Yazarların Makaleleri TSK’dan Hazır Gelmiş!
Ergenekon mahkemesi tarafından Genelkurmay'dan alınan harddiskte, bazı yazarların köşelerinde yayınlamaları için hazırlanmış makaleler bulundu.
HAKSÖZ-HABER
Ergenekon yargılamasını yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 'internet andıcı' ile ilgili talebi üzerine Genelkurmay Başkanlığı'ndan gönderilen hard disklerin incelemesi tamamlandı.
Mahkemeye sunulan rapora göre, hard disklerde, AK Parti'ye kapatma davası ve 11. Cumhurbaşkanlığı seçimleri süreci başta olmak üzere önemli bilgiler bulunuyor.
Zaman'daki habere göre raporda, öncelikli olarak bazı üst düzey gazeteciler ile askerler arasında sıkı bir ilişkinin olduğu belirtiliyor. Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi tarafından hazırlanan makalelerin de bu isimler üzerinden kamuoyuna ulaştırıldığının altı çiziliyor. TSK tarafından gönderilen metinlerin, bazı köşe yazılarından bire bir çıktığı savunuluyor.
Yalçın Bayer’in Yazısı
Raporda da bu durumla ilgili 13 Aralık 2007'de Hürriyet’te yayınlanan 'Kuvvetler ayrılığı gitti, tarih oldu' başlıklı Yalçın Bayer’in yazısı örnek gösteriliyor.
Raporda şöyle deniliyor: "Türban Envanterleri ve Düşündürdükleri' başlıklı yazının 05 Aralık 2007 tarihinde (harddisklere) son kez kaydedildiği, yapılan incelemede, söz konusu yazının 'Kuvvetler ayrılığı gitti tarih oldu' başlığı ile yayınlandığı ve altında 'bu yazı hukukçu bir öğretim üyesi tarafından gönderilmiştir' şeklinde bir notun düşüldüğü ve başlığının da değiştirilmiş olduğu görülmüştür."
GİZLİ BELGELER İÇİN CEVAP BEKLENİYOR
Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen hard diskler içerisinde gizli belge veya devlet sırrı niteliğinde şifreli belgeler olduğu da kaydediliyor. Bundan dolayı özel bir ekip tarafından incelenen dosyaların dışarı sızmaması içinde gerekli bazı önlemlerde alındığı dile getiriliyor.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise 10 Aralık 2012 tarihinde Genelkurmay'a bir yazı daha yazarak şifrelerin de temin edilmesi talebinde bulundu. Genelkurmay'dan cevap bekleniyor.
***
YALÇIN BAYER'İN SÖZ KONUSU YAZISI:
’Kuvvetler ayrılığı’ gitti, tarih oldu
Yalçın Bayer / Hürriyet / 13.12.2007
"HERKES devlet alanları dışında inancını istediği gibi uygular. Ama bu, mahalle veya artık açıkça siyaset yoluyla baskıya, baskıyla yayılmaya dönüşüyorsa tehlike çanları çalıyor demektir.
Türkiye’yi İslami bir baskı rejimine dönmekten, mezhep çatışmaları yaşayan ülkelere benzemekten koruyan laikliğin adım adım yok edilmesine karşı çıkmak, dindar olmak veya olmamaktan çok ayrı bir konu; "Hem laik, hem Müslüman olunmaz" ifadesi de bir dayatmadır sonuçta. Biri toplumsal alanda, diğeri bireysel alanda geçerli olan iki olguyu birbirine karıştırmak, ’elma’yla ’armut’u toplamaya çalışmak gibi bir mantık hatası oluşturuyor.
2007 Türkiye’sinde Malezya, Fas, Cezayir, İran, Pakistan, Afganistan, Endonezyabenzeri ülkelerdeki gibi "Müslümanlığı en hoşgörülü din olmaktan çıkarıp, din polisleriyle baskı uygulanan" bir dine, rejimi de "dini baskı rejimine" çevirmeye yönelik tutum ve uygulamaların meyvelerini verdiği görülüyor.
Müslüman vatandaşlara pozitif ayrımcılıktan, özel haklardan (AKP Milletvekili Hüsrev Kutlu’nun "İş isteyen müteahhit nasıl olmalı" tarifi benzeri) başlayarak Müslüman bankalara para yatırma zorunluluğuna, şeriata uygun yaşam ve giyim zorunluluğuna kadar her geçen gün çoğalan bir göstergeler topluluğu ile karşı karşıya kalıyoruz.
