (c.1. s.94-95) şu notu düşer: “Onların kastı olmaksızın dillerinde yalan dolana durur.”
HABERE YORUM KAT