Yasin'e övgü
“Aklı duyguların peşine takmadan” (6 Ekim) başlıklı yazısını okuyunca telefon açıp Yasin Aktay'ı kutlamak istedim. Ama sonra elimi telefondan çekip bu kutlamayı bu sütunlarda aleni olarak yapmaya karar verdim.
Aktay, peş peşe gelen karakol saldırıları ve verilen kayıplar karşısında gösterilen tepkiyi değerlendiriyordu. Haklı olarak bu acı olaylar karşısında milletçe “şehitler ölmez vatan bölünmez” şeklinde ortaya konan refleksin olup bitenleri anlaşılır kılan bir tepki olmadığını belirtiyordu.
“Nedense karakollara saldıran örgütün hedefi sadece orada TSK'ya zayiat vererek gücünü ispatlamaktan ibaret olmadığı anlaşılamıyor. Örgütün TSK ile veya Türk devleti ile boy ölçüşmek için bu eylemleri yaptığı veya bu eylemlerle tek derdinin basitçe askerleri öldürmek olduğu düşünülüyor. O yüzden PKK'nın toprağa düşürdüğü her cenazeye koşarken 'Şehitler ölmez, vatan bölünmez' sloganları eşliğinde gösterilen 'refleks' ile örgüte hak ettiği cevabın verilmiş olduğu zannediliyor.”
Aktay'ın bu tespitten sonra “Oysa hâlâ anlamıyoruz” diye başlayarak meseleyi daha anlaşılır kılmaya çalıştığı satırları ise şöyle:
“Bu tarz eylemlerin vatanı bölme davası güden bir örgütün stratejisiyle hiç alakası yok. Buna rağmen bu eylemlerin sonucunda Türk halkının ve siyasetinin 'vatan bölünmez' sloganının içine hapsolması bu örgütün veya onu yönlendirenlerin daha gerçek, daha 'öngörülebilir' bir hedefi olabilir.”
Bu durumda yapılacak ilk iş PKK saldırıların arkasında yatan asıl nedenin teşhisidir. Şöyle yani: “Türk halkının ve siyasetinin 'vatan bölünmez' sloganının içine hapsolması..”
Çok yerinde, “realite”'ye sırtını dönmeyen satırlar bunlar... Hayatta hangi sorunla karşılaşırsak karşılaşalım, bu durumlarda bizi çaresiz bırakan asıl neden her zaman önümüzdeki gerçekliği bir takım yanılsamaların esiri kılmak değil midir zaten?
Otuz yıldır tekrarlanan saldırılar ve bunlar karşısında gösterilen klişe tepkiler sonucunda “vatan, toprak bazında tabii ki bölünmedi, ama insan unsurları her geçen gün biraz daha birbirlerine uzaklaşmaya başladı” dememiz gerekmiyor mu?
Demek ki ülkenin PKK sorunu, tepkileri uzun yıllardır esir alan alışılmış slogan ve açıklamalarla anlaşılabilecek-çözülebilecek bir konu olmaktan çok uzaktır.
Demek ki, siyasetçi, devlet adamı ve medyanın otuz yıldır tekrarladığı “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” ve “Mücadelemiz aynı kararlılıkla devam edecektir” türü slogan ve açıklamalar PKK sorununun anlaşılması ve çözümüne ışık tutmaktan çok “bu vatan üzerinde nefret ve karışıklık ortamının hüküm ferma olması”na, bu ülkede “sözün bitmiş” olduğunun ispatına ve ilanına yaramaktadır.
Bu yanlış yolda ısrarın asıl sorumluları tabii ki, bin çeşit nedenden dolayı “siyaset”in ereğini kavrayamamış olan ülkenin siyaset erbabıdır. “Hukuk devleti”nin sadece, vatandaşları yasalara riayet ettiren bir devlet şekli değil, aynı zamanda kendisinin de bireylerin temel hak ve özgürlüklerine riayet eden bir devlet olduğunun ayırdına varmayan bir “siyaset”, bugün toplumun televizyon ekranında açıkça “PKK ile mücadele kapsamında Güneydoğu'da nüfus kontrolü yapılması zorunludur” şeklinde apaçık ırkçı tavsiyelerde bulunan emekli generalleri isyan etmeden dinleyebilen bir izleyiciler topluluğuna dönüşmesinden birinci dereceden sorumludur. “İdare” ya da “bürokrasi”nin sorumluluğunu hatırlatmıyorum, çünkü olması gereken “siyaset”in bu alanları bu derece “serbest” bırakması zaten düşünülemeyeceği için “ilk günah” yine siyasetçi sınıfının omuzlarındadır.
Ve de tabii kendisine “toplumun ruh halini düzenlenmek” gibi bir rol biçmiş olan ülke medyasının büyük sorumsuzluğu.
Geçen akşam -bir kez daha- bir televizyon kanalının ana haberinde haber okuyucu “şehitler”in arkasından nasıl yanıp tutuştuklarını anlatıyordu uzun uzun... Dokunsanız ağlayacak gibiydi.
“Şu büyük yalana ve yalancıya bakın” dedik aramızda.
Demek “şehitler” için çok üzüntü duyuyor, adlarını sıralarken gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz...
Ne demeli bilmem ki... “Yalan” bir ülkeyi-toplumu eline geçirmeye görsün...
“Şehitler”in arkasından yakılan ağıtlara Yasin Aktay da temas etmiş:
“Şehitlere gelince, her biri düştüğü yeri yakıyor. Dürüst olalım, ardından slogan atanların çoğunun kalbinde etkisi iki günden fazla süren bir acıya bile yol açmıyor. Herkesin içini gerçekten acıtsaydı, hele yetkililerin içini yeterince acıtsaydı, bu savaşın durması için çoktan etkili bir yola girilmiş olurdu.”
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT