Yargı Siyasetten Rol Çalarsa
Yargıyı böylesine önemli bir siyasi güç merkezi haline getirdiğimiz için, yüksek yargı üyelerinin nasıl seçileceği üzerine bitip tükenmeyen kavgalara devam ederiz.
HAKSÖZ-HABER
Gülay Göktürk bugünkü makalesinde “Yargının Siyasetten Rol Çalma” girişimlerini konu etmiş.
“Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın, Twitter kararından sonra, Yüksek Seçim Kurulu kararlarını da tashih edebileceği şeklindeki açıklamaları doğal olarak alarm zillerinin çalmasına yol açtı.” diyen Göktürk, ardından şu soruları sıralamış:
“Soru açık: AYM'ye ne oluyor? Ne yapmaya çalışıyor? Yüksek Seçim Kurulu'nun bir anlamda yüksek mahkeme olduğu ve kararlarının nihai karar olduğu son derece açıkken, AYM'den gelen bu açıklamayı nereye koyacağız? Kurtulduğumuzu sandığımız tabloyla tekrar karşı karşıya mı kaldık? Siyaset yine yüksek yargı yoluyla kuşatılmaya mı çalışılıyor?”
Yüksek yargının daha en başında ve 27 Mayıs darbesinden bu yana da devletin ideolojisinin ve temel siyasetlerinin hükümetlere karşı "korunması" misyonuyla kurulduğunu ve görevini ifa ettiğini belirten Göktürk, Askeri vesayetin de son yıllarında bu görevini nasıl cansiperane bir şekilde yerine getirdiğini ve bunu neredeyse hukukun çanına ot tıkayarak yaptığını toplumun henüz unutmadığını vurguluyor.
Son yıllada değiştiğini zannettiğimiz bu tablonun “özgürlükçü” bir görüntüyle geri gelmesinin kafaları karıştırdığını belirten Göktürk, bu konuda da şu tespitlerde bulunmakta:
“İşin kötüsü, bu defa yüksek yargı, vesayet günlerinden farklı olarak, özgürlüklerin daraltılması için değil özgürlüklerin genişletilmesi amacıyla devreye girdiği için, hukuku zorlayarak yapılan bu müdahale geniş kesimler tarafından olumlu karşılanıyor, destek görüyor; daha da ötesi müdahale olarak algılanmıyor. Bir başka deyişle, eski sorun, bu defa özgürlükçü bir söylemle karşımıza geldiği için, teşhis etmek ve tavır almak daha da zor oluyor.”
Bu Bugün Bütün Dünyanın Sorunu
Bu durumun dünyada başat bir durum haline geldiğini belirten Göktürk, insanlığın problemlerinin bir çoğunun çözümlenmesinde hukukun (adeta kilise otoritesi gibi) siyasetin üstünde bir otorite haline geldiğinden bahsetmekte:
“Diyelim çocuk çalıştırma meselesi siyasetin konusu olmaktan çıkıp hukukun konusu olmuş durumda. Çünkü ortada bir yığın uluslararası çocuk sözleşmesi ve yasa var. Yine artık kimse çevre politikalarını kolay kolay siyasi tartışmaya açamıyor. Zira çevre korumaya ilişkin her konuda uluslararası ya da ulusal yasalar var. Neyin savunulabilir, neyin savunulamaz olduğunu demokratik tartışma değil bu yasalar belirliyor. Aynı şekilde, bakıyorsunuz çoktandır sosyal devletin nasıl yorumlanması gerektiğine, hangi vergi politikasının doğru ve adil olduğuna, eğitim sisteminin nasıl olacağına, özelleştirmelerin kamu yararına uygun olup olmadığına, nasıl bir göçmen politikası izleneceğine meclisler değil idari mahkemeler karar veriyor.”
Siyasetin yerini hukukun almasının bugün bazı demokratların da çok hoşuna gitmesinin, bunun onlar tarafından da sağlamcı bir yol olarak görülmesinin risklerine de işaret eden yazar, devlet despotizmi ve siyasetin sapmalarına karşı garantili bir yol olarak görülmesine rağmen, hukukçuların “ak-kara” tavrını benimsemek zorunda olduklarından ve bu durumun siyasetin çoklu ve esnek yolları karşısında geniş kitlelerin aleyhine kararlar üretilebileceğine atıf yapmakta.
Sonuçta gelinecek noktayı şu şekilde özetlemekte:
“O zaman da bütün kavgalar yasaların yorumları üzerinde cereyan eder. Bu dar alanda sıkışmışlık içinde herkes elinden ne geliyorsa onu yapar. Bazen yasalara takla attırır, bazen etrafından dolanmaya çalışır, bazen takiye yapar; kısacası herkes hukukun üstüne tepinip durur.
Tabii bir de, siyaseti kovup yerine yargıyı koyduğumuz; yargıyı böylesine önemli bir siyasi güç merkezi haline getirdiğimiz için, yüksek yargı üyelerinin nasıl seçileceği üzerine bitip tükenmeyen kavgalara devam ederiz.
Daha doğrusu tek "siyasi mücadele"yi bu alanda verir hale geliriz!”
HABERE YORUM KAT