Yanından dönmek
4 Mayıs 1969 akşamı SBF yurdunun önüne gelen araba beni alır ve bilmediğim bir yerlere götürür. Karşımdakiler kendilerini 'albay' olarak tanıtırlar.
Bir hafta önceki Radikal'in manşeti "1969'da Darbenin Yanından Dönülmüş" idi. Aradan geçen bir hafta süresince bu "yanından dönme" olayı üzerine daha derinden anılar ve yansımalarıyla zenginleşen bir düşünce sürecine girince dayanamadım ve neredeyse iki yıl sonra kendimi yeniden yazıya döktüm.
Kaldı ki elde değildi. Hablemitoğlu cinayetine kadar bile geriye gitmeden Danıştay, Hrant Dink cinayetlerine ve sonra sürdürülen PKK'yı saldırtma ve şeriatı azdırtma vesairelerine kadar devam eden olayları bir "deja vü" olarak yaşamanın yorgunluğuna dayanamadım.
Danıştay saldırısının akşamı kaleme aldığım ve 26 Mayıs 2006 tarihinde Radikal İki'de yayınlanan "Komple Komplo" başlıklı son yazımda PKK saldırılarının neden başlayacağını ve Türkiye'nin AB'den uzaklaştırılarak neden ve nasıl ABD'nin senaryosuna mahkum kılınmak isteneceğini anlatmaya çalışmıştım.
"Senaryo" muhabbeti son zamanlarda özellikle medyada mayalandırılırken, geçmiş olayların mütereddit kaşımaları da yavaş yavaş gündeme gelmeye başlarken bende de eski anılar canlandı. Alın şimdi benden de bir "mişli geçmiş" senaryo!
1969, aylardan Nisan
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde "Talebe Cemiyeti" seçimleri vardır. Erdal Yavuz (bu naçizane yazarınız) bir yıl önceki seçimlerde cemiyet başkanlığından son anda vazgeçmesine rağmen kendini kurtaramayıp "Genel Kurul Başkanı" görevine "sağcı"ların bile oyunu alarak seçilmiştir. Bu görev ona seçimlerin iptali gibi bir boşluk durumunda "SBF Talebe Cemiyeti"ni temsil yetkisi de vermektedir.
Her seçim bir iktidar çıkaracak değil ya. SBF'deki 1969 seçimleri de bir krizden geçici bir belirsizlik çıkardı.
Genel kurul başkanı olarak "sol"un temsilcisi olmama rağmen seçimlerin "sol" tarafından istismar edilmesi ve sandıklara sahte oylar atılması üzerine her koşulda hakkaniyet ve dürüstlüğü savunmak gibi bir hayalin peşinde sürünen ben, seçimleri iptal etme kararı aldım. Yönetmeliğe göre seçimler yenileninceye kadar "Talebe Cemiyeti Başkanlığı" benim üzerimde kalacaktı. Burada bir not düşürmeme izin verin. Seçimleri iptal kararını "haksızlık"a dayanamayarak tek başıma almış ve bunu paylaşmak ve olası sorunlara karşı ne yapabileceğimizi konuşmak üzere Dekan Profesör İlhan Onat'ın makamına gitmiştim. O sırada ortalık karıştı ve seçim sandıklarına el koyarak muhafaza altına aldığım dekanlık kapıları önünde biriken bir kalabalık tarafından zorlanmaya başladı. Buyrun! Ben onların hakları için seçimi iptal etmişken ortalığı ayaklandıranlar ve dekanlığa saldıranlar SBF'nin sağcılarıydı! Bu olayı hatırladıkça hâlâ düşünür ve bir anlam veremem. Belki de bugünlerimizin bile bir anahtarıdır, biraz daha kafa yoralım!
Darbenin eşiği
Hiç istemediğim halde SBF öğrencilerini temsil etmek de artık benim üstüme kaldı. Solun başkan adayı olan Cengiz Çandar artık (ve güya) benim karar vereceğim tarihte yapılacak seçimleri bekleyecektir!
Aradan birkaç gün geçer ve 1 Mayıs 1969 günü bir haber ortalığı karıştırır. Yargıtay Başkanı İmran Öktem vefat etmiştir ve Maltepe Camii'nin imamı, onun "Tanrı'yı insan yarattı" sözünden hareketle Müslüman addedilemeyeceği için cenaze namazını kıldıramayacağını söyler. (Yoksa bazı niyetleri olan bazılarınca dolduruşa getirilerek söyletilmiş midir?) İsmet Paşa orada hazır durumdadır ve beklenebileceği gibi (belki de kurguya uygun olarak) şiddetli bir tepki gösterir. Kalabalık provoke edilir, saldırı senaryoları sahnelenir, sonunda bir general silahına davranır ve devamı!
