Yargıçlardan soylu bir açıklama
Yasağın dünyanın hiçbir santimetrekaresinde olmadığı halde sadece Türkiye’de ısrarla sürdürülmek istenmesinin bir açıklaması olmalı.
Kahire’de Ezher Üniversitesine gidiyorsunuz özgürce istedikleri gibi giyinmiş kızlar kol kola çıkıyor kapıdan. Kuala Lumpur bu güzelliği hak ediyor. Moskova’da, Paris’te, Berlin’de Durban’da, Boston Toronto Hartum Almatı Bombay ve Cibuti’de kimsenin elbisesine karışan, Müslüman öğrencilere bu yönde baskı yapan yok.
Baskılar yasaklar bir an soluk aldırdığında bu ülkede de aynı manzara birkaç saniye içinde kuruluyor. Birçok fikir ayrılıkları olan, hiçbir konuda tam anlaşamayan yeryüzünün insan sakinleri bu konuda yüzde yüz hemfikir, hempratik. Bu maşeri vicdanın eşsiz bir tezahürü. Türkiye halkını bu uzlaşı ve teamülden koparıp ıssız adada tutmaya çalışmanın, insanların içini karartıp ikiye dörde sekize ve sonsuza kadar bölmenin, binbir çeşit öteki’ye ayırmanın bir nedeni olmalı.
Zımnen şöyle bir hava estiriliyor : Meclisten 411 kabul oyuyla çıkmış bir düzenlemeyi iptal ediyorsak, bu durum cumhuriyetin, milletin, oy vermenin, bir arada yaşama iradesinin de iptali ise, bütün dünya bir yana biz dokuz kişi ya da on ya da bin kişi bir yanaysak bu, ülkemiz için bizim bilip de sizin bilmediğiniz şeyler olmasından.
Demek eşi benzeri olmayan, nadir nadide, kendi alanında tek ve biricik, dünyanın hayretle, küçümsemeyle, aşağılamayla izlediği, hayalleri solduran, hakları gasp eden, akılları başlardan alan, kusma nöbeti, aritmi, afazi yapan bu som kötülük, bizim bilmediğimiz o şey yüzünden oluyor.
İşte o bilmediğimiz şeyin artık açıklanmasını istiyoruz.
Türkiye neden suçludur. Türk halkı neden içten içe kesintisiz şiddete ve türlü çeşit cezalara maruz kalmak zorundadır. Hangi suçlarından dolayı gençlerin barışı ve çoğulcu bir atmosferi solumaları yasaklanmakta.
Bu kesintisiz şiddet altında nasıl sağlam onurlu özgüvenli gençler yetişir. Başörtüsü yasağını sindirmek zorunda bırakılan farklı eğilimlerden gençler de ağır travma altında.
Bunu sineye çekmeleri bazı insanların aşağılanmasını görmezden gelmeleri onların insanlığını da zedeliyor.
Tam da itiraz etme, sorgulama yaşındayken başeğmiş, yenilmiş yetişkinlerin zincirine eklenmekteler. Gözlemlediğim kadarıyla neden dışarıda bırakıldığını bilen, direnen, bedel ödeyen gençlerden daha fazla örselenmekte kimlikleri bu yüzden. Ruhlarındaki yapısal deformasyon az görünür ama daha derin ve geniş bir yaraya işaret etmekte.
Soruyu sürekli tekrarlamak zorundayız.
Neden sürekli bir şiddet altında tutulmak isteniyoruz. Bu ülkenin barışını kim sevmiyor. Buradan işgallerin yolunu kim açıyor. İran’a saldırı için vasatı kim hazırlıyor. Güvercinleri kim öldürdü. Işığımızı kim kapatıyor. Yaşamsal şalteri kim indiriyor.
Mevcut düzenin hak eşitlik özgürlük demokrasi gibi kavramları fazla kaale almadığı her vesileyle görülen bir şey. “Seçilmemişler” insanlardaki hissiyatı merak etmiyor olabilirler işin doğası gereği. Fakat yine de duyurmak isterim. Herkes kendini bir kez daha yasaklarla yukardan bombalanmış gibi hissediyor. Bombayı atanlar yine işin doğası gereği aşağıda neye yol açtığıyla ilgilenmezler. Kabaca öngördükleri netice hasıl oldu mu olmadı mı, mevziler ele geçti mi geçmedi mi, herkes korktu mu korkmadı mı buna odaklanırlar.
Yine de söyleyeyim. Kimse bulunduğu yerden kıpırdamadı bile. Kaba güç ince bir işleyişe olan ihtiyacı daha da artırıyor. Kalp güçlenerek çıkıyor. İnsanlar özgürlüklerine inançlarına değerlerine uğruna yaşamaya kaybetmeye vermeye değer olan şeylere daha sıkı bağlanıyor.
Başörtülü kızlar tamam hüzünlüler ama yine de şenler. Harlem’de Malcolm X camiinde bir gurup gençten ne duydumsa o : Allah var! Problem yok!
Kaba güç iyice çıplak ve yalnız kaldı. Eski karizması yok. Pörsüdü, etkisizleşti. İptal etmeseydi yargıçlar bu düzenlemeyi mesela, Türkiye’nin önü mü açılıyor, bir zihin açıklığı mı oldu diye heyecan olabilirdi ama şimdi hiçbir his yok. Hissizliğe hissizlik.
Yasakların bir esprisi kalmadı. Kızlarda uzaktan gözyaşı akar gibi oluyor ama yakına gidince başka bir parıltı görülüyor. Okuma, anlama, dinleme, daha çok insan olma daha iyi yenilme parıltısı. (Beddualar var bak onu söyleyeyim).
Artık bu yasak öğretim görevlilerinin kendilerine olan saygılarını da erozyona uğrattı. Nasıl baş ediyorlar bilemiyorum. Öğrencisi şiddete uğramış, derse gelememiş bir öğretmen huzurlu olur mu. Buna karşı koyamadan, cümle kapısının önünde insanlığın savunusunu yapamadan sınıfa girince kime ne öğretebilir.
Zaten yasağı desteklediğini açıktan söyleyen öğretim üyesi neredeyse kalmadı. İçinden onaylayanlar olsa bile, biliyorlar ki maşeri vicdana sığmayan bu kör karanlık düşünceyi açığa vurmak artık evrensel bir ayıp. Küçük düşürücü, vizyonu küçücük yapan bir duruş. Kim takar böylelerinin kürsülerini, derslerini.
Üstte hukuk adı altında bir ayırma parçalama süredursun, birarada yaşamanın hukuku düşüncelerin, şehirlerin ara sokaklarında incelikle konuşa konuşa dokuna dokuna üretiliyor. Bunu anlatmalı çoğaltmalıyız.
Yazıya Serdar Akinan’ın 6 Haziran’da Akşam gazetesinde yazdığı bir yazıdan alıntı yaparak son vermek istiyorum. Kurtuluş savaşında savaşmayıp keyif yapan zenginlerin halkla ilişkisini sorgulayan bir yazı.
…bizi her vakit ölüme mahkum; sırf zenginlerin emval ve eşyasının muhafazası, hayatının idamesi için yaratılmış ayrı bir kavim gibi telakki ediyorlarsa –yanılıyorlar-…. (M. Nureddin Gaziantep müdafaası, s. 174-175, 1920 Ağustos’unda kaleme alınan bildiri).
Sorum baki :
Yasak için büyük ve soylu açıklamanız nedir?
YAZIYA YORUM KAT