Yarım kalan barış
Vaat edilen barış yarım kaldı. Doğuda adına barış denen, batıda zafer gibi algılandı çünkü.
Batı kamuoyunu bunca rahatsız eden görüntülerin sözü edilen 'zafer' olmadığını anlamak için o kalabalığın arasında olmanız gerekirdi. Sınır kapısından başlayarak Diyarbakır'a kadar süren coşkuda, o kadar farklı sebep yan yanaydı ki.
'Neyi bekliyorsunuz?' diye sorduğunuzda 'gelenleri bekliyoruz' cevabını verenler, barışı bekleyenlerden daha çok değildi o gün. Çoğu anlamını dahi bilmediği bir barışı bekliyordu. Godo'yu bekler gibi!
DTP miting öncesi, kalabalığı harekete geçirirken 'barışa sahip çıkın' sloganını yaymıştı. Konuştuğum hemen herkese barışı sordum bu nedenle. Sahip çıkılan barış onlar için sahiden neydi? Yaşlı bir kadın; 'Barış Allah'ın barışıdır' dedi. Türkçe bilmediği için 'barış barış'a Xwede'ye!' diyerek.
Allah'ın barışı her iki taraf istediği için mümkün olmuştu. Herkesin tarafı başkaydı.
Miting meydanına kurulan büyük sahnenin üzerinde turuncu-beyaz harflerle Barış/Aşiti yazıyordu. Barış anlamını göksel bir kavram olarak kurmuştu sanki. Herkes için barış farklıydı. Kimininki Kürtlerin hakkı. Kimi için dağdakilerin dönüp kendi evlerinde uyumalarıydı.
Barış kelimesi tekrarlanmaktan mistik bir ulaşılmazlığa bürünmüştü. Barışı getirenlerin kim olduğundan bağımsız, bir sevinç yaşanıyordu. Gelenlerin tutuklanmamış olması herkeste barış inancını tazelerken, iyimserliği artırmıştı.
'Biz birlikte yaşamayı anlıyoruz barıştan' diyen birine bir başkası şu cümleyle katılıyordu: Barışın anlamını unutmuştuk, bugün inşa edeceğiz.
'Neden bekliyorsun?' diye sorduğum bir başka kadın 'Ben 30 senedir bekliyorum.' demişti. 30 sene bekleyenlerin içinde evladını dağa vermeyenler de vardı. Bir tanıdığımın annesi ulaşabildiği birilerinin balkonundan karşılamayı izlemek üzere meydana gitmişti. Hayatı boyunca seccadeden başını kaldırmayan yaşlı kadın, barış için sokağa çıkmıştı. Balkondan izlediği kalabalığın yarattığı heyecanla çocuklarına 'acaba bizim bu kadar sevindiğimize Melahat Hanım ne diyor?' diye sormuştu. Melahat Hanım dediği 86-94 yılları arasında komşuluk ettiği Kütahyalı bir asker annesi. Melahat Hanım, Diyarbakır'daki teyzenin ahiret bacısı. Birbirlerinin dillerini bilmemeleri arkadaşlıklarına engel değildi. 'Acaba Melahat Hanım da seviniyor mudur barış geliyor diye?' sorma gereği duymuştu. Barışın onu da ilgilendirdiğini biliyordu çünkü. Batıda yaşananlar anlatılınca umutsuzluğa kapılıp vazgeçmişti her bayram aradığı Melahat Hanım'ı aramaktan. Çocuklarına 'Bu gelişlere Melahat Hanım da sevinmedikçe barış olmaz.' diyor sonra.
Türkçe bilmeyen yaşlı bir Kürt kadınının kurduğu empatiyi yazık ki siyasetçilerimiz kuramıyor. Gazetelere yansıyan; 'DTP, PKK'ya teslim' oldu yorumlarının bu nedenle çok da isabetli olmadığını düşünüyorum. DTP'nin yaptığı; bir tür basiretsizlikle, kraldan çok kralcı davranmak.
Kandil'den yapılan açıklamalara bakıldığında hedeflenenin çok ötesine geçen bir şova dönüştüğü görülüyor. Kontrolü kaybettirenin ne olduğu sorulmalı o halde. Bana şöyle geliyor: Kendi siyasetini üretemeyince, bir mesafeden gelen direktifler kastı aşan bir radikallikle algılanıyor. DTP açısından mesafe var olan durumu yumuşatan değil, sertleştiren bir dinamiğe dönüşüyor.
Barış'a bu kadar susamış bir topluma barışı getirmek büyük bir sınavdır. Bütün o gösterilerin, batıda şov gibi algılanacağını hesaplayamayan yahut hesapladığı halde bunun getireceği kırılmayı görmeyen bir siyaset nereden bakılsa eksiktir.
Okuma-yazma bilmeyen yaşlı Kürt kadınının Kütahyalı Melahat Hanım'la kurduğu empatiyi, okur-yazar siyasetçilerimiz kurduğu gün bu ülkeye barış gelir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT