Yazılamayan Anılara Güvenebilir miyiz?
Bahsedeceğim hatıra kitapları Nevzat Yalçıntaş’a ait. Yalçıntaş’ın ilk hatıra kitabı 2012’de İşaret Yayınlarınca neşredilmişti. Bu hatıralar “majördü” ama tam manasıyla renksizdi. Zira bu kitap daha az resmi, daha özgür, daha konsantre bir şekilde çıkabil
Asım Öz / Dünya Bülteni
Geçmişi anlatma, geçmişle hesaplaşma iddiasında olan hatıra kitapları çeşitli tartışmaları doğurur. Hatıraların, kişilerin kendilerini anlatma biçimlerinden dönemsel tavırlarına kadar bir dizi etkiye açık olması, tarih nazarında temel kaynak sayılmamasını beraberinde getirir. Buna rağmen, hatıralara güven duymak isteriz, en azından kişinin hatırlama hakkını merkeze alarak yaşananları yeniden inşa etme sürecindeki sadakati dikkate alırız. Üstelik bu durum sadece sıradan okurlar için değil, akademik tarihçiler açısından da böyledir. Son yıllarda hatıralar özellikle yakın tarihe dair çalışmalarda meşru hatta kimi zaman belirleyici kaynaklar olarak addediliyor. Zira kurmaca değil, gerçek bir insan hakkında ne bilebiliriz, denildiğinde özel hayatı konu edinen türler arasında akla ilk gelen hatıralar olur.
Ancak geçmişi “anlatması” konusunda hüsnü zan beslediğimiz insanların önce kütük gibi aradan birkaç yıl geçince de daha ufak iki hatıra kitabıyla karşımıza çıkmalarının yayın endüstrisinin iştahıyla açıklanamayacak boyutları olduğu da unutulmamalı. En azından hatıra kitaplarının üzerinde “sinsi bir bulut” gibi dolaşan şahsi sorunlar ekseninde, uzak ve yakın geçmişi yeniden ve yeniden inşa etmenin psikolojik, entelektüel ve ahlaki sorunlarına temas etmek için ufak da olsa bir sorgulamanın mutlaka yapılması gerekir.
KENDİNİ ARKEOLOJİ NESNESİ YAPMAK
Şüphesiz, 2000’li yıllarda kamusal ya da özel kararlar hayatın tüm alanlarını etkileyecek şekilde farklı etkiler meydana getirdi. Kolay kolay baş edilemeyecek pek çok şeyi içeren bu tesirler yanında hatıra kitaplarında da ciddi bir artış oldu. Geçmişi sadece iradeyle hatırlamanın mümkün olmadığını eski/yeni AKP’li siyasilerin, özellikle de kendi kendilerini arkeoloji nesnesi yapmayı tercihini önceleyenlerin kaleminden çıkan hatıra kitaplarını analiz ederek anlamayı gündeme alabiliriz. Zira inşa edilen geçmiş, basit manada bir geçmiş değil, aynı zamanda ve daha çok bugünün baş göstermesiyle birebir ilişkili olan karmaşık anların yakalanmasıdır. Bu sebeple insanları, ‘otantik bir tarzda’ hatıra yazmaya icbar eden durumların kaybından kaygılanmamak mümkün değildir. An karşısında geçmişin egemenliğine başvuran klişeleşmiş söylemler aynı zamanda bugünün “feshedilişinin” de zemini için kutsanır. Esasında anı şeklinde karşımıza çıkarılan bu metinler, var olan siyasal kavgaların “simgesel” pazarına etkin bir katkı da sunma işlevi üstlenmektedir. Dolayısıyla salt bir hafıza anlatısından bahsedemeyiz; kamusal iletişim alanından, siyasetten hatta bazı durumlarda sermaye gruplarının da çekincesiz dâhil olduğu karşı-siyaset arayışlarına verilen destekten söz etmek komploculuk olmasa gerek.
