Yanlışlar Müslümanın Olsa da, İslâm’a Yüklenir, Elbette!
Bir doktor arkadaşım var, yıllardır Çin’e gidip geliyor, işi gereği..
Dünyadaki her dört insandan birisini bünyesinde toplayan bu korkunç denecek derecedeki büyük ülkenin insanları, dünyaya nasıl bakıyorlar, dünyayı nasıl değerlendiriyorlar; özellikle de müslüman coğrafyaları ve halklarını..
Arkadaşım, Çin’de ekranlardan halka gösterilen haberlerin kesin bir sansürden geçtiğini, rejimin, halka neyi göstermek isterse, onu yayınladığını söylüyor.
Müslüman coğrafyalarındaki haberler de nasibini alıyormuş, bu sansür ve yönlendirici yayınlardan.. Ama, genel olarak, devamlı savaşlar, kan, gözyaşı, bombardımanlar, isyanlar, suikasdler, yoksulluk, açlık vs.. Böyle olunca da, insanlar, ‘Bu müslümanlar hep mi böyle ?’ diye sormaktan kendilerini alamıyorlarmış..
Gerçi, iki dünya savaşına da ana savaş alanlığı yapan Avrupa’daki büyük ekseriyeti hristiyan olan halklar birbirlerini korkunç şekilde boğazlarken, müslümanlar, bu korkunç durumu onların inançlarına atfetmemişti, herhalde..
Yine de, bugün müslüman toplumların dışarıya verdiği mesaj, genel hatlarıyla böylesine, hepimizin yüzünü kızartacak ve karartacak cinsten..
O halde, her müslüman, yaptığı her yanlışın kendi şahsıyla sınırlı tutulmayacağını, kendisinin mensub olduğu dine, inanca, dünya görüşüne, ideolojisine göre bir değerlendirmeye vesile olacağını unutmamalıdır.
Biz de öyle yapmıyor muyuz?
Başka bir dinden bir kişinin çirkin bir hareketini gördüğümüzde, bu çirkinliği, onun şahsına değil de, dinine, ideolojisine hamletmiyor muyuz? Buna da şaşmamak gerekir.
Çünkü din, inanç, ideoloji vs. insan yaşayışında etkisi olmayacaksa, o zaman niçin vardır ki?
O halde, dışımızdakilere, ‘Benim hatalarımı , yanlışlarımı, benim inancıma verme..’ hatırlatması yapsak bile; asla unutmamalıyız ki, yaptığımız her hata ve yanlışımız bizim şahsî kusurumuz olarak değil, hemen inancımızın hânesine yazılacaktır.
Bu hatırlayışlardan sonra gelelim, günlük hayatımızın etrafımızda devamlı cereyan ettiği için artık kanıksamaya başladığımız, tabiî bir hal gibi gördüğümüz, ama, başkalarını bizim bağlısı olduğumuz dünya görüşünü sorgulamaya da götüren küçük-küçük (!) hadiselere..
*
Her yerde, hep kan, ölüm, suikasd.. Hep de İslâm adına..
Pakistan’da yıllardır devam eden bombalı saldırıların sonuncusuna, 28 Temmuz günü şahid olundu. Kuzeydoğu’daki Paraçinar şehrinde bir bombanın patlatılması sonunda, 59 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce de yaralı, mübarek Ramazan gününde.. Ölenlerden bir kısmı şiî, bir kısmı sünnî imiş.. Şiî olanların yakınları, bu bombalamanın sünnîler tarafından; ölenlerin sünnî yakınları ise, şiîlerce yapılmış olabileceğini hemen ’belirlemiş’ler. Tıpkı, geçmişteki patlamalarda yapılan suçlamalar gibi..
*
3 Ağustos sabahı Afganistan’dan ulaşan haberlere göre, Tâlibân ile Afganistan’ın Amerikan kondurması Hâmid Karzaî rejiminin güçleri arasında meydana gelen ve 5 saat kadar sürdüğü bildirilen çatışmalarda, her iki taraftan 100’den fazla insan öldürülmüş.. Her iki tarafın kurbanları da, müslüman halkın çocukları..
*
Irak, zâten hemen her gün, patlamalarla parça parça.. Temmuz ayında bu patlamalarda ölen insanların sayısı; 800 civarında.. Gün ortalaması olarak 25’den fazla.. Oradaki ölümlere de, genelde, hemen, ölenlerin mezheblerine göre bakılmakta.. Ve bu saldırıların tarafları, -silahlı olanların çatışmaları hariç-, sokaktaki sıradan insanlar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, savunmasız kimseler..
Bazı haber kaynakları ve çevreler ise, ilgilerini umursamazlıktan da beter bir şekilde, ölenlerin mezheblerine, şiî veya sünnî oluşlarına göre sergiliyorlar.
Bu cümleden olmak üzere, 31 Temmuz günlü Keyhan gazetesi, manşetten, kocaman harflerle, ‘Irak’da katliâmının, Amerika ve İsrail’in yönlendirmesiyle olduğunu’ duyuruyordu; Hizbullah lideri Nasrullah’ın ağzından..
