Yemen'deki Savaşın Vekâlet ve Asalet Boyutu
Yemen'deki Husi darbesinin Suudi Arabistan'ı iyice kuşatan bir İran planı olduğu aşikâr hale gelinceye kadar hem bölge ülkelerinin hem de küresel hegemonyanın keyfine diyecek yoktu. Tunus'ta başlayan intifada süreci Mısır, Libya ve daha kanlı bir yıkımla Suriye'de boğulmak istenirken İran ve Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgenin despotik iktidarları bütün imkanlarıyla seferber olmuştu. İslami hareketlerin hassaten İhvanı Müslimin'in "öncelikli tehdit" konseptine yerleştirilmesi, darbe ve işgallerle tasfiye edilmesi noktasında geniş fakat alabildiğine yüzeysel ve kırılgan bir konsensüs sağlanmıştı.
Şii ve Fars karakterin imparatorluk heveslerini Şah'a kaldırdığı İran, Umman denizinden Akdeniz'e kadar geniş bir alanda hegemonyasını ilan etmek üzere öylesine kirli ve kanlı yöntemleri icra eder olmuştu ki "tutabilene aşk olsun" havasına çoktan girmişti bile. Rusya'dan AB ve ABD'nin de İran'ın Suriye ve Irak kadar Yemen'e ilişkin stratejik plan ve icraatlarını gayet anlayışla karşılamış olması ayrıca cesaret ve cüret artırıcı faktörler olmuştu. Zaten Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır'ın ne Suriye'deki ne de Irak'taki İran işgali e katliamlarına ilişkin eleştirel bir duruşu vardı. Ama Yemen'de Husiler ortak paydası üzerinden icra edilmek istenen tuzak, sahiplerini kuşatmaya başlayınca hızlı ve kapsamlı bir savaşın parladığını görmek hiç de sürpriz olmadı.
Nüfuz Savaşına Mezhep Maskesi
İran Meclisi'nde Rehber Hamaney'e yakın isimlerden biri olan Ali Zakani'nin Beyrut, Şam ve Bağdat'ı kast ederek "Üç Arap başkenti bugün İran'ın elindedir. Sana'da dördüncüsü oldu" beyanatını verdiği günlerde neler oluyordu? İran onlarca yıl aradan ve her türlü askeri-istihbari ve lojistik desteğiyle sahaya sürdüğü Şii Husi milisler eliyle ülkenin dört bir tarafını işgale girişen darbe süreci sonrasında Tahran-Sana arasındaki uçak seferlerini başlattığı günlerde söyleniyordu bu sözler.
Denizden ve havadan Tahran-Sana arasında askeri-stratejik köprülerin kurulduğu vasatta İran, Suriye ve Irak'ın ardından Yemen'deki hegemonyasını kolayca ilan etmenin rüyasını çoktan görmeye başlamıştı bile. Yoksa İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi'nin "Irak şu an bizim sadece bir medeniyet havzamız değil; kimliğimiz, kültürümüz, merkezimiz ve payitahtımızdır" sözlerinin boşboğazlıktan kaynaklandığı mı düşünülüyor? Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani'ye bağlı on binlerce İran askeri ve Şii milisin Suriye ve Irak'a 'kutsal türbeleri' ziyaret etmek maksadıyla ziyarette bulunan ne türden 'hacı adayları' olduğunu resmi ve stratejik planlar dahilinde itiraf ve izah eden beyanatlar bunlar. Kimlik ve başkent vurguları esas itibariyle işgale girişilen bölgelere dair geçmişten geleceğe uzanan askeri ve siyasi meşruiyetin temellerine işaret etmektedir.
Peki, Suudi Arabistan'ı 10 Arap ülkesiyle birlikte oluşturduğu askeri koalisyonla Yemen'e müdahalede bulunmaya iten başlıca sebepler neydi ve bu müdahalenin akıbeti ne olur? Suudi Arabistan geniş bir toplumsal desteğe sahip İhvan-ı Müslimin hareketini kanlı yöntemlerle tasfiye etme harekatı için hem Mısır'daki Sisi cuntasına hem de Yemen'deki Husi çetelerine finans, silah ve diplomatik destek çıkmış bir ülke. Çokça dedikodusu yapıldığı üzere Suriye ve Irak'ta despotizme karşı İslami hareketleri destekleme pozisyonunda olmamıştır. Aksine zamana yayılmış kanlı ve yıkıcı bir boğma harekatının önünü açarak Suriye ve Irak'tan kendi topraklarına sirayet edecek bir İslamcı tehdidin önünü almıştır kendince.