Ülkemizde son dört yıldır hızlı bir toplumsal dönüşüm yaşanmakta. ’Yeşil kuşak’ projeleri ile AKP iktidarı, tarikatçı ve muhafazakár toplum gruplarına hizmet ederken, Anadolu’da birçok kentte tarikat gruplarının elinde şekillenen gettolar oluştu. Kültür merkezi, sineması, cafesi, tiyatrosu olmayan tarikat gettoları bütün Anadolu’yu sarmış durumda.
Diğer taraftan üst mercilerde de benzer dönüşümlerin tohumları atılıyor. Medyaya ekonomi aracılığıyla tahakküm kurulması... YÖKBaşkanlığı’na yapılan ’yandaş’ atamadan başka yargıç atamaları ile ’yasama’dan sonra ’yargı’nın da ’yürütmenin’ tahakkümüne girmesiyle "kuvvetler ayrılığı ilkesinin’ tarih olması gibi olgular...
ATATÜRK’Ü GERİCİ SAYANLAR
Kütahya Milletvekili Hüseyin Tuğcu devlet ihaleleri için şart koydu. "Devletten iş alacak kişinin eşi örtünür..." Bunu söyleyen milletvekilimiz üstelik ilahiyat kökenli yardımcı doçent olmuş bir sosyolog; yani bilim adamı... Atatürkçülüğün gericiliğe tekabül ettiğini ileri süren profesörlerimiz de var. Mahallelerden üniversitelere, bürokrasiye ve hayatın her alanına nüfuz eden sistematik bir dönüşüm içerisindeyiz.
AKP yönetiminde geçen son dört yılda toplumda başını örtenlerin oranı kendi içinde %10 dolayında artarken, örtenler içinde türban kullananların oranında 4.7 katlık artışla bir patlama gerçekleşmiş. Türban kullananlardaki artış en yüksek oranda gençler ve kentliler.
TÜRBANA TEŞVİK
Türbanlıların oranı %11 iken, Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil AKP’li milletvekillerinin eşleri arasında bunun %66’yı bulması da dikkate değer bir husus. Tavandan tabana doğru hızla nüfuz eden bir giyim kuşam algısının oluşturduğu inkar edilemez. Sanat camiasına bile sirayet eden türbanın, popüler kültürün kendine has özelliğiyle toplumun her katmanına hızla yayılan bir moda haline dönüşmesi kaçınılmaz. Bu verilerden hareketle, türbanın toplumda "yükselen değerler"den biri haline geldiği, türbanlı kadınlardan yararlanılarak tüm kadınların türbana teşvik ve motive edildiği bu sürecin sonunda ülkemizde baş örtme eğiliminin gelecek on yıllarda bir hayli artacağı öngörüsünde bulunmak pek zor olmasa gerek.
SORULACAK SORULAR
Zaten böyle bir tablo mevcutken bir de türbanın serbest bırakılmasına yönelik girişimler başarıya ulaştığında neler görür, neler yaşarız düşünmek bile ürkütücü. Bu noktada "özgürlük ve demokrasi" adına kamusal alanda türbanın serbestliğini savunan insanlarımıza sorulacak pek çok sorumuz var:
Örtünmeye zorlanan bir çocuk için türbanı savunmak, onun özgürlüğünü savunmak anlamına gelir mi?
Memurların türban takması; siyasi, dini, etnik aidiyetlerini belli etmeme ilkesine ters düşmez mi?
Diğer yandan, kamu hizmeti alanları türban takıp takmamalarına göre ayırmak objektif bir kriter sayılabilir mi?
Türbana karşı ’dayatmacı’ tutumdan yakınan İslami kesime mensup başkanların yönetimindeki belediyelere bağlı halka açık yerlerde alkollü içecek satışına yasak getirilmesi de ’dayatmacı’ bir tutum değil mi?
Laik rejime sahip bir ülkede bırakın Müslümanları hiçbir vatandaşın inancına göre bir ayrıma tabi tutulmaması gerekir. "Devletten ihale alacak kişinin eşinin örtünmesi gerekir" ise bu durumda hangi değerlere yaklaşmış durumdayız, hangi temel değerlerimize uzaklaşmış durumdayız, artık bunu sizin takdirinize bırakıyorum."
(Bu yazı hukukçu bir öğretim üyesi tarafından gönderilmiştir.)
HABERE YORUM KAT