Öyle olmasında şaşılacak bir şey yok da, sizin derdiniz sadece şiîler mi?
Sünnîlerin öldürülmesi derdiniz olmuyor mu? O zaman, size sormazlar mı, ‘Sünnîleri kimlerin yönlendirmesiyle, kim öldürüyor?’ diye.. Bu mezhebçi yaklaşımla, mezhebçilikten nasıl yakınabiliriz?
Aslında şiî olsun, sünnî olsun; her müslümanın ve hattâ müslüman olsun veya olmasın, haksız yere öldürülen her insanın derdini, acısını hissetmek değil mi bizim vazifemiz?
*
Suriye’de ise, istatistikler, son iki buçuk sene içinde öldürülenlerin mikdarını, 6 rakamlı sayılarla ifade ediyor.. Yani, 100 000’ den fazla..
Ve bu korkunç boğuşma, 50 yıllık bir Baas ideolojisi ve partisi ile 44 yıllık bir (Baba-Oğul) Esed Hanedanı diktatörlüğüne karşı silahlı mücadeleden başka yol bulamamış kesimlerle, iktidarı elinde silah zoruyla tutan zorbalar arasında cereyan etmekte..
Lübnan Hizbullahı ve onun arkasındaki en büyük destekçisi ise, Esed diktatörlüğüne karşı olmakta birleşmiş kesimleri tekfirci ve terörist olarak niteleyip onların yok edilmeleri gerektiğini vurguluyor.
Hizbullah lideri Nasrullah, kendilerini eleştirenlere, ‘Siz istediğinizi söyleyiniz, cevabımız şudur: Biz 12 İmam mezhebindeniz!’ diyor.
Ehl-i Beyt İmamları’na da ağır bir bühtan..
Sanki, onlar da olsa, bugünün Yezid’i durumunda olan Baasçı Beşşar Esed’in yanında yer alırlar ve bir diktatörlüğü korumak için ve o diktatörlük rejimine karşı hangi sebeble olursa olsun, ayaklanmış olanları ezmek için işbirliği yaparlarmış gibi..
Bunlar bizim ne kadar umûrumuzda, ya da, umûrumuzda mı?
*
Bu tablolar o kadar çok ki.. Bunlara bakınca, sanki, insan anlayışımız açısından, bizim düşünce yapımızla inanç sistemimizin bize bildirdiği insan anlayışı arasında bir temel uyuşmazlık var gibi..
Çünkü, bizim dinimiz, ’bir insanın haksız yere öldürülmesini, bütün beşeriyetin öldürülmesi’ ile bir tutmakta..
İran cumhurbaşkanlığı’nı yeni seçilen Hasan Rûhanî’ye devretmesine iki gün kala, Mahmûd Ahmedînejad da, yaptığı bir konuşmada, bazı müslümanlık iddiasıyla hareket eden bazı grupları suçlarken, ’Bir avuç aptalı bulmuşlar, onlara 'bu düğmeye basarsan yüzlerce perinin koynuna düşeceksin, peygamberle birlikte namaz kılacaksın' diyorlar. Kadınları ve çocukların başını kesen, şehirleri ve köyleri yıkan bu gruplar, aslında siyonisttirler ve sadece görünümleri Müslüman'dır. Bunlar sadece Müslümanlar'ı öldürür..’ diyordu.
Ama, başkaları da, bu sözü söyleyenler için aynı şekilde söylemiyorlar mı? Yani, bir bumerang gibi, bizzat söyleyenine dönüp, onu da vurmuyor mu?
*
Gen. Sisî:‘İkhwan, kendisini Mısır’a değil, İslâm’a adamış!’
3 Temmuz akşamı dünyanın gözleri önünde, Genelkurmay Başkanı General Abdulfettah el’Sisî tarafından gerçekleştirilen askerî darbeden bu zaman Mısır’da yüzlerce müslümanın öldürülmesi ise, dünya için pek ilginç değildi.. Çünkü, bu ölümler, askerî darbeye, karşı çıkan, İkhwan-ul’Muslimîyn tarafdarı kitleler arasından oluşuyordu, büyük çapta.. Muhammed Mursî’ye karşı bir askerî darbe yapılmasından önceki günlerde yapılan gösterilerde kazaen meydana gelen bir-iki ölümü bile dünyaya büyük hadise olarak veren haber ajansları, General Sisî’nin, Mursî tarafdarlarının üzerine bilerek ateş açması sonunda yüzlerce insanın hayatını kaybetmesini ise, üzerinde durulacak değerde görmedi. Çünkü, bu göstericiler, emperyalist dünyanın istemediği bir itiraz tablosu sergiliyorlardı.
Sionist İsrail rejiminin muhasarası altında bulunan ve küçücük bir mekana sıkıştırılmış bulunan 2 milyonluk Gazze şehrinin, dış dünyaya açılan tek kapısı olan (Mısır’ın) Refah şehri sınır kapısı, askerî rejim tarafından kapatıldı.
Suûd ve Kuveyt ve B. Arab Emirlikleri vs. tarafından Mısır’daki Askerî darbe rejimine verilen 12 milyar dolarlık yardımın da, halka ulaşması ihtimalinin bulunmadığı, bu paranın darbeci ordu için harcanacağının gaayet açık oluşu da bir ayrı konu..
*
Amerikan gazetelerinden Washington Post’a bir mülâkat veren darbeci Gen. Sisî’nin doğru bir tesbitine de bu arada işaret etmek gerekiyor: Sözkonusu gazetenin 4 Ağustos sayısında yayınlanan bu mülâkatta, İkhwan göstericilerinin eylemlerinden vazgeçirilmeleri için B. Amerika’dan yardım isteyen ve ’Amerika’nın bunu sağlayacak gücü ve nüfuzu vardır..’ diyen Gen. Sisî, kendisinin Genelkurmay Başkanlığı’na Mursî tarafından getirildiğini ve buna mukabil, kendisinin de ona sadakatle bağlı kalacağına dair ettiği yemini unutup, ’Mursî ile problem daha ilk günden başladı, bütün Mısırlıların değil, destekçilerinin temsilcisi oldu.. (Darbe yapmaktan başka) başka şansımız yoktu. Müdahale etmeseydik iç-savaş patlak verebilirdi..’ dedikten sonra, asıl eleştirisini yapıyor:
’-Müslüman Kardeşler’i bir araya getiren şey milliyetçilik, vatanseverlik veya bu ülkeye duyulan herhangi bir şey değil. Onlar kendilerini Mısır’a değil, İslâm’a adamışlar.’
İşte, Gen. Sisî ve yandaşlarının noksan olarak gördüğü bu anlayış, gerçekte, sadece Mısır değil dünya müslümanlarının da Muhammed Mursî’ye sahib çıkmalarının asıl sebebi..
Hatırlayalım, (merhûm) İmam Khomeynî ile İslam İnqılabı sonrasının ilk başbakanı Mehdî Bazergân arasında meydana gelen görüş ayrılıkları Bazergân’a, bir fransız gazeteci tarafından sorulduğunda, Bazergân, aralarındaki ihtilafın küçük bir görüş farklılığı olduğunu söylemiş ve o küçücük (!) farkı şöyle ifade etmişti:
’Biz, İslam’ı İran için istiyoruz; Khomeynî ise, İran’ı İslam için istiyor!’
Bu söz, 30 küsur sene sonralarda, Mısır’da da tekrarlanıyor ve Allah’ın izniyle, bu şuûr sahib müslümanlar oldukça, hep tekrarlanacak da..
*
Amerikan emperyalizminin Mısır’daki askerî darbeye nasıl baktığı, bu darbeyi bir türlü darbe olarak isimlendirmeyişi zâten biliniyordu da, USA Dışbakanı John Kerry’nin son sözleri, bütün bunların üzerine tüy dikti..
John Kerry, 2 Ağustos günü, Pakistan'ın Geo News kanalına, ’Mısır'ın kaosa ve şiddete sürüklenmesinden korkan milyonlarca kişinin ordudan duruma müdahale etmesini istediğini, Mısır'da ordunun demokrasiyi yeniden inşa etmekte olduğunu’ ifade ediyor ve ’Şimdiye kadarki değerlendirmemiz ışığında, ordu ülkeyi yönetmek için yönetime el koymuş değil, ortada sivil bir hükümet var..’ diyordu.
Gerçi, Kerry, bu sözünden, bir gün sonra biraz geri adım atıp, Londra’da, ‘Geçici hükümetin göstericilerin barış içinde gösteri yapmalarını sağlama alanı oluşturma sorumluluğu var. Ama aynı zamanda, göstericilerin Mısır'da her şeyin ilerlemesini durdurmama sorumluluğu da bulunuyor.. İstediğimiz son şey. daha fazla şiddet..’ diyordu, ama, ne demek istediği yorumlanınca, yine darbecilerin yanında saf tuttuğu anlaşılıyordu.
Aynı Amerikan emperyalizminin, Filistin özerk bölgelerinde yapılan seçimleri HAMAS’ın, yüzde 65’le kazanması üzerine, hemen, HAMAS’ın bir terör örgütü olarak ilan edilişini hatırladığımızda, Kerry’nin bu izahının, Amerikan emperyalizminin mantığına uygun bir izah şekli olduğunu anlamakta daha bir zorlanmayız..
*
Bu gibi tutarsızlıklar, saçmalıklar, emperyalistlere ve başkalarına yakışır.. Ama, bizim asıl acı çekmemiz gereken konu, müslümanların kendi içlerindeki tutarsızlıklar olmalı değil midir?
Bunun Allah’u Tealâ ve gelecek nesiller karşısındaki ağır mes’uliyetini düşünmeli değil miyiz?
YAZIYA YORUM KAT