Yargı'nın hedefi AB
Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun yayınladığı bildiri, artık iyice su yüzüne çıktığı anlaşılan sistem içindeki iç çekişmenin son perdesine gelindiğini gösteriyor. Hemen belirtmek gerekir ki, 'muhtıra' niteliğindeki bildirinin 'görünürdeki' hedefi kapatılmakla karşı karşıya bulunan AK Parti ise de, hakikatte asıl hedef AB'dir.
Ve yine görünürde AK Parti'ye karşı Yargı sert tepki gösterip direnç gösterir gibi görünüyorsa da, hakikatte asıl tepki ve direnç, tabii ki Yargı'nın da içinde yer aldığı Bürokratik/İdari Merkez'den neş'et etmektedir. 28 Şubat postmodern sürecinden farklı olarak "27 Nisan e-muhtıra süreci"nde sahnedeki aktör Yargı ve "bir kısım/malum medya"dır. Bu durumda asıl tarafları doğru olarak tanımlamak ve konumlandırmak lazım: Bir tarafta bürokratik/idari merkez, diğer tarafta AB bulunmaktadır. Bürokratik merkez, toplumsal merkezin sözcüsü durumundaki AK Parti üzerinden, aslında AB'ye karşı hamle üstüne hamle düzenlemeye çalışıyor.
AB'nin karar mevkiinde bulunanlar, son yıllardaki tavsamaların AB'ye de zarar verdiğini anlayıp işi ciddiye almaya karar vermiş görünüyorlar. Türkiye'yi AB'ye almak isteyen lobi, savsaklama stratejisinin Türkiye'yi başka limanlara savuracağını anlamış bulunuyor. Önümüze koydukları yol haritası şu: Eğer Türkiye sahiden üyelik sürecini ciddiye alıyorsa, bir an önce reformları gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Yol haritasının belli başlı menzilleri şunlardır: Askerin sivil siyaset üzerindeki etkisinin azaltılması, bunun Avrupa standartlarına yaklaştırılması. (Ben Batı'nın Türkiye'de askerin tümüyle siyasetten tecrit edilmesi gerektiği yönünde bir düşünceye sahip olduğunu zannetmiyorum.); sivil bürokrasinin seçilmişlerin iradesine tabi olmayı kabul edecek hale getirilmesi; üniversitelerin, YÖK gibi bilimi, eleştirel düşünceyi, ifade ve araştırma özgürlüğünü devlete endeksleyen kurumların vesayet ve baskısından kurtarılması; yargının ideolojiden, resmi görüşün savunucusu olmaktan çıkarılıp, devleti halka karşı değil, halkı ve demokratik hakları devlete karşı koruyan konuma gelmesi. AB, bunların ivedilikle yapılmasını istiyor. Elbette başka alanlarda da yapılması gereken reformlar var, nihayet müzakere başlıkları gündeme geldikçe bunlar da tek tek teşrih masasına yatırılmaktadırlar. Bunların köklü bir sosyo-politik değişiklikleri öngördükleri açıktır. Bu süreçte çok sayıda temel taş yerinden oynamakta, çok sayıda kişi avantaj ve imtiyazlarını kaybetmektedir.
Daha önce (2 ve 5 Nisan) sistem içinde Yargı'nın sorunlu bir konuma sahip olduğunu; mevcut durumda kuvvetler arasındaki ayırımda Yargı'nın eşitler içinde birinci olduğunu; bunun Yasama ve Yürütme'nin fonksiyonlarıyla mukayese edildiğinde Yargı lehine haksız bir güç halini aldığını; Yargı'nın demokratikleşme tarihimizdeki tecrübede oynadığı rol ve sahip olduğu 'sicil' açısından 'eşitler içinde birinci' olmaktan çıkarılıp 'üçüncü kademeye indirilmesi' gerektiğini yazmıştık.
Türkiye'yi yakından takip eden ve bazen sahiden çok iyi sistem analizleri yapan AB çevreleri benzer tespitlerde bulunuyorlar. AP Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten "Sorunun yargının bağımsızlığı olmadığını" söylüyor. Ruijten'e göre "Türkiye'de yargı hiçbir Avrupa ülkesinde olmayacak kadar bağımsızdır. Sorun, yargının tarafsızlığı sorunudur." Yeni reform paketi bu sorunu giderecek unsurları ihtiva etmelidir.
Yargı'nın tarafsız olmadığını Raportör'ün söylemiş olması malumu ilam kabilindendir. Bunu, yargının sistem içindeki yerini daha da tahkim etmekten yana olanlar da açıkça söylemekten çekinmiyor. Geçenlerde Antalya'da katıldığı bir toplantıda Yargıtay eski başkanı Sabih Kanadoğu -ki kanımca 27 Nisan e-muhtıra sürecinin hukuk sözcüsü olarak iş görmektedir, sürecin siyaset sözcüsü de DP (Demokrat Parti) geleneği içinde CHP kanadını temsil eden Hüsamettin Cindoruk'tur- şöyle diyordu: "Türkiye'de hiçbir hâkim, laik cumhuriyet karşısında tarafsızım diyemez." (Yeni Şafak, 30 Nisan 2008) Evet, son perdeye gelinmiştir ve elbette herkes elinde ne varsa karşı tarafa atmak isteyecektir
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT