Yargıda zihniyet devrimi gerçekleşmeli
-Tutukluluk süresi uzun mu?
-Evet uzun. Bunu herkes biliyor. Tutukluluk süresi bir tür cezalandırmaya dönüşmüş durumda. Adam sonunda beraat edecekse de, tutuklu olarak yattığı süre kesesine kalıyor.
-Öyleyse tutukluluk süresi en aza indirilmeli.
-İndirilmeli ama bizim sanıklarımız için indirilmeli. Bizim karşı olduğumuz ve yargılamadan mahkûm ettiğimiz ve bizim görüşlerimizi paylaşan medyada infaz edilen sanıklar için değil.
.....
-Yargıtay'ın iş yükünü azaltmak amacıyla ara mahkemeler anlamında istinaf mahkemeleri kurmak gerekiyor mu?
-Evet gerekiyor.
-Peki hadi kuralım.
-Ama bunu AK Parti yapmasın. AK Parti yaparsa bu Yargıtay'ın etkinliğini azaltmayı amaçlar. Bu da Yargıtay'ın rejimi koruma misyonunu zaafa uğratır.
....
Yargıtay'da dosyalar dağ gibi yığılmış durumda. Gelecek yıl, süresi içinde görüşülmediği için zaman aşımından 15 bin dava düşecek, dosyalar kapanacak, fiili af gerçekleşecek.
-Öyleyse davaların görüşülmesi hızlanmalı.
-Bunun için yeni daireler kurulmalı. Bunun için Yargıtay'a yeni görevlendirmeler yapılmalı.
-Evet, yapılmalı.
-Öyleyse hükümet yapsın.
-Hayır yapmasın. Bunu AK Parti hükümeti yapmasın. Çünkü onlar kendi adamlarını görevlendirirler.
...
Böyle akıp gidiyor yargı ile ilgili tartışmalar.
Aslında yargı alanı steril bir alan haline gelmiş değil.
Yani, bağımsızlık ve tarafsızlık yargı için olmazsa olmaz bir nitelikse, bizde yargı bu hüviyeti kazanmış değil.
Yargının, kurulu düzen açısından bir misyonu vardı.
O misyon çerçevesinde bir kadrolaşma da gerçekleştirilmişti.
Hukuki yapı da, o misyon ekseninde biçimlenmişti.
Bu, resmi ideolojinin korunmasını ve topluma enjekte edilmesini önceleyen bir yapı idi. (Türkiye daha 2007 yılında, halktan yüzde 47 oy almış bir iktidar partisinin kapatılması davası ile yüz yüze geldi ve bu davadan, partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu hükmü çıktı. Böylece statüko, yargı marifetiyle halkın siyasi iradesini terbiye etmiş olmaktaydı. Bugüne kadar aynı yargının 27 partiyi kapatması anlamlı değil mi?)
Türkiye, demokratikleşme sürecinde, hukukun da toplum değerlerine daha uyumlu hale gelmesi sorunu ile karşı karşıya geldi.
Bu, iç dinamiklerle yeterince başarılamadı.
Sonra AB ile uyum olayı devreye girdi ve hukukun demokratikleşmesi olgusu, AB çıpasına bağlandı.
Hukukta AB standardı, gerçekten sağlıklı mı, bu tartışılabilir ama AB çıpasının, "statükonun belirlediği hukuk misyonu"nu sarstığı bir gerçek.
Şu an Türkiye, belki de en temelde, hukuk-yargı sancısını tartışıyor.
Belki ülkede her alanda ilişkilerin bu kadar sorunlu hale gelmesi, bu kadar dava açılması, dosyaların bu kadar yığılması, taa varıp hukuk yapısının sağlıklı olmamasına, devlet-toplum ilişkilerinin sağlıklı olmamasına dayanıyor.
Huntington'un, Medeniyetler Çatışması'nda Türkiye'yi "kimliği parçalanmış ülke" konumunda görmesi üzerinde düşünmeliyiz belki de...
Şu an yargı herkes açısından sorun olarak görülüyor ama sorunu tanımlama biçiminde de çözüm önerilerinde de uçurumlar olacağı muhakkak.
"Falanca için tutukluluk süresi neden uzun, falanca için neden kısa" farklılaşmaları da bununla bağlantılı.
Aynı hakime aynı güven duygusu ile bakmadığımız gibi aynı yargı kurumlarına da aynı steril bakışla bakmıyoruz.
Hükümete de aynı güvenle bakmıyoruz, muhalefete de, yasa yapan kuruma da...
Nasıl çıkacağız işin içinden?
Doğrusu cevabı kolay değil.
İş bugüne kadar gücü gücü yetene kurgusuyla geldi.
Devletin gücü yetti, askerin gücü yetti, zaman zaman sandığın gücü yetti.
Evet, sandık en az mahzurlu bir yapının göstergesi ama onun en doğrudan belirleyici olduğu durumlarda bile gönüller durulmayabiliyor.
Bilmiyorum, toplumun yüreğini en geniş anlamda buluşturacak, durultacak, bir mecraya akıtacak bir liderlik oluşur mu?
Değilse, tartışa tartışa ilerleyeceğiz ve gene güç belirleyecek olan biteni...
Şu anın gücü, yani iktidar, yürekleri durultacak bir dil bulursa, kendi hesabına ve ülke için en iyiyi yapmış olur bence...
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT