'Yaşam biçimleri tehlikede' çığırtkanlığı ve Diyarbakır
Dün büyük bir keyifle gazetelerin birinci sayfalarını inceliyorum. 'Çözüm Süreci çöktü' cephesinin ağır bir darbe aldığı tarihi bir gün yaşanmış Diyarbakır'da. Samimi duygularımla en çok gazetemizin 'Diyarbakır Sözleşmesi' manşetini beğeniyorum. Evet, bu yeni bir toplumsal sözleşmenin tarihi bir günü. Bundan daha kısa ve öz anlatılamazdı.
Manşetlere göz gezdirmeye devam ediyorum.
Kimi Ertuğrul Özkök gibi böyle tarihi bir günde gazetecilik yapmak yerine 'huzur' bulmak için kendisini Bhutan'a atmış, kimisi ABD'ye... Özkök, bizim heyecandan iple çektiğimiz, gecesinde ise uyuyamadığımız tarihi bir barış gününde şöyle diyor: 'Ülkemden fena halde sıkılmıştım. Her geçen gün burnunu biraz daha hayatıma sokan ceberut bir devlet beni boğmaya başlamıştı. Onun için 'Barışçıl Ejderha'nın Ülkesi'ne girdim.'
Tabii insanın içinden 'Aman oradan da çıkma' diyesi geliyor ama, küçük, gariban bir ülkeye ağır bir beddua olur bu. Yurtta barış, dünyada barış...
Özkök tabii bir sembol... Turnusol kağıdı gibi, Özkök ve avenesi mutsuz olduğunda, ben anlıyorum ki ülkede iyi bir şeyler oluyor.
Dün benim gibi milyonlarca insan gözleri nemli Diyarbakır'da sergilenen kardeşlik, barış ve demokrasi karelerini seyrederken, Şivan'la birlikte ağlarken, aynı ülkeyi ceberut bir diyar olarak gören Özkök, dünyanın öteki tarafında kaçmak zorunda hissediyor kendisini.
Bu kadar keskin bir algı farklılığı mümkün mü? Değil... Hiçbirimiz aptal değiliz. Ama bir sıkıntı, mutsuzluk olduğu da aşikar. Bunun nedeni de belli.
Erdoğan'a 'Yaşam biçimleri tehdit altında' mottolu bir savaş açıldı. Çünkü yaşam biçimleri denen şey, uzaylılar Türkiye'yi işgal etse yan yana gelemeyecek çok geniş bir kesimi totaliter, üstünlükçü laik bir şemsiye altında birleştirme gücüne sahipti.
Bu savaşın sonunda Erdoğan'ın yenileceği veya hiç olmazsa geri adım atarak postmodern bir 'vesayeti' kabul edeceği öngörüldü. Sorun AK Parti değildi. Yaşam biçimleri tehdit altında filan da değildi. Sorun Erdoğan'sız bir AK Parti, veya ehlileştirilmiş, Çankaya'ya Özal gibi hapsedilecek bir Erdoğan yaratmaktı.
Olmadı... Erdoğan, Barzani'yi, Şivan'ı, İbrahim'i koluna takıp Diyarbakır'a gitti, diğerleri ise Bhutan'a.
Erdoğan öngörülemez ve çok 'yıkıcı' bir lider. 'Öcalan'ı niye asmadınız' derken Öcalan'la süreç başlatan, ülke yanarken, parti şaşkınlık içinde sallanırken, 'çapulcularla' saatlerce baş başa görüşmeler yapan, parti bölünüyor korosuna bakarak değil, Arınç'la birlikte Şivan'ı dinlerken gözleri dolan, Çözüm Süreci çöktü cephesi ile alay edercesine Diyarbakır'da 'Kürdistan' diyebilen, standart sapması yüksek bir siyasetçi.
Peki neden böyle?
Erdoğan bu ülkeyi çok iyi tanıyor çünkü. Bu nedenle, antidemokratik tüm müdahaleler sahneye konduğu anda, muarızları onu birkaç adım önde kendilerini yeni bir stratejiyle karşılarken buluyor.
Çünkü Erdoğan, bu meselenin hata affetmediğini, kendisi ve halkı için bir ölüm-kalım mücadelesi verdiğini iyi biliyor.
Bu nedenle, 23 Nisan 1920 ruhundan bahsediyor, bu yüzden Diyarbakır'ı, İstanbul'u ve ülkenin tüm kentlerini Çözüm Süreci'ni korumaları için yardıma çağırıyor. Üstünlerden söktüğü devlet yönetme iradesini halka teslim etmenin savaşını veriyor.
Çünkü Çözüm Süreci'nin anlamı, sadece Kürt vatandaşlarını ilgilendirmiyor. 11 aydır Çözüm Süreci'ne medyanın bu kadar saldırmasının mantığı, savaşan PKK ve devletin, önünde sonunda vesayeti yeni yüzüyle tesis edecek olmasında yatıyor.
Gençlerimizin ölmüyor olması, bu çevreler için bir teferruat. İktidarın halka geçmemesi için ödenecek 'küçük' bir bedel. Zaten onlar ölmüyordu ki, ölen fakir Türk, Kürt çocuklarıydı.
'Yaşam biçimleri tehlikede' söylemi -affedersiniz- koca bir balon. Tüm samimiyetimle, bu klişeyi tekrarlayan herkese soruyorum aylardır. Somut hiçbir cevap alamıyorum. 11 yıldır Diyarbakır'daki Yeni Türkiye resmine ulaşmanın adımları dışında, hangi yaşam biçimine yönelik tehlikeli bir adım atıldı?
O sözün gerçeğe tercümesi şu: 'Üstünlüklerimiz tehlikede!', 'Totaliter-laikçi yaşam biçiminin tasallutu tehlikede!'. 'Bu ülkenin yüzde 80'inin, yüzde birlik imtiyazlı bir kesime boyun eğdiği rejim tehlikede!'
Liberal demokrasinin en önemli koşullarından ikisi, tüm vatandaşlar karşısında devletin eşit durması ve her vatandaşın eşit deneme şartlarına sahip olmasıdır.
Son 11 yılda yapılan, Diyarbakır'da da en üst sembolizmine bürünen süreç, bu ülkenin dezavantajlı kesimlerinin, imtiyazlı kesimlere eşit hale getirilmesi adımlarını ima ediyor.
Yaşam biçimleri tehlikede çığırtkanlığı da, bu eşitliğe kibirli bir karşı duruşu simgeliyor. Erdoğan'ın 'halkı' göreve çağırması da bu nedenle.
Yaşam biçimleri tehlikede çığırtkanlığının hedef kitlesi olan kesimler de bu çağrıya uymalı. Çünkü tarih önünde asla savunulamayacak bir pozisyona fark etmeden payanda oluyorlar. Üstünlükleri savunarak değil, barışa sahip çıkarak da Erdoğan'la siyasi mücadele verilebilir.
Hatta çok daha iyi verilir.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT