1. HABERLER

  2. HABER

  3. Yeni adli yıl ve yargı bağımsızlığı meselesi
Yeni adli yıl ve yargı bağımsızlığı meselesi

Yeni adli yıl ve yargı bağımsızlığı meselesi

Yasin Aktay, yargının işleyişi ile alakalı sıkıntılara dikkat çekerken neler yapılması gerektiğini analiz ediyor.

03 Eylül 2022 Cumartesi 16:30A+A-

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Yeni adli yıl ve yargı bağımsızlığı meselesi

Bu yıl adli yıl açılışı 3 yıl Cumhurbaşkanlığı külliyesinde yapıldıktan sonra ikinci kez kendi yeni binasının konferans salonunda törenle gerçekleşti. Bundan önceki açılış törenlerinin üç yıl Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılması dolayısıyla yargı bağımsızlığı cihetinden ciddi eleştirilere konu olmuştu. Oysa bunun tek sebebi Yargıtay’ın üye sayısındaki artış dolayısıyla kendi konferans salonunun yetersiz kalmasıydı. Bu yüzden açılış programları aslında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden önce 7 yıl boyunca ATO’nun konferans salonunda düzenlendiği gibi Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin devasa konferans salonu bu tür çok sayıda faaliyete evsahipliği yapabiliyor.

Açılış töreninde mutat olduğu üzere Cumhurbaşkanının konuşmasından önce Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı ile Yargıtay Başkanının da birer konuşması oldu. TBB Başkanının uzun konuşması boyunca yargının bugünkü durumu hakkında son derece olumsuz bir tablo çizildi. Yargı bağımsızlığının kalmadığından, siyasallaştığından, uzun tutuklama sürelerinden, ifade özgürlüğünün bulunmadığından, dahası AİHM kararlarının uygulanmasından ve bundan dolayı Türkiye’nin maruz kaldığı cezalardan bahsetti. Önceki Baro başkanlarının sözlerine atıfla yargıya güvenin, tarihin en düşük seviyesine indiğini ve bu durumun Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını tehdit edecek derecede tehlikeli bir hale geldiğini anlattı. Yine seleflerine atıfla memleketteki hukuk fakültesi sorununu “diploma makinesi” olarak yeniden ifade etti. Siyasetin İstanbul Sözleşmesinden çekilmiş olma kararını sert bir dille eleştirdi. Tabi avukatların sorunlarından da bahsetti ve yapılması gereken kanuni düzenlemelere dair önerilerini de ortaya koydu.

Konuşmasında işleyen yargıya dair neredeyse olumlu bir cümle bile kurmadığı konuşmasını, Atatürk’ün ilke ve devrimlerine, yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı anlayışına dönmeye davetle bitirdi. Tabi İstiklal mahkemelerinin kurulduğu ve dünyada kuvvetlerin hepsinin tek bir elde toplandığı nadir modellerden biri, istiklal mahkemeleri uygulamalarının neredeyse bütün mahkemelerin modeli haline getirildiği bir dönemi bir adalet anlayışı için referans olarak alması üzerinde ayrıca durulmayı hak eden bir konu.

Yargının mevcut durumuna her türlü eleştiri yapılabilir. Nitekim kendisinden sonra söz alan Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca başında bulunduğu yargı müessesesinin bütün reformlara ve iyileştirmelere rağmen devam eden sorunlarına bizzat kendisi değindi. Yanı sıra mahkeme kararlarının da yargının da hâkim şahsiyetine hakaret ve saldırganlığa varmaması şartıyla her türlü eleştiriye açık olduğunu da ifade etti.

Bütün bu eleştirilerin yapılabildiği bir düzlemdeyiz ve Baro başkanı bütün eleştirilerini bizzat neredeyse bütün bu olumsuzlukların sorumlusu olarak ima ettiği Cumhurbaşkanı ve devlet erkanının karşısında yapabildi. Ancak bu eleştirileri devlet erkanının karşısında asla ne kendisinin ne de hiç kimsenin yapamayacağı bir dönemin (başka birçok şey için referans alınabilir belki ama) adalet açısından referans alınması, nasıl bir adalet ve nasıl bir hukukun bağımsızlığı manzarasının özlendiğini de gösterir.

Adli yıl açılışları ilk defa 1943 yılında yapılmıştır ve isteyen ilk konuşmayı yapan Yargıtay Başkanı Halil İbrahim Özyörük’ün, isterse 1949 yılına kadarki bütün Yargıtay başkanlarının açılış konuşmalarını okuyabilir. Hiçbirinde tek parti döneminin bütün adli ve hukuki uygulamalarına, siyasi rejimine ölçüsüzce güzellemelerden başka en ufak bir eleştiri bulunmaz. O zamanlar hiçbir Yargıtay başkanı veya yargı mensubunun aklına ne hukukun bağımsızlığı, ne kuvvetler ayrılığı ne de yargıda tarafsızlığa dair bir mevzu gelmez. Yargının görevi devrimlerin ve rejimin yerleştirilmesi yönünde devlete, hükümetlere yardımcı olmaktır.

İlk defa Yargının bağımsızlığı mevzusu ne zaman akla geliyor biliyor musunuz? Demokrat Parti’nin iktidara geldiği yıl, yani 1950 yılında yapılan adli yıl açılışında, Yargıtay Başkanı Mustafa Fevzi Bozer, Türkiye’de yargı konusunda neredeyse paradigma değişikliği diyebileceğimiz bir şekilde Yargının siyasal erke karşı tarafsızlığından hatta yeri geldiğinde “güven ile göğüslerini şişirerek hükümdarlarına meydan okuyan” milletlerin yanında durmaktan sözeder.

Oysa karşısında nutuk okuduğu yöneticiler, daha yeni bizzat millet tarafından seçilmiştir ve hatta şimdiye kadar ilk defa gerçek seçimlerle işbaşına gelmiş bir iktidar var karşılarında. Şimdiye kadar seçilmemiş yöneticilerin kendi milletlerine istedikleri devrimi, millete rağmen dayatmasına karşı sessiz kalmış yargıçların böylece vesayet dönemlerinin başladığının resmiydi bu. O günden itibaren Türkiye’de yargı millet adına değil, o kurucu iktidar adına halkın seçilmiş yöneticilerine, dolayısıyla halka karşı vesayetin başaktörü olarak gördü kendini.

Adalet açısından bir devrim yapılacak idiyse, önce bu anlayıştan başlamak gerekiyordu tabi. AK Parti, ismiyle müsemma bir role soyunarak, uzun ve çetrefil bir mücadelenin sonucunda bu vesayetçi anlayışı kırdı. Bugün yargının da gerçekten milletin yargısı olmasından ancak bahsedebiliyoruz. Tabii ki mutlaka tartışılması gereken, devam eden, geçmişten kalan veya yeni sistemle birlikte ortaya çıkmış bütün sorunlarıyla birlikte.

TBB Başkanının siyaseti İstanbul Sözleşmesini iptal etmekle veya Türk yargısını AİHM kararlarına uymamak dolayısıyla eleştirileri de vesayetin uluslararası bir zihniyet üzerinden kendine bir mesnet arayışı olarak görülebilir.

Bu eleştirilerin Avrupa’nın Türkiye’ye karşı çalışan terör örgütlerine verdiği gizli ve açık destekleri gözardı ederek yapıldığı da görmezden gelinemez. İnsan hakkı ihlalleri konusunda bu kadar duyarlılık ifade eden Baroların yönetiminin başörtülü üyeleri bile zar zor yenilerde kabullenebildiklerini nasıl unutabiliriz?

Bugünlerde yargının bağımsızlığı diye ağzını açanların söylemlerindeki intikamcı dil hiç dikkatinizi çekmiyor mu? Adalet seviyesi adına ne kaybedilmiş olursa olsun, neredeyse istiklal mahkemeleri hayalleri kuran bu kafayla bulunabilir mi? Bu kafadan yargı bağımsızlığına dair en ufak bir umut sadır olur mu?

HABERE YORUM KAT