YAŞ Kararları ve Güvenli Bölge Mutabakatı
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları epey zamandır Türkiye gündeminde ciddi bir yer etmiyor, gerilim sebebi sayılmıyordu. TSK’nın yapısını ve yol haritasını kendi içinde belirleme, bu sürecin tamamen dışında tutmak istediği Hükümeti salt bir noter gibi kullanma kibrini kırmak hiç kolay olmadı. Askeri vesayetin bir parçası olarak işleyen ve siyasal iktidara hesap vermeye, denetimine açık olmaya yanaşmayan Yüksek Askeri Şura dönemi son dönemde büyük oranda kapandı. TSK’nın komuta kademesini belirleme sürecinde siyasal iktidar, halktan aldığı yetkiyi tehdit ve dayatmalara maruz kalmadan kullanabiliyor artık.
Peki, 1 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalanan 2019 YAŞ Kararları üzerine yapılan tartışmalardan kamuoyu yeterince haberdar olabildi mi acaba? 2019’da TSK’nın komuta kademesi üzerine alınan kararlar askeri strateji açısından hangi işaretleri veriyor? Haber ajansları YAŞ’ta alınan terfi, bekleme ve emeklilik kararlarını abonelerine geçmeye başladığı ilk andan itibaren Cumhuriyet ve Odatv başta olmak üzere Kemalist-ulusolcu medya birimleri yine bir takım felaket senaryolarıyla, ihanet ithamlarıyla sahne aldılar.
Ordu’nun Yol Haritası
Mezkûr haber ve yorumlara bakacak olursak “15 Temmuz’da Fethullahçı darbeyi püskürten subaylara karşı YAŞ’ta yeni bir kumpas kurulmuş!” Maalesef bir şehir efsanesi olarak ortalıkta dolaştırılan “15 Temmuz darbesini TSK içindeki Atatürkçü subaylar engelledi” söylentisi epeyce müşteri de buldu. Ancak iş, bu söylenceyi somut isimler ve örnek olaylarla teyid etmeye gelince, mesela emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un bahsettiği Maltepe’deki iki kışladan zırhlı araçların çıkışını engelleyen ‘beş albay’dan öteye geçilemiyor. Hayır, bu duruş ve tavırları inkâr veya tahfif etmiyoruz. Aksine 15 Temmuz darbesini püskürtmede belirleyici olmaktan çok toplum ve siyasetin aldığı tavırdan cesaret alan anlamlı fakat cüz’i katkılar olduğunu vurguluyoruz sadece.
Ordu’nun Türkiye’de siyaset ve toplumla ilişkisi en ağır vesayet koşullarından askeri darbeye değin sistematik ve kesintisiz dayatmalarda kendisini gösterdi. Ordu, cumhuriyet ve demokrasiyi, halkın refahı ve özgürlüğünü değil Kemalist ideoloji ve iktidar sınıflarını korumak ve kollamak üzere durumdan her daim vazife çıkardı. Türkiye askeri vesayetin tasallutu altında siyasetiyle toplumuyla ödeyebileceği en ağı bedelleri ödedi, kaybedebileceği kadar kaybetti. Ancak ortada yapmacık olsun ne bir özeleştiri ne de pişmanlık emaresi gözüküyor. Ordu’nun halka karşı yürüttüğü Kemalist darbe siyasetini hala Fethullahçı Cunta’nın işlediği cürüm ve cinayetleri gözümüzün içine sokarak aklamaya kalkışmak gibi propaganda tekniklerinden medet umuluyor.
2019 YAŞ kararlarını “15 Temmuz’un en kritik isimleri gitti” veya “Fetö’nün hedefine koyulan isimleri emekli ederek kimlere ‘öpücük’ gönderiyorsunuz?” tarzındaki değerlendirmeler ne anlama geliyor? Emekliliğe sevk edilen veya terfi ettirilmeyen subaylardan bir kısmının Balyoz davasında sanık olması adeta onlara bir ayrıcalık tanınmasının şartı sayılıyor anlaşılan. Mesela Org. İsmail Metin Temel’e ‘yakın’ olduğu için Tümgeneraller Hakan Atınç ve Mustafa Barut’un emekliye sevk edildikleri yazılıyor. Bahsi geçen bu ‘yakınlık’ nasıl bir ilişkiyi işaret etmektedir acaba? Yine bu üç isimle ‘bağlantılı’ olduğu için Tuğgeneral Ersal Şener’in emekliye sevk edildiği iddia ediliyor. Eğer durum bu şekildeyse, Ordu içinde özel ve paralel ‘bağlantı’ kanallarının nasıl kurulduğu ve nasıl meşru sayıldığı konusunu bize kim izah edecek?