Bahsedeceğim hatıra kitapları “hocaların hocası” klişesiyle de anılan Nevzat Yalçıntaş’a ait. Yalçıntaş’ın ilk hatıra kitabı 2012’de İşaret Yayınlarınca neşredilmişti. Şüphesiz bu hatıralar yakın ilişki içerisinde olduğu milliyetçi, mukaddesatçı ve muhafazakâr çevrelerin serüveni hakkında bilgi edinmek isteyenler için önemli başvuru kaynaklarından biridir. Yalçıntaş, bu kitabında şahit olduğu olayları, geleceği şekillendirecek makam ve imkânlara kavuşacak kişilere rehber olarak sunduğunu ifade etmişti. Bu hatıralar “majördü” ama tam manasıyla renksizdi. Zira bu kitap daha az resmi, daha özgür, daha konsantre bir şekilde okur karşısına çıkabilirdi. Fakat son kısmında karşımıza çıkan şu tarz ifadeler de yok değildi: “Siyaset, ülkeye, millete hizmet etme sanatıdır. Bu sanat her kademesinde samimiyet gerektirir. Tertemiz duygular ve etkili gayretlerle yürütülen siyasi faaliyetler kutsi bir mahiyet kazanır, insan ruhunu yükseltir. Kısır çekişmeler, inatlaşmalar, makam ihtirası, ağır ve hırçın üslup ise ruhları küçültür ve karartır. Bu menfi davranışlardan ülke de millet de zarar görür.”
Diğeri ise Mehmet Cemal Çiftçigüzeli’nce hazırlanmış ve Demokrasimizin Perde Arkası Nevzat Yalçıntaş’ın Yürüyüş Yolu Yazılmayan Anılar adıyla Doğan Kitapçılık’tan bu yılın Eylül ayında çıkmış. Adının uzunluğundan da anlaşılacağı üzere kitabın karışık bir hikâyesi var. Neden böyle bir yol izlenmiş anlamak mümkün değil. Boşuna dememiş Valery, “biçim pahalıya mal olur” diye.
Şimdi bu kitaplara ufak bir giriş olması açısından önce ilkinin okurlara takdim tarzına bakalım. Adım adım kitapları konumlamak için gerekli bu:
“Nevzat Yalçıntaş, toplum tarafından salt parlak akademik kariyeri ve yüksek bürokrasideki başarılı görevleri ile değil, Türkiye'nin maddi ve manevi sorunlarıyla ilgilenmesi ve aydın sorumluluğuyla hareket edip çözüm önerileri sunmasıyla da iyi tanınan bir ilim ve siyaset adamımızdır. O hem Anadolu coğrafyasının bin yıllık geçmişine mühür vuran İslam kültür ve medeniyetinin gerçek anlamda bir temsilcisi ve yaşayan numunesi; hem de 1940'lı yıllardan itibaren Türk siyasi hayatının merkezindeki olaylar zincirinin önemli ayrıntılarına tanık olmuş gerçek bir Anadolu çocuğudur.
Nevzat Hocamız, uzunca bir yaşam kesitinin istiap ettiği daha birçok hatıra, gezi, gözlem ve değerlendirmesini hatıratına kaydederek okuyucuya gönlünü açıyor, dolayısıyla engin bir inceleme tutkusu ve derin bir İslamî duyarlılıkla oluşturduğu tecrübe birikimini gelecek nesillerin tetkik ve değerlendirmesine sunuyor.
Yakın tarihimize ışık tutacak anekdotlarıyla (…) Nevzat Yalçıntaş Hocamızın kıymetli hatıratını Türk okuyucusuna sunmaktan büyük onur ve mutluluk duyuyoruz. Bu değerli eserin Türk kültür hayatına, siyasî ahlaka ve aydınımızın ülke sorunlarını tespit, tadil ve tamir çalışmalarına olumlu katkılar sağlayacağına inanıyoruz.”
Bu kitabı okuyup, onun üzerinden iz sürmüş, pek az okurun fark ettiği/hatırladığı bir iki ufak değini dışında herhangi bir yazının kaleme alınmadığını hatırlayarak yürek sızlatan hafızasızlığa ağıt yakılabilir. Ne demeye gelir bu? Son yıllarda yayımlanan kalın hatıra kitaplarının henüz okurlarını bulamadığı anlamına gelir her şeyden evvel. Fark edenler fark etmiştir diyerek diğer kitaba geçelim.
Yeni yayımlanan anıların ilk kısımlarını okurken, Paul Ricoeur’ün Zaman ve Anlatı çalışmasında tarih ve söylem odağında sorduğu şu soruları hatırlamadan edemedim: Hangi şimdiki zamanda anlatılır? Hangi şimdiki zamanda hatırlanır ve yeniden kazanılan hangi geçmiştir? Sözün özü bu hatıra kitabına bir konum verebilmek için ne zaman yayımlandığını mutlaka dikkate almamız gerekir kanaatindeyim. Ağır ağır kurulmadığı belli olan anıların hemen başında “ikna retoriği” çerçevesinde Mehmet Cemal Çiftçigüzeli tarafından yazılanları okuyalım:
“İşaret Yayınları’nca Türkiye’yi Yükselten Yıllar adlı hatıra kitabı yayımlandığında baktım ki birlikte yaşadığımız olayların çoğu yok. Önce konjonktürle alakalı olacağı şeklinde yorumladım. Sonra baktım ki çoğu gelişme bir dönemin aynı zamanda bilgisi ve belgesiydi. (…) Nevzat Yalçıntaş’ın, bir kısmını çok yakından bildiğim olaylar, önemli bir bölümü benim de yaşadığım vakıalar konusunda rızasını alarak günlüklerimi ve notlarımı bir araya getirdim ve böyle bir çalışma ortaya çıktı. Bütün anlattıklarım (…) Nevzat Yalçıntaş’ın Yürüyüş yolu idi. Bu yol Ankara’dan başladığı gibi yurtiçinde ve yurtdışında istikrarla devam etti.
(..) Nevzat Yalçıntaş’ın Türkiye’yi Yükselten Yıllar’daki hatıralarında yazmadığı veya yazamadığı olayların dışındaki bu anılarının ve tespitlerinin yer aldığı Nevzat Yalçıntaş’ın Yürüyüş Yolu adlı bu çalışmama katkı veren Doğan Kitap Yayın Direktörü Deniz Yüce Başarır’a(…) teşekkür ederim.”
GEÇ KALINMIŞ “MAJÖR FİGÜR” İCADI
Bence anıları kaleme alan Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, olup biteni gerçekten anlamaya/anlatmaya çalışmıyor. Gerçekten olup biteni anlamaya çalışsaydı daha farklı bir kitapla karşımıza çıkardı. Buna karşın ufaraktan da olsa, bir şeyler yapılmalı. Kitabı hazırlayan kişi, yüksel tahsilini yaparken MTTB Sosyal İlimler Enstitüsü’nde yakından tanıma fırsatı bulduğu Nevzat Yalçıntaş’la 1970’li yıllardan beri ilişki içinde. Devrinin etkili dergilerinden Sebil’de Yalçıntaş’la röportaj yapmış vaktiyle. Ne var ki, yazar “majör figür” icadı için haddinden fazla duygusal enerji sarfiyatında bulunmuş. Belki kitapta yazılanlar içinde öyle bir ya da birkaç cümle vardır ki, onları aradan çekip çıkardığımızda muhakkak kitabın iskeleti dağılacaktır. Bu konulara pek girmeden birkaç önemli hususa dikkat çekelim. 1990’ların sonunda siyasi partilerin, Amerika karşıtı bir seçim propagandası yürütmeyeceklerine dair Amerikalı diplomatlara verdikleri güvenceler önemli. Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı seçildiği süreçte Nevzat Yalçıntaş cumhurbaşkanlığına aday olmuştu. Fakat Fazilet Partililer genel olarak onu desteklemez. Hatta lehinde bile değillerdir. Kamu görevlisi olmasına ve istifa etmesi gerekmesine rağmen Ahmet Necdet Sezer’i destekliyordur. Konu hakkında Yalçıntaş’a gerekli açıklamayı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek yapar ve şunları söyler:
“ Hocam, bu işleri siz kimin organize ettiğini biliyor musunuz?
Hayır bilmiyorum.
Öyle bir arkadaşımız ki önce İstanbul, sonra bütün Türkiye teşkilatımız örtülü olarak onun emrinde. Bir dediği iki olmaz. Tam bir otorite. Her zaman her yerde işi götüren bir arkadaşımız bu. Şu an partimizi de o idare ediyor, yönetiyor. Üstelik en önde olan bir arkadaşımız bu isim. Sanırım şimdi hatırladınız?
Peki, teşekkür ederim Melih Bey, gereğini yapacağım inşallah.(…)
Melih Gökçek, Recep Tayyip Erdoğan’ı tarif etmişti.”
Ardından Recep Tayyip Erdoğan’la yapılan telefon görüşmesi meselenin anlaşılmasını sağladığı kadar bu anıların neden önceki kitapta yer almadığını da izah etmektedir. Anıların satır aralarında ve görsellerinde yer alan buna benzer konular meselelerin ta eskiden beri hiç kapanmadığının işareti aslında.
Gene de bütün bütüne “sıfırlamak” istemem bu hatıraları. Dikkatimi çeken Süleyman Demirel’le ilgili hep olumlu mesajlar verme sebebi başta olmak üzere son derece yararlı bölümleri var. Olduğu gibi alınan söyleşi ve yazılar farklı yorumlara kapı açacak netlikte. Takvimle ya da saatin kadranıyla sınırı olmayan bugünlerde sıkça konuşulan meselelere dair ayrı bir boyut getirecek anlatımlara özellikle bakmak gerekir. Mesela kültür açısından bakıldığında Yücel Çakmaklı’nın Birleşen Yollarfilminin oluşumu, sermaye desteği ile 1970’li yıllarda İsmail Cem dönemindeki TRT’de Maocu sosyalistlerin daha etkili olmaları “kültürel savaşlar” açısından ele alınmaya müsait. Solun bir kısmının herhangi bir yerle ilişiği kesildikten sonra, hemen karşı saldırı için yayın yapma tavrını sergilemesindeki süreklilikler açısından da gerekli bu. Anlatılanlardan hareketle şöyle bir tez de hazırlatılabilir: “İsmail Cem’in genel müdür olduğu dönemin TRT’sinde dini programlar.”
Tabii TRT özelinde “tarafsızlık” vurgusunun yapıldığı bağlamı hatırlarsak, siyasi haberler, protokol haberciliği, anayasa, kanun, tüzük ve teamül hatırlatmasını da bu anıların genel söylemi dışında ele almak hayli güç olacaktır.
Kendince “yargılayan” ve “mahkûm eden” eleştirel boyutlarına bakarak bu anıları ‘normal’ kabul edenler de olacaktır muhakkak. Gelgelelim, birinci tekil şahıs tanıklık ve anlatılarda ısrarla hatta inatla dönemsel açıdan önemli bir çakışmayla siyasi bir bilge tipinin kurgulanmasını pek sahici bulamadığımı ifade etmeliyim. Sevgi ve şefkat yumağı olarak kodlanan inşa edilen figür, basından siyasete, diplomasiden bürokrasiye, Avrupa’dan İslâm dünyasına kadar yapıp ettikleriyle öne çıkartılarak bir bakıma hem “gerçek” siyasi lider hem de istişare edilip danışılacak bir ağabey olarak sunuluyor bu anılarda. Öyle ki, 1980’li yıllarda Aliya İzzetbegoviç’in cezasının azaltılmasından Mavi Marmara sonrasında İsrail’in özür dilemesine uzanan onca önemli olayın perde arkasında hep Yalçıntaş vardır anılarda anlatılanlara bakılırsa. Dikkat sayacını işe koşup örnekleri arttırarak anılarda kurgulanan siyasi profili daha da belirgin kılmak çok güç değil. Elbette AKP’nin değişimi/dönüşümü çerçevesinde söyledikleri, Ekmeleddin İhsanoğlu yanında Koçlarla dostluğu ve “yarınki Türkiye” vurgusu da hatırlanmalı.
Ne kadarı doğru bilemiyorum ama Yalçıntaş’ın sağ sol gerginliğinin zirve yaptığı yıllarda TRT genel müdürü olarak sergilediği müsamahalı performansın şimdi hatırlanıyor olması geçmişin şimdiyle ilişkisini düşündürttü bana. Zannımca, sorunların üstesinden tereyağından kıl çeker gibi gelme yaklaşımı 2011 sonrasındaki gelişmeler için pek söz konusu olmamış. Anıların ilgili bölümlerinde epey malzeme var bu çerçevede. Mesela İstanbul Ticaret Üniversitesi’nden ayrılan kişinin adı bile anılmaya tenezzül edilmemiş. Bu tarz yaklaşımlar bir yönetim biçimi olan laikliğin yaşayış biçimi haline gelmesi çerçevesinde anılmış. Nevzat Yalçıntaş’ın görüşü alınmadan verilen bir karar neticesinde serdedildiğini hatırlatalım bu ağır yargıların. (Kitabın “meraklı” editörlerinden birinin, burada bahsedilen/kastedilen kişinin Ahmet Davutoğlu olduğunu sanarak sosyal medyada atıp tutmaktan geri kalmadığını da bir ara not olarak kaydedelim.) Kitabın yayımlanmasından evvelki tasarım evresini de düşünürsek daha net, daha kesin sonuçlara yol alabiliriz.
İlk önce yayımlanan Türkiye’yi Yükselten Yıllar adını taşıyan kitabın genel hatlarında öznellik ya yok ya da yok’a yakındı. Mistifikasyon ögeleri her ikisinde de oldukça sağlam denebilir. Perspektif değişikliğinin bariz olduğu anıların her ikisinin karşılaştırmalı olarak okunması ve kritik edilmesi ise başka bir çalışmayı gerektirecek kadar bereketli. Her iki kitap bir ya da birkaç tema etrafında konuşturulabilir. Geçiştikleri, baştan sona kaynaşabildikleri durumlar, örnekler yanında çatıştıkları ayrıldıkları noktaları da bulabiliriz böylece yahut bulduk sanabiliriz. Bazen birkaç fotoğrafa bakmak önemli yan açılımlar getirebilir: Şimdilik sadece son kitapta kullanılan Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan fotoğrafları arasındaki “makam farkına” değinmek yeterli olur kanaatindeyim. Gelecekte bu zaviyeden bir aktivitenin doğup doğmayacağını şimdiden kestiremeyiz, zira böylesi bir çıkarım kâhinliğe yorulabilir. Geriye şu soru kalıyor: Bugün ne oluyor, ne olsa daha iyi olurdu, hemen yarın ne olabilir? Başka, bambaşka eleştiriler de gerçekleşebilir elbette, gerçekleşmeli; hatta bir “meta-psikanaliz” denemesinden de kaçınılmamalı.
Neresinden bakılırsa bakılsın, bu iki kitap, genelde hatıralarını yayımlayacak olanlara özelde ise siyasilere ihtiyatlı olmayı öğretecek derslerle dolu.
Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Demokrasimizin Perde Arkası Nevzat Yalçıntaş’ın Yürüyüş Yolu Yazılmayan Anılar, Doğan Kitapçılık, 2014.
HABERE YORUM KAT