Yanlışa yanlış diyenlerin sadece seküler kesim olduğu diziler...
Fatma Barbarosoğlu, TV dizilerinin yeni gündemler etrafında oluşturdukları dindar-seküler algılarının çarpıklığına dikkat çekiyor.
Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
I-
Kim neyi konuşur ve neden konuşur? İnsanların öncelikler sıralamasını belirleyen nedir?
“Burada ve şimdi” olan değil de “orada olan” neden kıymetlidir?
Bu sorulara cevap ararken lütfen maruz kaldığınız dizi film/ler üzerine yapılmış “sohbetleri” düşünün.
Sosyal medya ahalisi “bıçak kemiğe dayanmış” bir gayret içinde dizi filmler üzerine konuşuyor.
Yeterli protein alamayan çocukların büyüme sıkıntılarına maruz kalmalarını değil.
Sağlıksız, denetimsiz gıdalar, yanlış beslenme, hareketsiz hayat üçgeni içinde, her geçen gün geometrik bir artış gösteren metabolizma hastalıklarını değil!
Yaşlı yalnızlığını değil. Artan intiharları değil.
Yankı odalarından gelen ses, sadece dizi filmler üzerine konuşanların, tartışanların sesi.
Yetmiyor, sosyal bilimciler sosyal medya üzerinden Türkiye halkının birbirini dizi filmler üzerinden tanıyıp seveceğine dair ciddi ciddi programlar yapıyorlar.
Senaristlerin kurguladıkları dünya üzerinden birbirimizi tanıyacağımızı iddia etmek!
Günther Anders bu durumu “gayri ciddi bir ciddiyet” ve “ciddi bir ciddiyetsizlik yaratmak” olarak tanımlıyor.
Günümüzün en çarpıcı değişimi, doğrudan iletişim yerine dolaylı olanın değerli hâle gelmiş olması.
II-
90’lar Türkiye’si, Siyaset Meydanı’nda bir ekran kamusallığı üretmişti. Mehmet Ali Birant, Ali Kırca ve Kanal 7’de Ahmet Hakan, Türkiye’nin meselelerini tartışır, saatlerce süren ekran performansı ile Türkiye’yi ekran başında tutardı. 32. Gün, İskele Sancak, Siyaset Meydanı’nın yayınlandığı gecelerin ertesi günü, muhakkak “dün gece”nin değerlendirilmesi yapılırdı.
Sorunlar hakikî, konuklar meramını anlatmakta gayretli idi. Herkes hâlâ “özne” olarak orada idi.
Özellikle 2020’den sonra giderek artan bir şekilde “gerçek hayat hikâyesi” etiketiyle dolaşıma sokulan dizi filmler, Türkiye’nin konuşacağı yeni bir alan inşa etti diyebilir miyiz? Bazı sosyal bilimciler bu soruya yüksek frekansta “evet” cevabını veriyor acele tarafından. Benim cevabım, bu haliyle dizi filmler üzerinden konuşmanın asla yeni bir kamusallık üretmesinin mümkün olmadığı.
III-
Başlığa gelince... “Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” ifadesini Günther Anders’ten (1902-1992) ödünç aldım. Anders, Türkiye’de pek tanınmıyor. Tanıyanlar da magazin bilgisi eşliğinde anıyor: Hannah Arendt’in eski kocası, Walter Benjamin’in kuzeni ibaresi ile.
Anders, İnsanın Eskimişliği kitabının 1. cildini 1954’te tamamlamış. Dikkati dağılmış insan tipini anlattığı denemenin başlığı tam olarak şöyle: “Gerçek olan her şey hayalete döner, sanal olan her şey gerçek olur/Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler, görüntü fetişisti olacak şekilde terbiye ediliyorlar.”
Anders, katılım ile naylon katılım arasındaki farkı ortaya koymayı amaçladığı denemesinde Orson Wells’in 1938’de radyo tiyatrosu olarak yayınlanan “Gezegenler Savaşı”nın radyo dinleyicilerinde oluşturduğu panik havasına atıfta bulunuyor.
Orson Wels’in radyo mikrofonundan yayınladığı oyun, gezegenler savaşını konu alıyor. Kurgunun içinde sokak röportajları da var. Sokak röportajlarının yayınlandığı sıra radyosunu henüz açanlar dinlediklerinin radyo tiyatrosu olduğunu anlayamadıkları için evlerini barklarını terk edip yollara düşüyor. Uzaylı istilasına uğradıklarını düşünen Amerikalılar panik halinde evlerini terk ediyor.
Gelen telefonlar üzerine, konuşmaların gerçek olmadığını, her şeyin tamamen kurmaca bir senaryo olduğunu bildiren yayınlar devreye girse de, radyo konuşmalarının gerçeği yansıtmadığı bilgisinin, evini çoktan terk etmiş Amerikalılara ulaşması mümkün olmuyor. Netice olarak polis radyoyu basıp yayını durduruyor ama binlerce insan radyodan duyduklarının kurmaca olduğunu günler sonra öğreniyor. Panik havası, can ve mal kaybıyla neticeleniyor.
Radyo yayınlarının kişiler üzerindeki etkileri üzerine düşünen Anders, yaşlı kadınların radyodaki “maket aile”lerine olan bağlarını anlatıyor. “Maket aile” ekranda izlenen dizi ve filmlerdeki oğullar, kızlar, eşler, torunlar.
Anders’in kitabının yayımlanmasının üzerinden 79 yıl geçmiş. Onun yaşlı kadınlar üzerinden yaptığı gözlemleri toplumun bütün kesimlerinde görmemiz mümkün artık. Türkiye’de “maket aileleri” için canla başla didinenler, kadınlar değil sadece. Mesela birkaç yıl önce Kurtlar Vadisi dizisinde Oktay Kaynarca’nın hayat verdiği Süleyman Çakır karakterinin ölümü hayranlarında derin üzüntü yaratmış,Türkiye’nin farklı yerlerinde dizi film karakteri için cenaze namazı kıldırılmış, mevlit okutulmuş ve gazeteler aracılığıyla başsağlığı dileklerinde bulunulmuştu.Ölen dizi film kahramanı için mevlit okutanlar, kurban kesenler genç erkeklerdi.
2023’te yayınlanmaya başlanan Kızıl Goncalar dizisini, Ocak 2003 tarihinde “Bu bir mafya dizisidir” sloganıyla yayınlanmaya başlamış Aralık 2005 tarihine kadar devam ederek dört sezon boyunca gündelik siyaseti mayalayan Kurtlar Vadisi’nin toplum üzerindeki etkisini dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor.
Kızıl Goncalar dizisi “yasaklı olanın müşterisi bol olur” stratejisi ile ekranlarda kendine yer açtı. Yayınlandığı ilk bölümle RTÜK’e 36 bin dilekçe ile şikâyette bulunulduğu açıklandı. Dizi “akıllı ve basiret sahibi dindar kadın Meryem”in seküler kesime yakınlaşması ve yanlışa yanlış diyenlerin sadece seküler kesim olduğuna seyircisini “ikna etmesi” ile Türk dizi tarihinde ilk olma özelliği taşıyor.
Kızıl Goncalar dizisinin Türkiye’nin “Tarikat Gündemi” ile nasıl bir eşleşme göstereceğini, Kurtlar Vadisi ile sıcak siyasetin eşleşmesine benzer bir eşleşme inşa edip etmeyeceğini göreceğiz. Lakin aynı görüntülere bakarken aynı “şey”leri görenlerin pek az olacağını şimdiden söylemek mümkün.
HABERE YORUM KAT