Sadece Fetö’yle Değil Tüm Cuntalarla
“TSK nereye gidiyor?” tartışmasını “Tümamiral Cihat Yaycı neden terfi ettirilmedi?” bağlamında sürdürmek de son derece ilginç aslında. Tüma. Yaycı “FETÖmetre”nin mucitlerinden biri olarak öne çıkıyor. Ulusolcu-Kemalist çevreler FETÖmetre kriterlerinin Ordu’da olduğu gibi resmi-sivil bütün kurumlarda uygulanması için epeyce baskı yapıyor. Iskalanan esas hikâye şu: FETÖmetre denilen kriterler 28 Şubat mantığının en fanatik ve saldırgan halinden başka bir şey değil. Bu kriterlere göre Fetö’cü olmayan adam bulmak demek yeni bir insan türü yaratmaya kalkışmak kadar saçma bir şey. Bu bağlamda 15 Temmuz darbesine ilişkin hazırladığı tahkikat raporunu Perinçek-Aydınlık grubuna bağlı Kaynak Yayınları’nda kitap olarak yayınlayan Tuğg. Nerim Bitlislioğlu’nun emekliye sevk edilmesi de Ordu’nun içini boşaltma yönünde atılan adımlardan biri sayılması ne derece gerçekçidir?
“NATO’cu subayların TSK’dan tasfiye edildiği, Avrasyacı subayların önünün açıldığı” yönündeki tartışmalar halen sürüp gidiyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Amerika destekli PKK-PYD garnizon devleti girişimleri dolayısıyla Rusya’yla görece olarak yakınlaşması bu tartışmaları daha bir alevlendiriyor. Amerika ve Avrupa’nın bir NATO müttefiki olarak Türkiye’yi sahip olması gereken haklardan mahrum etme yönündeki inatları en son S-400 hava savunma sistemlerinin Rusya’dan alınmasıyla sonuçlandı. Tehditler, şantajlar, yaptırımlar, baskılar işe yaramayınca bu kez hızla devreye giren Suriye’nin kuzeyinde Güvenli Bölge oluşturma yönünde bir mutabakatın sağlandığı haberleri sokuluyor.
Amerika’nın daha önce verdiği hemen hiçbir sözü tutmadığı, varılan mutabakatlara aykırı hareket ederek Türkiye’ye yönelik tehditleri beslediği biliniyor. Ancak bu kez ölçüyü çok aştıkları için Türkiye-Amerika ilişkileri kopma hatta çatışma noktasına doğru ilerlemeye başladı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Fırat’ın doğusunda kurulacak Güvenli Bölge için Amerikan Askeri Heyeti’yle yapılan görüşmelerin “olumlu ve oldukça yapıcı” olarak tanımlaması, Türkiye’de Müşterek Harekât Merkezi’nin kurulacak olmasını beyanı kopma ve çatışma yönünde seyreden ilişkilere yeni bir yön verilmekte olduğunu teyid ediyor.
Söz konusu mutabakatın ve kurulacak merkezin ne düzeyde sağlıklı sonuçlar üreteceğine dair çok sayıda soru işareti var elbette. Genişliği ve derinliği kadar idaresi ve demografik düzeni de esaslı çekişmelere sahne olacak bu bölgenin hayata geçirilebilmesi Türkiye’yi sadece Amerika’ya karşı değil Rusya ve İran’ın Esed rejimi üzerinden tırmandırdığı abluka politikalarına karşı da güçlü kılacaktır. Baksanıza CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Esed ve Sisi ile masaya oturma çağrıları daha bir sıklaşırken, PKK-PYD’nin tamamen Rusya ve İran’ın safına geçip Esed rejimi saflarında Türkiye’ye karşı çok şiddetli saldırılar başlatacağı yönündeki tehdit kokan ‘analizler’ sökün etmeye başladı bile.
Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin ziyareti dolayısıyla bir kez daha tekrarladığı "Türkiye, Kırım'ın (Rusya tarafından) yasa dışı ilhakını tanımamıştır ve tanımayacaktır" cümlesi Avrasya stratejisine yüklenen aşırı anlamın sınırlarını çiziyor olmalı.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT