Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz!
Abdulkerim Diktaş, İslam düşünce geleneğinin sadakat ve tutarlılık bağlamında oldukça kıymetli olan bir kıstasının modern insan için kurtuluş reçetesi olduğuna dikkat çekiyor.
Dr. Abdulkerim Diktaş / Düşünce Günlüğü
Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz!
İdeal, düşüncede tasavvur edilebilen ancak fiiliyata dökülmesi imkânsız denecek kadar zor olan her türlü söylem ve eylem demektir. Bu bakımdan ideal olan, insanoğlunun kızıl elmasıdır. İdeali baz alarak eylem ve söylem üretmek, hayatı ideal olana göre tanzim etmek gerekir. Ancak ideale göre yargılayıp aktüele göre yaşayan insanların çokluğu ve sık görünür olması, aradaki çelişki nedeniyle ideal olanı kirletiyor.
MENFAAT-İDEAL ÇAKIŞMASI
Toplumsal düzeyde eğitim seviyesinin yükselmesi ideale olan talebin artmasına neden oldu. Sosyal medyanın yaygınlaşması ile ideale olan arzuyu ifade eden insan sayısı çoğaldı. Bugün sosyal medya kullanan hemen herkesin ideal olana dair bir cümlesine rastlıyoruz. -meli, -malı gereklilik soneki ile cümle kuran çok sayıda insan var. Konuşurken veya yazarken ideali vurgulayan bu insanların gündelik yaşamlarında gerçekten “ideal insan” olarak hayatlarını devam ettirdiklerini söyleyebilir miyiz?
Tutarlı olmak ve tutarlı davranmak insan olmanın gereklerinden biridir. Özellikle eylem-söylem tutarlılığı, tutarlılıkların en mühimidir. Yapmadığı şeyleri söylemesi kişinin önce şahsiyetini daha sonra da sözünün güvenilirliğini kaybetmesine neden olur. Ancak ve maalesef, bugün bu realitenin çok da önemsenmediğini her gün sayısız örnekle müşahede ediyoruz. Kim hangi ideal kavramdan dem vuruyorsa, ilk fırsatta o idealin hilafına bir davranışıyla karşılaşıyoruz. İdeal olan kişinin menfaati ile çakıştığında, kişi kolayca ideal olanı terk edip menfaatine olanı tercih edebilir. Kişinin menfaatleri uğruna ideal olanı terk etmesi normal şartlar altında belki anlaşılabilir ve bir noktaya kadar makul bile karşılanabilir fakat sürekli dile getirdiği ve yılmaz savunuculuğunu yaptığı ideale rağmen bunu yapması, hiçbir surette kabul edilebilir değildir.
Sözün bu noktasında, bu yazının kaleme alınma sebebi de birkaç kavram üzerinde ideal olanı diline pelesenk etmiş insanların ilgili kavramlar özelinde düştüğü çelişkinin düşündürdükleridir. Örneklerle anlatacağım…
BAŞKASINDA YARGILADIĞINI KENDİSİNE HAK GÖRMEK
Dost meclisinden akademik ve entelektüel buluşmalara kadar bulunduğu her platformda “liyakat” kelimesini dilinden düşürmeyen ve sistemin liyakatsizlik sebebiyle sorunlar ürettiği vurgusunu hayatının merkezine yerleştirmiş şahsın, kendi işi için aramadığı, kapısını çalmadığı, alternatif isimlerin önünü tıkamak üzere sarfetmediği çaba kalmamıştı. Daha da ötesi, kendisi gibi inanmadığı ve düşünmediği halde takiye yaparak yetki sahibinin gönlünü çelmeye dahi çalışmıştı. Nitekim bir şekilde hedefine ulaştı ve “liyakat” vurgusu ile yoluna devam ediyor. Şahıs, ideale göre yargılayıp aktüele göre yaşamayı iyi başarıyor ve yapmadığı şeyleri söylemeye devam ediyor.
Bir diğer şahıs diyor ki: “Ben idareci olsam devletin tek kuruşuna halel getirmem, gerekirse rest çekerim, hapis yatarım ama yine de o tek kuruşu kimseye peşkeş çekmem”. Ne kadar ideal, doğru ve güzel bir davranış biçimi değil mi? Zaten böyle olması gerekir, hepimizin ideali budur, ifade sahibi şahsın da ideali bu. Fakat gelip görelim ki, insan iddiasından vurulur. Şahsın eşi yeni doğum yaptı. Ücretli annelik izni bittikten sonra ya işine geri dönmesi ya da ücretsiz izne ayrılması gerekiyordu. Şahıs tanıdık doktorlar ayarladı ve aylarca eşi için sağlık raporu almayı başarabildi. Sağlık raporu varsa ücret kesintisi yapılmadığından, eşi üzerinden maddi kazanç sağlamaya devam etti. Yani devletin tek kuruşunu değil, binlerce lirasını önce kendisine peşkeş çekti.
KANIKSANAN ÇELİŞKİ YUMAKLARI
Bir başka şahıs, eğitimci bir kimliği olmadığı halde en iyi eğitim kurumlarının devlet okulları olduğu vurgusunu sıklıkla dile getiriyordu. Ne zaman söz eğitimden açılsa, devlet okullarında kişinin hayatın gerçekleri ile yüzleştiğini, kalabalık sınıflarda çok kültürlü öğrenmenin daha kolay hayata geçirilebildiğini, çocuğun toplumsallaşmasının daha doğru bir düzlemde seyredeceğini ve herkesin çocuğunu devlet okullarına göndermesi gerektiğini vurguluyordu. Şahsen ben de aynı kanaatteyim ve bu ifadelere bütün samimiyetimle katılıyorum. Fakat şahsın iki çocuğunun da kolejde eğitim görüyor olması ve bunu “varlıklı bir ailede büyüdükleri için çocukların psikolojisi olumsuz etkilenmesin diye” ifadesiyle gerekçelendirmesi, devlet okulları ile ilgili söyledikleri doğru bile olsa davranışları ile tutarlı olmadığından, sözünü tesirsiz bırakıyordu.
Diğer bir örnekte kişi, elim deprem hadisesinden sonra imar barışını, izinsiz yapılara ruhsat verilmesini eleştiriyordu. “İmar barışı diye kampanya yapıyorlar, al, bak ne oldu, ruhsat verdikleri yerler çöktü” gibi aslında temelsiz bir iddia üzerinden sorumlu arıyordu. Fakat bugün kendi oturduğu evine son imar affı ile ruhsat aldığını unutmuş gibiydi. Daha da ironik olanı, tarımsal SİT alanı üzerine koyduğu konteyner için bu günlerde büyük bir umutla imar barışı beklentisi içindeydi. Nitekim cümlesinin sonuna bunu eklemeyi de ihmal etmiyordu: “olan bizim konteynıra oldu, deprem olmasa ne güzel imar alacaktık”. Şahıs bu ifadeleriyle tam bir çelişkiler yumağıydı ve maalesef bunu kanıksamıştı.
Bu örnekleri onlarca kez çoğaltabilirsiniz fakat biz burada 4 örnekle iktifa edelim.
İnsanoğlu çelişkilerle dolu bir varlık. Yapmadığı şeyleri söylemek konusunda da son derece mahir. Eskilerde insan profili böyle miydi bilmiyorum ama modern dünyanın bireyselleşmeyi başarabilmiş insanı böyle. Düzelme ve iyileşme de buradan başlayacak. Ne zaman ki yapmadığımız şeyleri söylemeyi terk ederiz, eylem-söylem tutarlılığını yakalarız, o zaman ideal olana yaklaşma yolunda önemli bir adımı atmış oluruz. Aksi halde bu gidişle işimiz zor.
HABERE YORUM KAT