İran destekli Şii Husiler ve Ali Abdullah Salih ittifakının Suudi Arabistan'ı güneyden kuşatmaya dönüşmesi Kral Abdullah'ın vefat ve Kral Selman'ın iktidar koltuğuna oturma süreciyle birlikte yeni ve ölümcül bir krizi işaretliyordu. Umman körfezinden sonra Kızıl Deniz ve Aden Körfezinden çıkış yollarını kapatacak hamlelerle karşı karşıya kalmış olması Suud yönetimini Yemen'e askeri bir müdahaleye mecbur kılmıştır. İran'ın bölgede giderek artan askeri-siyasi hegemonyasına karşı güçlü ve kapsamlı bir hamle yapmaktan başkaca çaresi kalmamıştır.
Yalla İrhal ya İran!
Suudi Arabistan'ın sadece Yemen'le ilgili değil başta Suriye ve Irak olmak üzere bölge siyasetinde ciddi plan değişikliklerine gideceğini öngörmek hiç de zor değil. İran'ın, Suriye ve Irak'tan sonra zafer sarhoşluğuyla tırmandırdığı işgal ve katliam stratejileri Yemen'le birlikte Suudi Arabistan ve bölge ülkelerinde köklü bir beka kaygısını tetiklemiştir. İran-Şiilik tehdidinden kaynaklanan beka kaygısı "kemiğe dayanmış" ve nihayet geleneksel müttefik ABD'yi de içine alacak bir öfke seline dönüşmüştür.
İran'ın Şiiliği ve Suudi Arabistan'ın Sünniliği bölgesel nüfuz mücadelesinden hem bir gerilim hem de ittifak zemini olarak sonuna kadar kullandığı net olarak biliniyor. Bölgedeki despotik denklem ve sömürü çarkı da zaten bu kronik gerilim ve ittifak zemini üzerinde perçinleniyor. Lakin Suudi Arabistan'ın yeni süreçte Yemen'le birlikte Suriye ve Irak'a ilişkin yeni bir pozisyon alması, İhvan-ı Müslimin'le ilişkileri yeniden tanzim etmesi, Mısır'daki Sisi cuntasına verilen desteğin nitelik ve niceliğinde tenkisatlar yapması, Türkiye'nin bölge politikalarıyla paralel bir seyir izlemesi, ABD'nin İran'la işbirliğine yönelik hamlelerine karşı bölgedeki asli dinamiklere yaslanma yolunu tercih etmesi beklenebilir.
Yemen'deki Husi yayılmacılığına yönelik askeri müdahalede Türkiye'nin İran'a karşı aldığı açık pozisyon henüz bölgede kurulan oyunun bitmediğini, zaferlerini erkenden ilan edenlerin tersine yeni dinamiklerin zuhurunu mecbur kıldığını göstermektedir. Fars Haber Ajansı menşeili haberlerde İran destekli Husi komutanların Bab el Mendeb körfezini füzelerle vurarak kapatma tehditlerinin Suudi Arabistan içlerine kadar yayılacak işgal tehditlerine karıştığı günlerden geçiyoruz. İşte tam bu günlerde Türkiye Dışişleri Bakanlığı koalisyonu destekleyen açıklamalar yaptı. Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın darbeci Husileri atlayıp asıl sahipleri olan İran'a yönelik sözleri son derece kritiktir: "İran'ın Yemen'den, Suriye'den, Irak'tan gücü, kuvveti ne varsa çekmesi lazım."
"Tahammül sınırları zorlanmaya başlamıştır" cümlesi salt Yemen'i değil Suriye ve Irak'ı da içine alan ciddi ve fiili tedbirleri ihtiva eden bir ihtar değilse eğer İran adına nüfuz casusluğu yapmakla görevli uzman gazeteciler "vekâlet savaşı" masallarını okumaya devam edebilirler.
YAZIYA YORUM KAT