Ertesi gün babası subay olan bir arkadaşım benimle görüşmek isteyen bazı subayların olduğunu ve kabul edersem o akşam benim onlara götürüleceğimi söyler.
Solun içine düştüğü çaresizlikten ve kökü derinden gelen kışkırtmalardan dolayı sapılan bir anarşist militanizmin çıkış olamayacağı düşüncesiyle "resmi" ve "askeri" bir "demokratik" solun gerçekleştireceği bir çözüme giderek daha meyyal olan ben, söz konusu o akşam randevusuna razı olurum.
Yine o sıralarda beklediğimiz soldan bir darbe rejiminin kuracağı kabinenin isimleri bile sohbetlerimizin çerezi olmaya başlamıştır. Mesela neden olmasın Muammer Aksoy Cumhurbaşkanı ve Mümtaz Soysal Başbakan?.. Ve tank seslerini kollamaktayız yarı mahmur yurt yatakhanelerinde ve bir kulağımız kirişte.
Albayların tebliği
4 Mayıs 1969 akşamı SBF yurdunun önüne gelen bir araba beni alır ve bilmediğim bir yerlere götürür. Karşımda üç kişi kendilerini "albay" olarak tanıtırlar.
Bana beklemediğim kadar çok açık ve cesurane söyledikleri şudur: İmran Öktem'in cenaze namazı olayından sonra gelişen infial sonucu 7 Mayıs günü cübbelerini giymiş yargı ve üniversite mensupları Kızılay'da toplanıp Anıtkabir'e yürüyeceklerdir. Bu yürüyüş hepimizin beklediği değişimi gerçekleştirmek için önceden planlanmıştır. Ordunun yönetime el koyması için gereken fırsat bu fevkâlâde "ciddi" yürüyüşe yöneltilecek bir saldırıdan yaratılacaktır. Bana açıkça ve kısaca söylenen şudur: "Bu yürüyüşte ateş açılacak, ölenler olacak ve bunun üzerine biz duruma el koyacağız. Eğer öğrenciler bu yürüyüşe katılacak olursa bu tepkinin ciddiyetini bozacaktır. Siz Ankara'daki öğrenciler üzerinde etkilisiniz, bu yürüyüşe öğrencilerin katılmasını engelleyin".
Bana "tebliğ edilen" bu senaryoyu, parça parça olmuş ve her türlü provokasyona açık ama demokrasiye de aç bir solun ve de sonuçta ülkemin menfaatine olabileceği düşüncesiyle o sırada kabul ettim ve yürütmeye çalıştım.
İlk görüştüğüm kişi teoride ve pratikte saygınlığı ve tanınırlığı olan bir kişi, o sırada Ankara Hukuk Fakültesi asistanı olan Uğur Mumcu oldu. Uğur bu senaryoyu onayladı ve elinden geleni yapacağını söyledi.
İkinci muhatabım yine aynı fakülteden Doğu Perinçek idi ve onunla da mutabık kaldık. Mihri Bellici ve "Doktorcu" (Hikmet Kıvılcımlı yandaşı) ve Türkiye İşçi Partili gruplardan arkadaşlarla da anlaştıktan sonra sıra Mahir Çayan ve yandaşlarına gelmişti. Üniversite gençliğinin en atılgan gubunun lideri olarak Mahir de beni dinledikten sonra "tamam" dedi.
Yine de bunlar yetmedi ve öğrenciler arasında bir tartışma süreci başladı. Ertesi gün bütün grupların tartışma ve çekişmelerinden sonra bir "ortak karar" çıktı: "Yürüyüşe öğrenciler katılacak". O yürüyüşte dağıtılan ve orduyu göreve çağıran dört satırlık bir bildiri de başka çare kalmadığı için bu anıları anlatan kişinin kaleminden çıktı ama bu yazıyı hazırlarken eski defterleri ve kutuları kurcalayıp o bildiri metnini arayıp bulmaya yeltenmedi ve belki de gücü yetmedi. O biraz yorgun çünkü şu andaki gelişmeler hiç de eskileri de aratmıyor.
Radikal 2
YAZIYA YORUM KAT